SOSYAL Medya Kanunu
konuşulamaya başlandığından beri bir telâştır gidiyordu. Hükûmet kanadı
tasarıyı kamuoyu ve muhalefetle paylaşarak kanun üzerinde toplumsal ve siyâsî
bir uzlaşı aradı. Bu konsensüs arayışına muhalefet de alışık olmadığı için
talep karşılık bulmadı maalesef.
Hâlbuki
kanunun gündeme gelmesine sebep olan sosyal saldırılardan her kesim ziyâdesiyle
mustarip ve tepkiliydi.
Aslında
AK Parti bundan üç ay önce bu konuda bir ön hazırlık yapmış, kendi
mensuplarının uyması için 12 kural belirleyerek deklare etmişti. Bu kuralları
hatırlayacak olursak…
-
Saygılı, hakaret ve nefret söylemi barındırmayan bir dil ve üslûp kullanılması
-
Diğer kullanıcıların özgürlük alanlarını kısıtlayacak, saldırgan tutumlar
içeren paylaşımlardan kaçınılması
-
Kullanıcıların kişilik ve görüşlerine saygılı olunması
-
İnsan onurunun temelinde yatan özel yaşamın gizliliği hakkının ihlâl edilmemesi
-
Sözlü şiddet ve tehdit içerikli paylaşımlarda bulunulmaması
-
İfşa, taciz ve siber zorbalık oluşturan eylemlerin yapılmaması
-
Şeffaf olunması, sosyal medya mecralarında, anonim hesaplar kullanmayarak açık
kimlikle, gerekli hukukî sorumluluğu üstlenerek ve gerçek kişiler olarak
bulunulması
-
Sahte isimler üzerinden paylaşımlarda bulunan hesaplara itibar edilmemesi, bu
hesapların görünürlüğünün arttırılmaması
-
Kimi hassas dönemlerde toplumda infiâl yaratacak, genel bir korku ve endişe
iklimi oluşturacak paylaşımlardan kaçınılması ve paylaşımlarda sağduyunun
korunması
-
Teyide muhtaç bilgilerin gerçekliğinden emin olunmadan paylaşılmaması;
bilgilerin doğruluğu için meselenin muhataplarının, resmî kurum ve kuruluşların
açıklamalarının takip edilmesi; manipülasyon ve yalana prim verilmemesi
-
Alıntı yapılıyorsa, bilginin alıntılandığı kaynağın referans gösterilmesi
-
Toplumsal ahlâka aykırı içerik oluşturulmaması ve bu tarz içeriklerin
yayılmaması
***
Bu
kuralları destekleyip uyacağını taahhüt edenler, “yeşil top” sembolü ile bunu
teyit etmişlerdi. Uygulamanın, her marka telefonda bulunmayan yeşil top emojisi
seçildiği için kısmen eleştirilmiş olsa da, oldukça yaygın bir kabul gördüğünü
söyleyebiliriz.
O
dönemde, yeşil rengin İslâmî değerleri çağrıştırması üzerinden tepki veren
muhalif kanat, içerikle ilgili bir eleştiri yapmayı pek becerememişti. Zira 12
maddenin tümü, genel ahlâk kriterleri ve kötü niyetli kullanımların sosyolojik
etkilerinin asgarîye indirilmesi açısından geçerli kurallardı.
Bu
12 madde, özellikle siyâsî partiler tarafından doğru okunabilse daha da
geliştirilebilir, toplumun daha büyük kesimi tarafından benimsenmesi
sağlanabilir ve yeni Sosyal Medya Kanunu sadece ağ sağlayıcıların
yükümlülükleri açısından okunabilirdi. Ama siyasetin muhalefet tarafını “İyi de olsa karşı çık!” mantığıyla
işleten partilerimiz buna izin vermediler maalesef. Keşke siyasette de etik
kuralları denetleyen bir kanun çıkarabilseydik…
Sosyal
medyaya çekidüzen vermeyi hedefleyen açıklamaların ardından yazdığım bir
makalede, bu işin zorluklarından bahsetmiş ve muhtemel kısıtlamaların
aşılmasının mümkün olduğu bir uygulamanın beklenen sonucu getiremeyeceği
üzerinde durmuştum. Beklentilerin karşılanma ihtimâlinin ancak ve ancak sosyal
ağ sağlayıcılarına resmiyet kazandırmaktan geçtiğini belirtmiştim. Kanun da tam
olarak bunun üzerine kurgulanmış görünüyor.
Artık
Devlet, koyduğu etik kuralları denetleyecek bir muhatap bulmak istiyor
karşısında. Türkiye’de yaklaşık 50 milyon kullanıcıya ulaşan sosyal medya plâtformları,
ya kanun gereği olan temsilciliklerini açarak “Ben buradayım ve senin kurallarınla çalışarak pazarımı koruyacağım”
diyecek ya da bu büyük pazardaki payını kanunlara uyan bir başka plâtforma
kaptıracak. Milyar dolarların konuşulduğu böyle bir pazarda kalmak, muhtemelen
hepsinin tercihi olacaktır.
Bu
kanun, muhalefetin dediği gibi özgürlükleri kısıtlamak için bir bahane olabilir
mi sizce de?
Bu
sorunun cevabını aramak için ne geçmiş uygulamalara bakmaya, ne de niyet
okumaya gerek var. Zira her kanun, ne kadar iyi niyetle çıkarılmış olursa olsun,
kötü niyetli kullanıma da açıktır. Bu, hukukun tabiatında olan bir gerçek. “Ya kötü kullanılırsa?” diyerek kanun
çıkarmaktan vazgeçemeyeceğimize göre, doğruyu arayan yolda yürümeye devam
edeceğiz.
Kanunun
Meclis’ten gece yarısı geçmesini eleştirenlerin, iç tüzüğün verdiği yetkileri
kötü niyetli kullanan muhalefetin 16 saat boyunca Meclis’i oyaladığını da göz
ardı etmemesi gerekir.
Kanuna,
tasarı olarak açıklandığı günden beri karşı çıkanlar, aslında bunun bir ihtiyaç
olduğunu bizzat kabul de ediyorlar. Zira hiçbir ideoloji, bir başkasının kişilik
haklarına saldırmayı, fütursuzca hakaret ve küfür edebilmeyi, muhatabına iftira
atabilmeyi meşru gösteremez. Ve bugüne kadar sağcısı-solcusu, dindarı-dinsizi,
kadını-erkeği her kesimden vatandaşın maruz kaldığı bir sorun bu “klavye
delikanlılığı”.
İşte
bu kanun, ailesine hakaret edilen siyasetçiye de, taciz edilen hanımefendiye de,
tehdit edilen işadamına da, özel hayatı ifşa edilen sanatçıya da kalkan olacak!
Bu kanun, 5816 ile korunan tek kişiyi değil, 83 milyonun haklarının korunmasına
vesîle olacak.
Davutoğlu’nun,
“Son yılların en vahim uygulaması!”
derken hiçbir maddeye muhalefet edememesi, Babacan’ın “Ülkemiz adına endişemiz büyük” derken içini dolduramadığı
endişesi, Karamollaoğlu ve Engin Özkoç’un “Gerekliydi
ama…” derken niyet okuma dışında bir muhalefet gösterememesi de ortaya
koymuştur ki yeni kanun, yeteri kadar doğru hazırlanmıştır! Muhaliflerin değil,
ahlâksızların sesini kesmeye hizmet edecektir.
Unutmayalım
ki, hiçbir özgürlük sınırsız olamaz. Özgürlükler için çizilen sınırlar, aslında
bir başkasının özgürlük alanına tecavüzü önlemek içindir.
Herkese
hayırlı bayramlar ve sağlık diliyorum…