
TAK tak tak!
-Kim o?
-Benim Karagöz’üm…
-Vay Hacı Cavcav, sen miydin?
-Gel de iki lâfın belini kıralım. Özledim seni…
Her gün buluşup sohbet eden bu iki arkadaş, son görüşmelerinde dünyanın ve ülkemizin içinde bulunduğu durum üzerine konuşurlar. Hacivat sıkıntılı bir dönemde yaşadığımızın farkındadır.
“Zor günlerden geçiyoruz Karagöz’üm iki gözüm” deyince Karagöz şöyle cevap verir:
“Zor olmayan günler gördük mü ki?”
Haklıdır elbette. Ne zaman kolay bir dönem yaşadık?
*
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Üçüncü Dünya Savaşı riski olduğunu, bu riskin dikkate alınması gerektiğini söyledi.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin açıklaması aynı yöndeydi: “Savaşa karşı tetikte olmalıyız.”
Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic, Avrupa ve dünyadaki mevcut durumun ileriki aylarda kızışmasını beklediğini belirtti.
Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın açıklaması da fazlasıyla dikkat çekiciydi: “Kasım’a kadar hayatta kalmalıyız.”
*
İsrail aylardır Gazze’ye saldırıyor.
Ukrayna Savaşı üçüncü yılına girmek üzere.
Dünyanın her tarafı patlamaya hazır bomba. Bir işaret yetecek.
İki tane büyük savaş yaşamış olan dünya, milyonların öldüğü o savaşlardan yeterli dersi almamış gibi bir yenisine hazırlanıyor.
Herkesin dilinde Üçüncü Dünya Savaşı.
*
İçinde bulunduğu durumu kavrayamamak, ne olduğunu anlayamamak, sadece balıklara has değil.
İçinde yüzdükleri suyu bilmiyorlarsa, dışarıyı görmediklerindendir. Bunu öğrendikleri zaman, sudan çıkmış balık olur ve can verirler.
İnsanları farklı sanmayalım, yanlış konumlandırmayalım.
Birinci Dünya Savaşı çıktığında, kimse “Birinci Dünya Savaşı” olduğunu bilmiyordu.
İnsanlara göre sadece büyük bir savaştı başlayan.
İkincisi başladığında “Aha” dediler, “Dünya tekrar savaşa tutuştu. O hâlde önceki savaş, birinci olmalı”.
Bazı siyaset bilimcilere, sosyologlara, tarihçilere göre, Üçüncü Dünya Savaşı çoktan başladı. Bugünlerde savaşın tam içindeyiz.
İleride kayıtlara şöyle notlar düşülecek belki de:
“Üçüncü Dünya Savaşı çıktığında, insanlar o savaşın başladığını yıllarca anlayamamışlar. Arada tek tük söyleyenler olmuş ama çoğunluk o gerçeği görememiş.”
*
İlk büyük savaş, Saraybosna’da köprü üstünde Avusturya-Macaristan Veliaht Prensi’nin öldürülmesiyle başlamıştı.
Şartlar hazırdı, o suikast harekete geçirdi.
İkincisi, Almanya’nın Polonya’yı işgaliyle çıktı.
“Şimdi ne bir prens öldürüldü, ne de Almanya, Polonya’yı işgal etti, niye savaş çıksın ki?” diye düşünemeyiz elbette. Sadece kötü bir şaka sayılır.
*
Üçüncü Dünya Savaşı riskinin tam olarak ne zaman başladığı sorulsa, bizim Karagöz şöyle cevap verirdi:
“O risk, İkinci Dünya Savaşı bittiği gün başladı.”
Hacivat da ona hak verirdi kesinlikle.
Biz o iki arkadaşın sohbetlerinin geri kalanını dinleyemediğimiz için tahminde bulunduk.
Yanlış olmasa gerek.
Üstelik beklenen büyük savaşın çapı öncekilere göre çok daha büyük, çok daha vahşice.
Nükleer tehlike söz konusu çünkü. Eski usulde yapılmayacak. Rusya olsun, diğerleri olsun, sık sık nükleer kullanmaktan söz ediyor.
*
İsrail, savaşı yaymak için çabalıyor. İran’a saldırdı, biraz dürtükledi, işe yaramadı. Şimdi Lübnan’a sıçrama gayretinde.
Ülkemizin etrafı sarılmış vaziyette. (Dedem sağ olsaydı, “Dört etrafımız” derdi.)
Doğuda Çin-Tayvan gerilimi ateşe dönmek için bir işarete bakıyor.
Rus gemileri Küba’da ABD’yi gıdıklamak için hazır bekliyor.
Japonya-Çin gerginliği eskiden beri devam eden bir husus.
Kuzey Kore-Güney Kore, “Durun, siz kardeşsiniz!” uyarısını dikkate almaktan çok uzak.
Kafkasya mayın tarlası gibi.
Kıbrıs bile tek başına barut fıçısı. Fitil de epey kısa üstelik.
Bosna, Kosova, Sırbistan eski hesapları kapatmadı. Gerilmiş yay gibi bekliyorlar. Biri yüksek sesle bağırsa, bir çocuk mantar tabancası patlatsa eller tetiğe gidecek.
Hindistan ile Pakistan, kapışmak için fırsat arar gibi.
Yunanistan’daki üsler, oraları süslemek için kurulmadı herhâlde. ABD onca silah ve cephaneyi boşu boşuna getirmiş olamaz.
Güneyimizde bir terör devleti kurmak isteyenler o niyetlerini çelik çomakla gerçekleştirmeyi düşünmüyorlar.
Afrika’daki gerginlikleri göz ardı edemeyiz.
Buralarda ateş başlarsa, her taraf birbirine girer.
Ermenistan “Bizim başımız kel mi?” diyerek “İlkin Azerbaycan’a mı, yoksa Türkiye’ye mi saldıralım?” diye tartışıp bir yerden başlar.
Avrupa eski hesapları hatırlar. “Nerede birleşelim, nereden sonra birbirimizle kapışalım?” diye bakarlar.
Afrika da önce kendi arasında kapışır, sonra ne kadar insan ve silah kalırsa ona göre bir tarafa dâhil olur.
Avustralya birinci büyük savaşta kalkıp Çanakkale’ye kadar gelmişti. Bu sefer de bir ucundan tutacaktır.
Nükleer silahlar devreye girerse, dünyada harita diye bir şey kalmaz. Sınırlar ortadan kalkar. Karşılıklı ateşlenen nükleer bombalar sayesinde dünya dümdüz olur. Mevcut nükleer silahların dünyayı kırk defa yok edebilecek kapasiteye sahip olduğunu biliyoruz.
Biz yaşadık yaşayacağımız kadar da gençler, çocuklar, bebekler var. Onlara yazık olur.
Hiç değilse dünyanın ne kadar güzel, ne kadar çirkin, ne kadar rezil bir yer olduğunu anlayacak kadar yaşayabilseler.