Hevasını tanrılaştıranın psikolojisi

İnsan bir kimseyi neden tanrılaştırır? Ya kutsallığına inanır, ya sahip olduğu imkânları kaybetmek istemez ya da bir beklentisi vardır. Tanrılaştırılan eğer bir yönetici konumundaysa, o gittiğinde her şey allak bullak olur korkusu da onun tanrılaştırılmasına neden olabilir. Marazlı insanların başlarında görmek istedikleri, kendileri gibi biri değil, insanüstü vasıflar taşıyan biri olmalıdır.

BU çalışmada insan merkeze alınarak, insan, heva ve tanrı kavramları çerçevesinde, hevası peşinde sürüklenen insanın nasıl bir psikoloji içine girdiği irdelenecektir. Semantik bir tahlile girmeden bu üç kavramın (insan-heva-tanrı) açıklanması, konunun anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Sonra bu bağlamda insan ruhiyatını yansıtan birkaç ayet, psikolojik bakış açısıyla yorumlanmaya çalışılacaktır.

İslam düşüncesine göre ilk insan, topraktan belli bir süreç içinde yaratılmış, daha sonra anne ve babadan üremeye devam etmiştir. İnsanın gerek yaratılış serüveni, gerekse duygu dünyası karmaşık bir yapıya sahiptir. Allah, insanın tabiatına kendini ve hayatı tanıyabilecek birtakım özellikler yüklemiştir. Bu özellikleri olumlu ya da olumsuz yönde kullanmayı ise insanın kendine bırakmıştır. İnsana yüklenen özellikler arasında onu yücelten, huzur ve mutluluğa götürenler olduğu gibi, alçaltan, rezil eden ve köle haline getirenler de vardır.

İnsanı en iyi tanıyan, bilen ve yaratan Allah, Andolsun ki, insanı Biz yarattık. Bu yüzden Biz, onun içinden geçenleri dahi biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız[i] buyurur. Dolayısıyla insanın hangi durumlarda mutlu, hangi durumlarda mutsuz olacağını da en iyi bilen, insanı yaratan Rabbidir. Allah, insanın hep mutluluğunu murat etmiştir. Bu çerçevede mutluluğa ve mutsuzluğa götürecek yolları da gösterilmiş, seçme noktasında insana özgür bir irade verilmiştir.

İslam’a göre insan, artı veya eksi yönde özgür iradesiyle bir tercihte bulunabilir.[ii] İslam insandan ne melekleşme, ne şeytanlaşma, ne de hayvanlaşmasını ister. İnsana ruhî ve bedenî ihtiyaçlarını karşılamada, dünya ve ahiret için çalışmada bir denge gözetmesini tavsiye eder. Çünkü insan bunlardan birini ihmal ettiği zaman, normal insan ölçüleri dışına çıkar ve anormal davranışlar göstermeye başlar. Bu ise insanın mutsuzluğunun temel sebeplerinden biridir.

İnsan adalet, sabır, samimiyet, dürüstlük, sevgi, hoşgörü, cömertlik ve cimrilik gibi özelliklerini olumlu ya da olumsuz yönde kullanabilir. Bu olumlu kabul edilen özelliklerin yanında bir de olumsuz kabul edilen özellikler vardır. Bunlar insanın ilgi, arzu, istek ve menfaat alanına giren özellikleridir. Ancak bunlara salt olumsuz gözüyle bakmak doğru değildir. Çünkü insanın bunlara da ihtiyacı vardır. Yaratıcı, bunları lüzumsuz olarak yaratmamıştır. Ancak bunların bilinçli ve kontrollü kullanılması gerekir. Örneğin kontrolsüz hırs, insan için zararlıdır. Ancak insan, mal ve mülkünü hırsı sayesinde kazanır. Kontrol edilebilen ve denge gözetilen olumlu-olumsuz Allah’ın insana yüklediği her özellik, insanı insan yapan bir boyuta sahiptir. 

İnsan inanma, akıl yürütme ve hür düşünme kabiliyetine sahiptir, dolayısıyla sorumludur. Varlıklar içinde sadece insanın davranışı iyi veya kötü olarak değerlendirilebilir. Sorumluluğu olmayan bir varlık için bu niteleme yapılamaz. Çünkü akıl ve özgür irade varsa sorumluluk olur ki bu da sadece insana mahsustur.

İnsan tabiatında olumsuz kabul edilen özelliklerden biri de hevadır. İstek, arzu, heves, meyletme ve sevme gibi anlamlara gelen “heva”, dinî geleneğimizde akıl ve din tarafından yasaklanan kötü arzulara karşı nefsin meyli yahut doğruluk, hak ve faziletten saparak haz ve menfaatlere yönelen nefis manalarında kullanılmıştır.[iii] Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde geçen “heva” kelimesi, hep olumsuz anlamda yer almıştır.[iv] Nisâ Suresi’nin 135. ayetinde, her durumda adaleti ayakta tutmayı emreden ifadenin ardından gelen “Hevânıza uyarak sapmayın” buyruğu, adaletin mutlak oluşuna karşılık hevaların değişkenliğini gösterir. Bu bağlamda heva, başlıca yanlışa sapma sebeplerinden biri sayılmıştır.

İslam psikolojisinin öncülerinden sayılan Hâris el-Muhâsibî[v] (781-857), “Sana düşmanın (şeytanın) senden istediği şeyi elde edebilmesi, ancak nefsinin arzusuyla olur”[vi] der. Yani insanın başına ne gelirse, hepsi nefsinin hevası aracılığı ile gelir.


Tapma ile sapma arasında

“İlah” kelimesinin karşılığı olarak Türkçede “tanrı” kelimesi kullanılmıştır. İlk defa Orhun yazıtlarında taşa kazınan bu ismi Türkler, Müslüman olduktan sonra da bir müddet kullanmaya devam etmişlerse de zamanla onun yerini “Allah” ismi almıştır.[vii] Tanrı, genel olarak “tapınılan varlık” demektir. İslam geleneğinde evrenin tek yaratıcısı ve yöneticisi için özel olarak “Allah” ismi kullanılır.

Tanrıdan bahsediliyorsa, onu kutsayan bir de insan vardır. Ayrıca tanrı ile insan arasında tapınma şeklinde tezahür eden bir de abid-mabud ilişkisi söz konusudur.  Bu ilişki, tanrıya karşı inanç ve bağlılığı ifade etmek için belli hareketlerle davranışlara dönüşür. Örneğin büyük bir sevgiyle bağlanmak, aşkla sevmek, aşırı değer vermek, eşsiz bulmak, tutkun olmak, aşırı düşkünlük göstermek, varlığını onun varlığına bağlamak, teslim olmak, boyun eğmek ve yüceltmek gibi davranışlar tapma tezahürlerindendir.

Allah, Elçisi’ne, “Allah ile beraber başka bir tanrı edinmeyin. Zira ben size O’nun tarafından (gönderilen) açık bir uyarıcıyım[viii] beyanında bulunmasını emrederek insanları uyarmıştır. Başka bir ayette de “O, kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan Allah’tır[ix] buyurulur. Fakat insanların içinde Allah’tan başka varlıkları tanrı edinenlerin olduğu da başka bir ayette şöyle belirtilir: “Kimi insanlar bunca delile rağmen Allah’tan başka varlıkları tanrı yerine koyup O’na ortak koşmakta ve onları Allah’ı severcesine sevmektedirler…”[x]

Heva ve hevese uyma o kadar hassas bir konudur ki peygamberler dahi uyarılmışlardır. Örneğin, “Ey Davut! Biz seni bu ülkede hükümdar kıldık. O halde sen de insanları adalet ve hakkaniyetle yönet. Sakın heva ve hevesine uyma, yoksa seni Allah yolundan saptırır. Bil ki Allah yolundan sapanlara hesap gününü umursamadıklarından dolayı şiddetli bir azap vardır[xi] buyurulur.

Davut Peygamber’in yönetici olmasına ve adaletten ayrılmamasına vurgu yapılması dikkat çekicidir. Bu bağlamda yönetici olmanın heva ve hevese uyma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu da düşünülebilir.

Şimdi yazımızın baş tarafına tekrar dönecek olursak, insan tabiatında bazı olumsuz özelliklerin bulunduğunu ve onlardan birinin de heva olduğunu belirtmiş olduğumuzu göreceğiz. İnsan eğer sahip olduğu olumlu ya da olumsuz özelliğin dengesini kaybetmeye başlarsa anormalliğe doğru evrilir. Örneğin bir kimse kendini çok güçlü, üstün ve büyük görmeye başlarsa, bu hal nefsine hoş gelmeye başlar. Nefsine hoş gelen bu arzu ve istekleri, yani hevası, bir zaman sonra tanrılaştırılabilir. Tanrılaştırma, kişinin bizzat kendisine olabildiği gibi, siyasî bir lider, dinî bir önder veya güç ve iktidar sahibi herhangi biri de olabilir.

Burada iki zümre söz konusudur: Birincisi tanrılaştıranlar, diğeri ise tanrılaştırılanlar. Nitekim Allah, Elçisi’ni teselli babından kendi hevasını tanrılaştıran kişinin durumuyla ilgili şöyle buyurmaktadır: “Ey Peygamber! Heva ve hevesini, boş arzu ve isteklerini tanrı edinen kimseyi görüyorsun değil mi? Şimdi sen kalkıp böyle birini illa da imana getirmek durumunda mısın? (Bırak ne halleri varsa görsünler).”[xii] Böylece bu tip insanların normal insan vasfı dışına çıktıkları ve onları ikna etmek için çabalamaya gerek olmadığı vurgulanır.

Bazen insan, arzu ve isteklerine o kadar aşırı bağlanır ki adeta bunlar birer tanrı olur. Sevdiğini bir ilah gibi sevenlerin, arzu ve isteklerini tanrılaştıranların psikolojik yapısı marazî bir durum arz eder. Bu tip kimselerin sevdikleri kusursuzdur, hatasızdır, günahsızdır, her şeyin varlığı ona bağlıdır, onun olmaması felakettir, o varsa her şey vardır. Böyle bir psikolojiye saplanmış olan kişiyi bu durumdan kimsenin çıkaramayacağını Allah, Elçisi’ne şöyle haber veriyor: “(Ey peygamber!) Nefsinin arzusunu kendine tanrı edinen, hak ve hakikati bilmesine rağmen (ondan yüz çevirmeyi tercih ettiği için) Allah’ın da kendisini dalalette bıraktığı, kulaklarını ve kalbini mühürleyip gözlerine perde çektiği kimsenin haline ne demeli? Böyle bir kimseyi Allah’a rağmen kim doğru yola getirebilir?”[xiii]

Firavunlaşma unsuru “heva”

İnsan bir kimseyi neden tanrılaştırır? Ya kutsallığına inanır, ya sahip olduğu imkânları kaybetmek istemez ya da bir beklentisi vardır. Tanrılaştırılan eğer bir yönetici konumundaysa, o gittiğinde her şey allak bullak olur korkusu da[xiv] onun tanrılaştırılmasına neden olabilir. Marazlı insanların başlarında görmek istedikleri, kendileri gibi biri değil, insanüstü vasıflar taşıyan biri olmalıdır. Bu kişi lider değil, tapılan üstün vasıflara sahip bir tanrıdır. Tapan ise, karşısındakini yücelttikçe farkında olmadan kendini küçülten kimsedir. 

İnsan hayatında olaylara bağlı bazı dalgalanmalar olabilir. İnsanın kısa süreli şoka girmesiyle şuursuzca davranışlarda bulunması heva ve heves içinde değerlendirilemez. Çünkü kısa süreli şoklar atlatıldıktan sonra insan normal hayatına devam eder. Nitekim Hz. Ömer, Peygamberimiz’in (s.a.v.) vefatının ardından, “Bazı münafıklar Allah Resulü’nün öldüğünü iddia ediyorlar; Allah’a yemin erim ki o ölmedi. O, Musa gibi Rabbine gitti. O da soydaşlarından kırk gün uzaklaşmış, sonra geri dönmüştü. Soydaşları Musa’ya öldü demişlerdi. Allah’a yemin ederim ki Musa gibi Resulullah da geri dönecektir. O’nun öldüğünü söyleyenlerin el ve ayaklarını kesecektir”[xv] demişti. Ancak Hz. Ebu Bekir gerçeği anlatarak onu teskin ve ikna etmişti. O da normal hayata dönmüştür.

Tanrılaştırılanlara gelelim. Bu tiplerin arzu ve istekleri yerine getirildikçe, egoları da büyüdükçe büyür. Kendilerine yakıştırılan yüce sıfatları ise heva ve hevesleri hoş gösterir. Zaman geçtikçe öyle bir psikoloji içine girerler ki, kendilerini ayıplayanlara karşı hırçınlaşır ve saldırganlaşırlar. Çünkü onlar en büyüktürler ve eleştirilemezler. Çok az kimseyle görüşürler, zira erişilemezler. Her yaptıkları doğrudur, yanlışlarının söylenmesi ise büyüklüklerine gölge düşüreceğinden tahammül edilemez bir şeydir. Kendilerini büyük görenlerin dışındakileri ya yok sayar ya da ötekileştirirler, asla insanlara aynı gözle bakamazlar. Çünkü sadece kendilerini yüceltenlerin bir değer ve kıymeti vardır. Aslında farkında olmadan kendilerini tanrılaştırmaya başlarlar bu tipler. Kimseyi beğenmez, en büyük, en güçlü ve en saygın kimsenin kendileri olduklarını düşünürler.

Bu “en”ler çoğalır gider ve “en”lere dokunulmasına ve müdahale etmesine izin verilmez. İşte bu noktada, yukarıdaki ayette ifade edildiği gibi, kulaklarını tıkadıklarından gerçekleri duymaz bu kimseler. Doğruları görmek istemediklerinden gözlerine de perde çekilmiş olur. Kalplerini hayatın normal akışına kapattıkları için kalpleri mühürlemiş olur. Artık bu tipler normal değil, anormal birer insandırlar.

Kişi, tanrılaştırdığını büyüttükçe kendisini küçültür. Tanrılaştırılan ise bu yüceltmeden büyük bir keyif alır.[xvi] Tanrılaşma eğilimi çağrıştıran bazı psikolojik özellikleri şöyle sıralamak mümkündür: Üstünlük kompleksi, panaroid karakter ve tutkusu (sürekli şüphe ve insanlara güvensizlik), sürekli doyum arayan çelişkili duygu dünyası, tahammülsüzlükler ve benlik sevgisi -ki buna neden olan özgürlük içgüdüsü, sahip ve egemen olma isteğidir-. 

Gücünü, kuvvetini ve kudretini tanıyan, aklını duygularına hakem yapan insan, hevasının peşinde sürüklenmez, dengeli bir hayata sahip olur. İnsanın hayatı boyunca dengeli kalabilmesi için Allah, inanan kullarına her namazın her rekâtında, “ Bütün övgüler Âlemlerin Rabbi, sonsuz rahmet, sınırsız merhamet sahibi, hesap gününün yegâne hâkimi Allah’a mahsustur. (Rabbimiz!) Biz yalnız Sana boyun eğer, yalnız senden yardım dileriz. Sen bizi doğru yolda, kendilerine iman ve hidayette sebat lütfettiğin hayırlı kullarının yolunda yürüt. Senin gazabına uğrayanların, dalalete sapanların yollarına yöneltme bizi[xvii] demeyi farz kılmıştır. Bilinçli olarak yapılan bu tür dua ve ibadetler, insanın tanrılaşmasını engelleyen önemli bir etkendir.


Kaynakça

Hamdi Kalyoncu, Liderlere Tapınma Psikolojisi, Marifet Yayınları, İstanbul, 2001.

Haris el-Muhâsibî, er-Riâye, (Çev:. Şahin Filiz-Hülya Küçük, Nefs Muhasebesinin Temelleri) İnsan Yayınları, İstanbul, 2011.

Harun Güngör, “Tanrı”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Ankara, 1988-2013.

Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, (1. Baskı), Ankara,1993.

Muhammed Hüseyin Heykel, Hz. Muhammed’in Hayatı, (Çev:. Vahdettin İnce), C 1- 2, Yöneliş Yayınları, İstanbul, 2000.

Mustafa Çağırıcı, “Heva”,  Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Ankara, 1988-2013.

Mustafa Öztürk Kur’an’ı Kerim Meali, Düşün Yayıncılık (4. Baskı) İstanbul, 2013.

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “hvy” maddesi.


[i] Kaf suresi, 16. ayet.

[ii]Ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki” Şems suresi, 8. ayet. Ayrıca bkz.  “Ona kötülüğün ve iyiliğin iki yolunu da göstermedik mi?” Beled suresi, 10. ayet.

[iii] Mustafa Çağırıcı, “Heva”,  Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 17, s.274. Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “hvy” maddesi.

[iv] Kur’an’da on ayette tekil, on sekiz ayette de çoğul (ehvâ) olarak geçmektedir. Bkz. Mustafa Çağırıcı, agm. 

[v] Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, s. 28.

[vi] Hâris el-Muhâsibî, er-Riâye, (Çev:. Şahin Filiz-Hülya Küçük, Nefs Muhasebesinin Temelleri,) s. 421. 

[vii] Harun Güngör, “Tanrı”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 39, s. 570.

[viii] Zariyat suresi. 51. ayet.

[ix] Haşr suresi, 23. ayet.

[x] Bakara suresi, 165. ayet. Örneğin “Başbakan Allah’ın tüm vasıflarını üzerinde toplayan bir lider.” http://www.haber3.com/ (Erişim, 20.3.14). demek, normal dışı ve dengesizce söylenen bir ifadedir. Bu tür normal dışı ifadeler için bkz. http://bulentkenes.blogspot.com.tr/, (Erişim, 20.3.14).

[xi] Sad suresi, 26. ayet.

[xii] Furkan suresi,43. ayet

[xiii] Câsiye suresi, 23. ayet.

[xiv] Geniş bilgi için Bkz. Hamdi Kalyoncu, Liderlere Tapınma Psikolojisi, s. 129-138.

[xv] Muhammed Hüseyin Heykel, Hz. Muhammed’in Hayatı, C 2, s. 385.

[xvi] Yönetimle ilgili yeteneklere sahip olanlar bu yeteneklerin uyandırdığı yönetme arzu ve isteklerini tatmin etmek ister, çünkü  “Bu tatminin insanoğlunun tattığı en yüksek hazlardan biri olduğu, hatta cinsel hazzı bile geride bıraktığı ifade edilir”. Bkz. Hamdi Kalyoncu, age, s. 13.

[xvii] Fatiha suresi, 1-7. ayetler.