Hiçbir özgürlük alanı sınırsız ve kuralsız değildir

Türkiye’de yaklaşık 50 milyon kullanıcıya ulaşan sosyal medya plâtformları, ya kanun gereği olan temsilciliklerini açarak “Ben buradayım ve senin kurallarınla çalışarak pazarımı koruyacağım” diyecek ya da bu büyük pazardaki payını kanunlara uyan bir başka plâtforma kaptıracak. Milyar dolarların konuşulduğu böyle bir pazarda kalmak, muhtemelen hepsinin tercihi olacaktır.

SOSYAL Medya Kanunu konuşulamaya başlandığından beri bir telâştır gidiyordu. Hükûmet kanadı tasarıyı kamuoyu ve muhalefetle paylaşarak kanun üzerinde toplumsal ve siyâsî bir uzlaşı aradı. Bu konsensüs arayışına muhalefet de alışık olmadığı için talep karşılık bulmadı maalesef.

Hâlbuki kanunun gündeme gelmesine sebep olan sosyal saldırılardan her kesim ziyâdesiyle mustarip ve tepkiliydi.

Aslında AK Parti bundan üç ay önce bu konuda bir ön hazırlık yapmış, kendi mensuplarının uyması için 12 kural belirleyerek deklare etmişti. Bu kuralları hatırlayacak olursak…

- Saygılı, hakaret ve nefret söylemi barındırmayan bir dil ve üslûp kullanılması

- Diğer kullanıcıların özgürlük alanlarını kısıtlayacak, saldırgan tutumlar içeren paylaşımlardan kaçınılması

- Kullanıcıların kişilik ve görüşlerine saygılı olunması

- İnsan onurunun temelinde yatan özel yaşamın gizliliği hakkının ihlâl edilmemesi

- Sözlü şiddet ve tehdit içerikli paylaşımlarda bulunulmaması

- İfşa, taciz ve siber zorbalık oluşturan eylemlerin yapılmaması

- Şeffaf olunması, sosyal medya mecralarında, anonim hesaplar kullanmayarak açık kimlikle, gerekli hukukî sorumluluğu üstlenerek ve gerçek kişiler olarak bulunulması

- Sahte isimler üzerinden paylaşımlarda bulunan hesaplara itibar edilmemesi, bu hesapların görünürlüğünün arttırılmaması

- Kimi hassas dönemlerde toplumda infiâl yaratacak, genel bir korku ve endişe iklimi oluşturacak paylaşımlardan kaçınılması ve paylaşımlarda sağduyunun korunması

- Teyide muhtaç bilgilerin gerçekliğinden emin olunmadan paylaşılmaması; bilgilerin doğruluğu için meselenin muhataplarının, resmî kurum ve kuruluşların açıklamalarının takip edilmesi; manipülasyon ve yalana prim verilmemesi

- Alıntı yapılıyorsa, bilginin alıntılandığı kaynağın referans gösterilmesi

- Toplumsal ahlâka aykırı içerik oluşturulmaması ve bu tarz içeriklerin yayılmaması

***

Bu kuralları destekleyip uyacağını taahhüt edenler, “yeşil top” sembolü ile bunu teyit etmişlerdi. Uygulamanın, her marka telefonda bulunmayan yeşil top emojisi seçildiği için kısmen eleştirilmiş olsa da, oldukça yaygın bir kabul gördüğünü söyleyebiliriz.

O dönemde, yeşil rengin İslâmî değerleri çağrıştırması üzerinden tepki veren muhalif kanat, içerikle ilgili bir eleştiri yapmayı pek becerememişti. Zira 12 maddenin tümü, genel ahlâk kriterleri ve kötü niyetli kullanımların sosyolojik etkilerinin asgarîye indirilmesi açısından geçerli kurallardı.

Bu 12 madde, özellikle siyâsî partiler tarafından doğru okunabilse daha da geliştirilebilir, toplumun daha büyük kesimi tarafından benimsenmesi sağlanabilir ve yeni Sosyal Medya Kanunu sadece ağ sağlayıcıların yükümlülükleri açısından okunabilirdi. Ama siyasetin muhalefet tarafını “İyi de olsa karşı çık!” mantığıyla işleten partilerimiz buna izin vermediler maalesef. Keşke siyasette de etik kuralları denetleyen bir kanun çıkarabilseydik…

Sosyal medyaya çekidüzen vermeyi hedefleyen açıklamaların ardından yazdığım bir makalede, bu işin zorluklarından bahsetmiş ve muhtemel kısıtlamaların aşılmasının mümkün olduğu bir uygulamanın beklenen sonucu getiremeyeceği üzerinde durmuştum. Beklentilerin karşılanma ihtimâlinin ancak ve ancak sosyal ağ sağlayıcılarına resmiyet kazandırmaktan geçtiğini belirtmiştim. Kanun da tam olarak bunun üzerine kurgulanmış görünüyor.

Artık Devlet, koyduğu etik kuralları denetleyecek bir muhatap bulmak istiyor karşısında. Türkiye’de yaklaşık 50 milyon kullanıcıya ulaşan sosyal medya plâtformları, ya kanun gereği olan temsilciliklerini açarak “Ben buradayım ve senin kurallarınla çalışarak pazarımı koruyacağım” diyecek ya da bu büyük pazardaki payını kanunlara uyan bir başka plâtforma kaptıracak. Milyar dolarların konuşulduğu böyle bir pazarda kalmak, muhtemelen hepsinin tercihi olacaktır.

Bu kanun, muhalefetin dediği gibi özgürlükleri kısıtlamak için bir bahane olabilir mi sizce de?

Bu sorunun cevabını aramak için ne geçmiş uygulamalara bakmaya, ne de niyet okumaya gerek var. Zira her kanun, ne kadar iyi niyetle çıkarılmış olursa olsun, kötü niyetli kullanıma da açıktır. Bu, hukukun tabiatında olan bir gerçek. “Ya kötü kullanılırsa?” diyerek kanun çıkarmaktan vazgeçemeyeceğimize göre, doğruyu arayan yolda yürümeye devam edeceğiz.

Kanunun Meclis’ten gece yarısı geçmesini eleştirenlerin, iç tüzüğün verdiği yetkileri kötü niyetli kullanan muhalefetin 16 saat boyunca Meclis’i oyaladığını da göz ardı etmemesi gerekir.

Kanuna, tasarı olarak açıklandığı günden beri karşı çıkanlar, aslında bunun bir ihtiyaç olduğunu bizzat kabul de ediyorlar. Zira hiçbir ideoloji, bir başkasının kişilik haklarına saldırmayı, fütursuzca hakaret ve küfür edebilmeyi, muhatabına iftira atabilmeyi meşru gösteremez. Ve bugüne kadar sağcısı-solcusu, dindarı-dinsizi, kadını-erkeği her kesimden vatandaşın maruz kaldığı bir sorun bu “klavye delikanlılığı”.

İşte bu kanun, ailesine hakaret edilen siyasetçiye de, taciz edilen hanımefendiye de, tehdit edilen işadamına da, özel hayatı ifşa edilen sanatçıya da kalkan olacak! Bu kanun, 5816 ile korunan tek kişiyi değil, 83 milyonun haklarının korunmasına vesîle olacak.

Davutoğlu’nun, “Son yılların en vahim uygulaması!” derken hiçbir maddeye muhalefet edememesi, Babacan’ın “Ülkemiz adına endişemiz büyük” derken içini dolduramadığı endişesi, Karamollaoğlu ve Engin Özkoç’un “Gerekliydi ama…” derken niyet okuma dışında bir muhalefet gösterememesi de ortaya koymuştur ki yeni kanun, yeteri kadar doğru hazırlanmıştır! Muhaliflerin değil, ahlâksızların sesini kesmeye hizmet edecektir.

Unutmayalım ki, hiçbir özgürlük sınırsız olamaz. Özgürlükler için çizilen sınırlar, aslında bir başkasının özgürlük alanına tecavüzü önlemek içindir.

Herkese hayırlı bayramlar ve sağlık diliyorum…