
ÇOCUKLUĞUMUZDAN beri bildiğimiz, Hanefî mezhebi kurucusu İmam-ı Azam
Ebu Hanife’nin babası Numan Bin Sabit Hazretlerinin elma hikâyesi,
helâlleşmenin İslâmî boyutu konusunda bize çok net bilgiler verir. Kısaca
hatırlayalım dilerseniz…
Numan Bin Sabit Hazretleri, dereden abdest alırken
suyun üzerinde gördüğü elmayı alıp, ancak suyunun tadını alabilecek kadar
ısırır. Pişman olup helâllik almak için elmanın sahibini bulur. Elmanın sahibi,
iki sene bahçesinde çalışması karşılığında hakkını helâl edeceğini söyler. İki
sene çalışıp kendisinden tekrar helâllik istediğinde, gözleri kör, kulakları
sağır ve topal kızı ile evlenirse helâlleşebileceğini öğrenir ve nikâhı kabul
eder.
Nikâhlandıktan sonra yüzünü açtığı eşinin söylenen
kusurların aksine çok güzel olduğunu görünce hata olduğunu zannederek babasına
gider ve bunun, kendi imânının dünyadaki hediyesi olduğunu anlar.
Haramla helâl arasında bazen ne kadar ince bir çizgi
olduğunu, kul hakkıyla bu dünyadan göçüp gitmemek için bir müminin nelere râzı
olacağını ve helâlleşmenin ne kadar önemli olduğunu göstermesi açısından
okullarda da okutulması gereken bir hikâyedir.
Bir kişinin -bilerek ya da bilmeyerek- biri ya da
birilerine karşı yaptığı haksızlık, hakkını yeme, dedikodusunu ya da gıybetini
yapma, hatta aklından kötü niyet geçirme gibi eylemlerden dolayı, “Ben sana
şunu şunu yaptım” diyerek muhatabından af dilemesi ve muhatabın da haklarından
vazgeçip kendisini affetmesine “helâlleşme” denir. Ölüm döşeğinde, savaşa
giderken, yolculuğa çıkarken istenen genel helâlleşmeler de kıymetlidir
elbette. Ama ortaya çıkıp, “Ey ahâli, bana hakkınızı helâl edin!” demek,
gazetelere ilân verip helâllik istemek önemli bir adım olsa da asla kesin çözüm
değildir. Zira hak gaspına uğrayan herkesten, gasp edilen hakkına binâen
helâllik istemek evlâdır.
Tabiî bir topluma yöneticilik yapanların, devlet adına
yapılan yanlışlar için vatandaşlarından helâllik istemesi müstesna…
Tabiî, işin içine siyaset girince mağdurun hakkını
helâl etmesi daha bir zorlaşır.
Aslında itikâdî bir kavramdır “helâlleşmek”. Siyaseten
kullanılırsa içini doldurmak, inandırmak, sonuç almak zor olur. Kuruluşundan
itibaren İslâm’la kavga hâlinde olan bir partinin, bugün helâlleşme kavramı
üzerinden yürüttüğü politikanın itikâdî mi, siyâsî mi olduğu konusu ise
tartışılamaz bile.
Devletler kendi tarihleri ve hatalarıyla
yüzleşebilirler. Yanlışlarından dolayı mağdurlardan özür dileyebilirler. Hatta
bunun karşılığını tazminat olarak ödemek zorunda da kalabilirler. Ancak bunun
adı helâlleşme değil, hesaplaşmadır olsa olsa. Zira bu tür yüzleşmelerde, hak
gaspına sebep olan yöneticiler de, mağdur ettikleri de hayatta değildirler
genellikle. Dolayısıyla iade edilecek haklar da, ödenecek tazminatlar da failin
mağdurdan helâllik almasına yetmez.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, yeni bir politik
hamle ile çıktı karşımıza. Seyyid olduğu iddiasına rağmen Alevîliğinden
kimsenin şüphe duymadığı, Cuma namazına bile gitmeyen, akşam ezanı okunmadan
iftar sofrasında oruç açacak veya “İllâ ömür boyu (türban) takacaksın diye bir
kural mı var?” diyecek kadar İslâm’dan bîhaber birinin helâlleşme telaşı
enteresan geldi çoğumuza.
Peki, Kemal
Bey kimden ve kim adına helâllik isteyecek acaba? Kendi adına mı, kurumsal olarak CHP adına mı?
Kendi adına helâllik isteyecekse, Deniz Baykal’dan
başlaması gerekir bence; Baykal gerçekten yüz kızartıcı bir suç işlemiş olsa
bile, kurulan kumpasta Kemal Bey’in dahli olmasa bile, o kumpasa basamak olduğu
ve Baykal’a verdiği “Aday olmam” sözünü tutmadığı için… Daha sonra Muharrem
İnce’ye gitmeli helâlleşmeye; tapulu malı gibi kullandığı genel başkanlık
koltuğunu kaptırmamak için, cumhurbaşkanlığı seçiminde aldığı sonuçtan da
anlaşılacağı gibi kendisinden daha büyük bir kitlenin güvenini kazanmış olan
İnce’nin önüne kurduğu Çin Seddi’nden dolayı…
Sonra kendi partisinden gönderdiği ulusalcıları
gezmeli teker teker, “Ben sizin, partinin aslî unsurları olduğunuzu unuttum”
diyerek…
Ve en son ekran karşısına çıkıp, önce kendi seçmeninden,
sonra da tüm vatandaşlardan helâllik istemeli “‘Seçilemezsem istifa ederim’
dedim, etmedim. Bir gün söylediğimi diğer gün inkâr ettim. PKK’lıları, FETÖ’cüleri
hapisten kurtarma hayâlleri kurdum. Terör partisi Meclis’e girsin de AK Parti
daha az güçlü olsun diye her evden HDP’ye bir oy verdirdim” diyerek.
CHP’nin kurumsal kimliği adına helâllik isteyecekse,
durum biraz daha karışık tabiî. Acaba 1923’ten mi başlayacak helâlleşilecek
kusurlar, CHP’yi kuran İttihatçıların Abdülhamid Han’a yaptıkları darbeye kadar
mı gidecek, yoksa İnönü CHP’si mi milât olacak?
Bugün genel olarak CHP’lilerin iddiası, Atatürk’ün
partisi olmaya devam ettikleri, bir kısmının ise Atatürk’ün CHP’sine geri dönme
ihtiyacıdır. Sonuç olarak hepsi de 1923 CHP’sini sahiplenirler. İddiaları odur
ki, Cumhuriyet’in kurucu partisidir CHP.
Birincisi, Cumhuriyet’i kuran, bir parti değil, tek
kişidir. İkincisi, yeni bir devlet kurmak için eskisinin yıkılması gerekir. İşte
bu yüzden, Cumhuriyet’i kuranlar, Osmanlı’yı yıkmışlardır. Tarihte defalarca
karşılaştığımız, iki Türk devletinin ya da beyliğinin savaşarak birbirinin
diğerini kendi sancağı altında toplamasına, böylece hâkimiyet alanını genişletmesine
benzemeyen bir şekilde, var olan bir Türk devleti, aynı toprak parçası üzerinde
başka bir Türk devleti kurmak için yıkılmıştır. Bunun adı darbedir. Hem de
aynen 15 Temmuz’da olduğu gibi, devletinin ordusunu, mühimmatını ve parasını kullanarak
yapılmış bir darbe... Zaten CHP’nin darbecilerin tarafında olma geleneği,
1909’da Abdülhamid Han’a, 1922’de Sultan Vahideddin’e karşı yapılan darbelerden
gelmektedir.
İşte tam da bu yüzden, yaşadığı ilk darbe girişiminde
tankların arasından geçip kahve davetine gitmiş olsa da darbelere karşı
olduğunu her fırsatta dile getiren Kılıçdaroğlu, kurumsal bir helâllik
isteyecekse, temsil ettiği partinin kurucularının yaptığı darbelerin
mağdurlarından helâllik isteyerek başlamak zorundadır.
Sonra tüm İslâm âlemi ile kendilerini başsız bıraktığı
için helâlleşmelidir. Daha sonra sırayla, Müslüman halkı ikna için anayasaya
koyulmuş olan “Türkiye Devleti’nin dini,
Din-i İslâm’dır” maddesinin kaldırılmasından
dolayı, İslâm adına Sakarya’da, Dumlupınar’da, İzmir’de Yunan’la savaşırken
şehit düşenlerden, gâzi olanlardan, Kur’ân-ı Kerîm’i anlayamasın, gerçek tarihi
okuyamasın diye değiştirilen alfabeden dolayı 1920’den sonra doğanlardan, şapka
giymediği için asılan İskilipli Atıf Hoca’dan, şapka protestoları yüzünden
bombalanan Rize’den, Şeyh Said İsyanı’nın ardından iki kere sürgün edilip
köyleri yakılan ailelerden helâllik istemelidir…
CHP güdümlü 1960 Darbesi’nin sonunda idam edilen Adnan
Menderes’ten, Fatin Rüştü Zorlu’dan, Hasan Polatkan’dan ve ailelerinden
helâllik almalıdır.
60 Darbesi’nden bugüne kadar, 61 yıl içinde toplam 2
bin 158 gün yani 6 yıldan daha az süre, hem de sadece koalisyonlar sayesinde
iktidar koltuğunda oturabilmiş olan CHP, helâlleşme serüvenini 1960’la birlikte
bırakabilir belki. Sonuçta tek başına icrâ mâkâmına oturmadığını savunabilir.
Ancak bilinen bir gerçek var ki, Cumhuriyet’i kuran zihniyetin yetiştirdiği
parti geleneği, Türkiye Cumhuriyeti’nin kılcal damarlarına kadar sızmış ve
iktidar hangi partide olursa olsun, devlet aklı 80 yıl boyunca CHP zihniyetinden
kurtulamamıştır. O hâlde son 61 yılın 42’sindeki eziyetlerden de CHP’yi sorumlu
tutmak ve her biri için muhatabıyla helâlleşmek gerekebilir.
O hâlde birkaç paragraf önce bitirdiğimiz yerden devam
edelim: “Peki, Kemal Bey kimden ve kim adına helâllik isteyecek acaba?”
Bu sorunun cevabını da yine kendisi vermiş aslında.
“28 Şubatçıların açtığı yaraları kapatıp
helâlleşeceğiz. İkna odalarına sokulan başı kapalı kızlarımızla helâlleşeceğiz.
Roboski ile helâlleşeceğiz. Bakın, hukuk başka, helâlleşme başka! İnsanlara
devlet tazminat ödeyecek ama bir taraftan da helâlleşeceğiz. Sivas,
Kahramanmaraş mağdurlarıyla helâlleşeceğiz.
Diyarbakır Hapishanesi mahkûmları ile helâlleşeceğiz.
Mahalleleri gasp edilip sürülen ve mahallelerine lüks siteler dikilen
Romanlarla helâlleşeceğiz. Varlık Vergileri altında inim inim inleyen
azınlıklarla, 6-7 Eylül olaylarının mağdurlarıyla helâlleşeceğiz. Mahkemelerde
süründürülen askerlerimiz ve aileleri ile helâlleşeceğiz. Bugün Londra’ya göç
etmiş en parlak beyinlerimiz ile helâlleşeceğiz. Ali İhsan (İsmail) Korkmaz’ın
ailesiyle helâlleşeceğiz. Soma ile helâlleşeceğiz.
Darbeciler tarafından, bir sağdan bir solda gencecik
çocuklarımız asıldı bu ülkede; bir sağdan, bir soldan o insanlarımızla
helâlleşeceğiz. 9 yaşındaki oğlu Arda Sel’i kaybeden ve mahkemelerde
süründürülen Mısra Öz ile helâlleşeceğiz. Ahmet Kaya ile helâlleşeceğiz.
Helâlleşeceğiz dostlarım ve yakın bir gelecekte bir
gün çocuklarımız, geçmişe baktıklarında, ‘Neler olmuş ama önümüze bakmayı
bilmişiz. Helâl olsun onlara!’ diyecekler…”
Kimse de demedi ki, “Yahu, sen CHP olarak bunlardan
sadece Maraş ve Sivas Olayları döneminde iktidardın! Kendi sebep olmadığın
olaylardan dolayı neden özür dileyecek, ne hakla helâllik isteyeceksin?”.
Evet, Kılıçdaroğlu’nun gerçek derdi özür ve helâlleşme
olsaydı, Demokrat Parti ve AK Parti dönemindeki sorunlu konuları öne çıkarmaz,
Ali İsmail Korkmaz’ın adının yanında Yasin Börü’yü de anardı. 6-7 Eylül’ü
lânetlerken 6-8 Ekim’i de unutmazdı. Londra’ya göç etmiş parlak beyinlerden
bahsederken, naaşı bile öz vatanına sokulmayan, Mustafa Kemal’in ifadesiyle
“Tarihin en dürüst yöneticisi” Sultan Vahideddin’in bitmeyen sürgününü
hatırlardı. Tren kazasında hayatını kaybeden Arda Sel’in hakkını ararken, aylardır
lâl olduğu ve her geçen gün üzerine bir yenisi eklenen parti teşkilâtları ve
belediyelerindeki taciz ve tecavüz mağdurlarının kaybolan iffetlerini arardı.
Ama yok!
Onun derdi, ittifakı büyütmek…
O gidecek, PKK’ya gönül vermiş Kürtlerden, devletine
düşman FETÖ’cülerden, memleketi satmayı âdet hâline getirmiş Ermenilerden özür
dileyip helâllik isteyecek. Aklına Diyarbakır Anneleri gelmedi, gelmeyecek. “Benim
partim camileri sattı, ahıra çevirdi, ezanı Arapça okumayı yasakladı,
Ayasofya’yı kapattı” demeyecek ama teknik olarak sorumlu olmadığı 28 Şubat’ın
ikna odalarından geçen kızlarımızdan özür dileyecek. Biz de bunu masum bir
helâlleşme olarak göreceğiz, öyle mi?
Bütün yurdu dolaşacakmış bunun için. İyi Parti’den
başlamış helâlleşmeye herhâlde “Bu tezkereye ‘Evet’ demek devlete ihanettir”
diyerek hain ilân ettiği ortağını biraz yumuşatmak için... Sonra da Edirne’ye
gidecektir muhtemelen hâlâ cezaevinden kurtaramadığı kankası Selo ile
helâlleşmek için… Oradan da ver elini Silivri’deki Kavala!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendi iktidarındaki somut
olaylar için beşerî ve itikâdî sebeplerle vatandaşından helâllik istediğinde, “Helâlleşme
olayı sadece insanları avutmak, duygularını sömürmek amacıyla yapılan beyhude
bir çabadır” diyen Kılıçdaroğlu, kendi olayını nasıl izah edecek dersiniz?
Amacı anlamak isteyen sonuca baksın o hâlde. Helâlleşme
lâfı çıktığından beri, dışarıdan FETÖ tayfası, içeride ise Ahmet Türk’ünden
Demirtaş’ına PKK tayfası sahiplendi bu işi. Yalnız yine de Kılıçdaroğlu için en
büyük tehlike, CHP’nin içinde! Linç kapıda, demedi demeyin…