BU çalışmada insan
merkeze alınarak, insan, heva ve tanrı kavramları çerçevesinde, hevası peşinde sürüklenen
insanın nasıl bir psikoloji içine girdiği irdelenecektir. Semantik bir tahlile
girmeden bu üç kavramın (insan-heva-tanrı) açıklanması, konunun anlaşılmasına katkı
sağlayacaktır. Sonra bu bağlamda insan ruhiyatını yansıtan birkaç ayet,
psikolojik bakış açısıyla yorumlanmaya çalışılacaktır.
İslam düşüncesine göre ilk insan, topraktan
belli bir süreç içinde yaratılmış, daha sonra anne ve babadan üremeye devam
etmiştir. İnsanın gerek yaratılış serüveni, gerekse duygu dünyası karmaşık bir
yapıya sahiptir. Allah, insanın tabiatına kendini ve hayatı tanıyabilecek birtakım
özellikler yüklemiştir. Bu özellikleri olumlu ya da olumsuz yönde kullanmayı ise
insanın kendine bırakmıştır. İnsana yüklenen özellikler arasında onu yücelten,
huzur ve mutluluğa götürenler olduğu gibi, alçaltan, rezil eden ve köle haline
getirenler de vardır.
İnsanı en iyi tanıyan, bilen ve yaratan Allah,
“Andolsun ki, insanı Biz yarattık. Bu yüzden Biz, onun içinden geçenleri
dahi biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız”[i]
buyurur. Dolayısıyla insanın hangi durumlarda mutlu, hangi durumlarda
mutsuz olacağını da en iyi bilen, insanı yaratan Rabbidir. Allah, insanın hep
mutluluğunu murat etmiştir. Bu çerçevede mutluluğa ve mutsuzluğa götürecek
yolları da gösterilmiş, seçme noktasında insana özgür bir irade verilmiştir.
İslam’a göre insan, artı veya eksi yönde özgür
iradesiyle bir tercihte bulunabilir.[ii] İslam
insandan ne melekleşme, ne şeytanlaşma, ne de hayvanlaşmasını ister. İnsana ruhî
ve bedenî ihtiyaçlarını karşılamada, dünya ve ahiret için çalışmada bir denge
gözetmesini tavsiye eder. Çünkü insan bunlardan birini ihmal ettiği zaman,
normal insan ölçüleri dışına çıkar ve anormal davranışlar göstermeye başlar. Bu
ise insanın mutsuzluğunun temel sebeplerinden biridir.
İnsan adalet, sabır, samimiyet, dürüstlük,
sevgi, hoşgörü, cömertlik ve cimrilik gibi özelliklerini olumlu ya da olumsuz
yönde kullanabilir. Bu olumlu kabul edilen özelliklerin yanında bir de olumsuz
kabul edilen özellikler vardır. Bunlar insanın ilgi, arzu, istek ve menfaat
alanına giren özellikleridir. Ancak bunlara salt olumsuz gözüyle bakmak doğru
değildir. Çünkü insanın bunlara da ihtiyacı vardır. Yaratıcı, bunları lüzumsuz
olarak yaratmamıştır. Ancak bunların bilinçli ve kontrollü kullanılması
gerekir. Örneğin kontrolsüz hırs, insan için zararlıdır. Ancak insan, mal ve
mülkünü hırsı sayesinde kazanır. Kontrol edilebilen ve denge gözetilen
olumlu-olumsuz Allah’ın insana yüklediği her özellik, insanı insan yapan bir
boyuta sahiptir.
İnsan inanma, akıl yürütme ve hür düşünme
kabiliyetine sahiptir, dolayısıyla sorumludur. Varlıklar içinde sadece insanın
davranışı iyi veya kötü olarak değerlendirilebilir. Sorumluluğu olmayan bir
varlık için bu niteleme yapılamaz. Çünkü akıl ve özgür irade varsa sorumluluk
olur ki bu da sadece insana mahsustur.
İnsan tabiatında olumsuz kabul edilen
özelliklerden biri de hevadır. İstek, arzu, heves, meyletme ve sevme gibi
anlamlara gelen “heva”, dinî geleneğimizde akıl ve din tarafından
yasaklanan kötü arzulara karşı nefsin meyli yahut doğruluk, hak ve faziletten
saparak haz ve menfaatlere yönelen nefis manalarında kullanılmıştır.[iii] Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde geçen “heva” kelimesi, hep
olumsuz anlamda yer almıştır.[iv] Nisâ Suresi’nin 135. ayetinde, her
durumda adaleti ayakta tutmayı emreden ifadenin ardından gelen “Hevânıza uyarak sapmayın” buyruğu,
adaletin mutlak oluşuna karşılık hevaların değişkenliğini gösterir. Bu bağlamda heva, başlıca yanlışa sapma
sebeplerinden biri sayılmıştır.
İslam psikolojisinin öncülerinden sayılan Hâris el-Muhâsibî[v] (781-857), “Sana düşmanın (şeytanın) senden istediği şeyi elde edebilmesi, ancak nefsinin arzusuyla olur”[vi] der. Yani insanın başına ne gelirse, hepsi nefsinin hevası aracılığı ile gelir.
Tapma
ile sapma arasında
“İlah”
kelimesinin karşılığı olarak Türkçede “tanrı” kelimesi kullanılmıştır. İlk defa
Orhun yazıtlarında taşa kazınan bu ismi Türkler, Müslüman olduktan sonra da bir
müddet kullanmaya devam etmişlerse de zamanla onun yerini “Allah” ismi
almıştır.[vii] Tanrı, genel olarak “tapınılan
varlık” demektir. İslam geleneğinde evrenin tek yaratıcısı ve yöneticisi için özel olarak “Allah” ismi
kullanılır.
Tanrıdan bahsediliyorsa, onu kutsayan bir de insan vardır.
Ayrıca tanrı ile insan arasında tapınma şeklinde tezahür eden bir de abid-mabud
ilişkisi söz konusudur. Bu ilişki,
tanrıya karşı inanç ve bağlılığı ifade etmek için belli hareketlerle
davranışlara dönüşür. Örneğin büyük bir sevgiyle bağlanmak, aşkla sevmek, aşırı
değer vermek, eşsiz bulmak, tutkun olmak, aşırı düşkünlük göstermek, varlığını
onun varlığına bağlamak, teslim olmak, boyun eğmek ve yüceltmek gibi
davranışlar tapma tezahürlerindendir.
Allah, Elçisi’ne, “Allah
ile beraber başka bir tanrı edinmeyin. Zira ben size O’nun tarafından
(gönderilen) açık bir uyarıcıyım”[viii]
beyanında bulunmasını emrederek insanları uyarmıştır. Başka bir ayette de “O, kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan
Allah’tır”[ix]
buyurulur. Fakat insanların içinde Allah’tan başka varlıkları tanrı
edinenlerin olduğu da başka bir ayette şöyle belirtilir: “Kimi insanlar bunca delile rağmen Allah’tan başka varlıkları tanrı
yerine koyup O’na ortak koşmakta ve onları Allah’ı severcesine sevmektedirler…”[x]
Heva ve hevese uyma o kadar hassas bir konudur ki peygamberler
dahi uyarılmışlardır. Örneğin, “Ey Davut!
Biz seni bu ülkede hükümdar kıldık. O halde sen de insanları adalet ve
hakkaniyetle yönet. Sakın heva ve hevesine uyma, yoksa seni Allah yolundan
saptırır. Bil ki Allah yolundan sapanlara hesap gününü umursamadıklarından
dolayı şiddetli bir azap vardır”[xi] buyurulur.
Davut Peygamber’in yönetici olmasına ve adaletten
ayrılmamasına vurgu yapılması dikkat çekicidir. Bu bağlamda yönetici olmanın
heva ve hevese uyma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu da düşünülebilir.
Şimdi yazımızın baş tarafına tekrar dönecek olursak, insan
tabiatında bazı olumsuz özelliklerin bulunduğunu ve onlardan birinin de heva
olduğunu belirtmiş olduğumuzu göreceğiz. İnsan eğer sahip olduğu olumlu ya da
olumsuz özelliğin dengesini kaybetmeye başlarsa anormalliğe doğru evrilir.
Örneğin bir kimse kendini çok güçlü, üstün ve büyük görmeye başlarsa, bu hal nefsine
hoş gelmeye başlar. Nefsine hoş gelen bu arzu ve istekleri, yani hevası, bir
zaman sonra tanrılaştırılabilir. Tanrılaştırma, kişinin bizzat kendisine
olabildiği gibi, siyasî bir lider, dinî bir önder veya güç ve iktidar sahibi
herhangi biri de olabilir.
Burada iki zümre söz konusudur: Birincisi tanrılaştıranlar,
diğeri ise tanrılaştırılanlar. Nitekim Allah, Elçisi’ni teselli babından kendi
hevasını tanrılaştıran kişinin durumuyla ilgili şöyle buyurmaktadır: “Ey
Peygamber! Heva ve hevesini, boş arzu ve
isteklerini tanrı edinen kimseyi görüyorsun değil mi? Şimdi sen kalkıp böyle
birini illa da imana getirmek durumunda mısın? (Bırak ne halleri varsa görsünler).”[xii] Böylece
bu tip insanların normal insan vasfı dışına çıktıkları ve onları ikna etmek
için çabalamaya gerek olmadığı vurgulanır.
Bazen insan, arzu ve isteklerine o kadar aşırı bağlanır ki
adeta bunlar birer tanrı olur. Sevdiğini bir ilah gibi sevenlerin, arzu ve
isteklerini tanrılaştıranların psikolojik yapısı marazî bir durum arz eder. Bu
tip kimselerin sevdikleri kusursuzdur, hatasızdır, günahsızdır, her şeyin
varlığı ona bağlıdır, onun olmaması felakettir, o varsa her şey vardır. Böyle
bir psikolojiye saplanmış olan kişiyi bu durumdan kimsenin çıkaramayacağını
Allah, Elçisi’ne şöyle haber veriyor: “(Ey peygamber!) Nefsinin arzusunu kendine tanrı edinen, hak ve hakikati bilmesine
rağmen (ondan yüz çevirmeyi tercih ettiği için) Allah’ın da kendisini dalalette
bıraktığı, kulaklarını ve kalbini mühürleyip gözlerine perde çektiği kimsenin haline
ne demeli? Böyle bir kimseyi Allah’a rağmen kim doğru yola getirebilir?”[xiii]
Firavunlaşma unsuru “heva”
İnsan bir kimseyi neden tanrılaştırır? Ya kutsallığına inanır,
ya sahip olduğu imkânları kaybetmek istemez ya da bir beklentisi vardır.
Tanrılaştırılan eğer bir yönetici konumundaysa, o gittiğinde her şey allak
bullak olur korkusu da[xiv] onun
tanrılaştırılmasına neden olabilir. Marazlı insanların başlarında görmek
istedikleri, kendileri gibi biri değil, insanüstü vasıflar taşıyan biri
olmalıdır. Bu kişi lider değil, tapılan üstün vasıflara sahip bir tanrıdır. Tapan
ise, karşısındakini yücelttikçe farkında olmadan kendini küçülten
kimsedir.
İnsan hayatında olaylara bağlı bazı dalgalanmalar olabilir.
İnsanın kısa süreli şoka girmesiyle şuursuzca davranışlarda bulunması heva ve
heves içinde değerlendirilemez. Çünkü kısa süreli şoklar atlatıldıktan sonra
insan normal hayatına devam eder. Nitekim Hz. Ömer, Peygamberimiz’in (s.a.v.)
vefatının ardından, “Bazı münafıklar Allah Resulü’nün öldüğünü iddia ediyorlar;
Allah’a yemin erim ki o ölmedi. O, Musa gibi Rabbine gitti. O da soydaşlarından
kırk gün uzaklaşmış, sonra geri dönmüştü. Soydaşları Musa’ya öldü demişlerdi.
Allah’a yemin ederim ki Musa gibi Resulullah da geri dönecektir. O’nun öldüğünü
söyleyenlerin el ve ayaklarını kesecektir”[xv]
demişti. Ancak Hz. Ebu Bekir gerçeği anlatarak onu teskin ve ikna etmişti. O da
normal hayata dönmüştür.
Tanrılaştırılanlara gelelim. Bu tiplerin arzu ve istekleri
yerine getirildikçe, egoları da büyüdükçe büyür. Kendilerine yakıştırılan yüce
sıfatları ise heva ve hevesleri hoş gösterir. Zaman geçtikçe öyle bir psikoloji
içine girerler ki, kendilerini ayıplayanlara karşı hırçınlaşır ve saldırganlaşırlar.
Çünkü onlar en büyüktürler ve eleştirilemezler. Çok az kimseyle görüşürler, zira
erişilemezler. Her yaptıkları doğrudur, yanlışlarının söylenmesi ise büyüklüklerine
gölge düşüreceğinden tahammül edilemez bir şeydir. Kendilerini büyük görenlerin
dışındakileri ya yok sayar ya da ötekileştirirler, asla insanlara aynı gözle
bakamazlar. Çünkü sadece kendilerini yüceltenlerin bir değer ve kıymeti vardır.
Aslında farkında olmadan kendilerini tanrılaştırmaya başlarlar bu tipler.
Kimseyi beğenmez, en büyük, en güçlü ve en saygın kimsenin kendileri olduklarını
düşünürler.
Bu “en”ler çoğalır gider ve “en”lere dokunulmasına ve
müdahale etmesine izin verilmez. İşte bu noktada, yukarıdaki ayette ifade
edildiği gibi, kulaklarını tıkadıklarından gerçekleri duymaz bu kimseler.
Doğruları görmek istemediklerinden gözlerine de perde çekilmiş olur. Kalplerini
hayatın normal akışına kapattıkları için kalpleri mühürlemiş olur. Artık bu
tipler normal değil, anormal birer insandırlar.
Kişi, tanrılaştırdığını büyüttükçe kendisini küçültür.
Tanrılaştırılan ise bu yüceltmeden büyük bir keyif alır.[xvi]
Tanrılaşma eğilimi çağrıştıran bazı psikolojik özellikleri şöyle sıralamak
mümkündür: Üstünlük kompleksi, panaroid karakter ve tutkusu (sürekli şüphe ve
insanlara güvensizlik), sürekli doyum arayan çelişkili duygu dünyası,
tahammülsüzlükler ve benlik sevgisi -ki buna neden olan özgürlük içgüdüsü,
sahip ve egemen olma isteğidir-.
Gücünü, kuvvetini ve kudretini tanıyan, aklını duygularına
hakem yapan insan, hevasının peşinde sürüklenmez, dengeli bir hayata sahip
olur. İnsanın hayatı boyunca dengeli kalabilmesi için Allah, inanan kullarına
her namazın her rekâtında, “ Bütün
övgüler Âlemlerin Rabbi, sonsuz rahmet, sınırsız merhamet sahibi, hesap gününün
yegâne hâkimi Allah’a mahsustur. (Rabbimiz!) Biz yalnız Sana boyun eğer, yalnız
senden yardım dileriz. Sen bizi doğru yolda, kendilerine iman ve hidayette
sebat lütfettiğin hayırlı kullarının yolunda yürüt. Senin gazabına
uğrayanların, dalalete sapanların yollarına yöneltme bizi”[xvii] demeyi
farz kılmıştır. Bilinçli olarak yapılan bu tür dua ve ibadetler, insanın
tanrılaşmasını engelleyen önemli bir etkendir.
Kaynakça
Hamdi Kalyoncu,
Liderlere Tapınma Psikolojisi, Marifet Yayınları, İstanbul, 2001.
Haris
el-Muhâsibî, er-Riâye, (Çev:. Şahin Filiz-Hülya Küçük, Nefs Muhasebesinin
Temelleri) İnsan Yayınları, İstanbul, 2011.
Harun Güngör, “Tanrı”, Türkiye Diyanet
Vakfı İslam Ansiklopedisi, Ankara, 1988-2013.
Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, (1. Baskı), Ankara,1993.
Muhammed Hüseyin Heykel,
Hz. Muhammed’in Hayatı, (Çev:. Vahdettin İnce), C 1- 2, Yöneliş Yayınları,
İstanbul, 2000.
Mustafa Çağırıcı, “Heva”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
Ankara, 1988-2013.
Mustafa Öztürk Kur’an’ı
Kerim Meali, Düşün Yayıncılık (4. Baskı) İstanbul, 2013.
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “hvy” maddesi.
[i] Kaf suresi, 16. ayet.
[ii] “Ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve
kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki” Şems suresi, 8. ayet. Ayrıca
bkz. “Ona kötülüğün ve iyiliğin iki yolunu da göstermedik mi?” Beled
suresi, 10. ayet.
[iii] Mustafa Çağırıcı,
“Heva”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, C 17, s.274. Râgıb
el-İsfahânî, el-Müfredât, “hvy” maddesi.
[iv] Kur’an’da on
ayette tekil, on sekiz ayette de çoğul (ehvâ) olarak geçmektedir. Bkz. Mustafa
Çağırıcı, agm.
[v] Hayati Hökelekli,
Din Psikolojisi, s. 28.
[vi] Hâris el-Muhâsibî, er-Riâye, (Çev:.
Şahin Filiz-Hülya Küçük, Nefs Muhasebesinin Temelleri,) s. 421.
[vii] Harun Güngör,
“Tanrı”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 39, s. 570.
[viii] Zariyat suresi.
51. ayet.
[ix] Haşr suresi, 23.
ayet.
[x] Bakara suresi, 165. ayet. Örneğin “Başbakan Allah’ın
tüm vasıflarını üzerinde toplayan bir lider.” http://www.haber3.com/ (Erişim,
20.3.14). demek, normal dışı ve dengesizce söylenen bir ifadedir. Bu tür normal
dışı ifadeler için bkz. http://bulentkenes.blogspot.com.tr/,
(Erişim, 20.3.14).
[xi] Sad suresi, 26.
ayet.
[xii] Furkan suresi,43. ayet
[xiii] Câsiye suresi, 23. ayet.
[xiv] Geniş bilgi için Bkz. Hamdi Kalyoncu, Liderlere
Tapınma Psikolojisi, s. 129-138.
[xv] Muhammed Hüseyin
Heykel, Hz. Muhammed’in Hayatı, C 2, s. 385.
[xvi] Yönetimle ilgili yeteneklere sahip olanlar bu
yeteneklerin uyandırdığı yönetme arzu ve isteklerini tatmin etmek ister,
çünkü “Bu tatminin insanoğlunun tattığı
en yüksek hazlardan biri olduğu, hatta cinsel hazzı bile geride bıraktığı ifade
edilir”. Bkz. Hamdi Kalyoncu, age, s. 13.