RASULULLAH çok duygusal bir insandı ve O’nu çok üzdüler. Bazı günler uzun uzun ağlamıştır belki. Sevdiklerini kaybettiği için boğazında çok düğüm kalmıştır. Hayatında yutkunmak zorunda olduğu çok zaman olmuştur.
Belki O da bazen çok geç kalmış gibi hissetmiştir. Hazreti Ebubekir’e anlatmıştır, uzun uzun dertleşmişlerdir, kim bilir? Hazreti Ebubekir O’nu çok defa teselli etmiştir. Ve bir ekmeği bölüştükleri sofralar da olmuştur. Şen sofraları olmuştur bazen de. Kalbi kırılınca gözleri çok hüzünlü bakmıştır. Çocukluğunu özlemiştir, çocuklarını özlemiştir. Asr-ı Saadet’i özlemiştir.
Hüzünlendiğinde O’nu teselli edecek şeyleri düşünüp ümmetine kavuşacağı gün için heyecanlanmıştır belki. Mekke’de çok hüzün ve keder vardı ama şükretmiştir yine de. Sabretmiştir. “Dünyanın sonu geldi, bittik, tükendik Ya Ebubekir” dememiştir tahayyülümde. Her durumda mutlaka daha iyi bir fikri vardır ve pes etmemiştir.
Bükemediği bileği öpmemiştir ama. Bükülemeyecek bir bilek olmak için çok gayret etmiştir. Hiç yorulmadan ve hiç unutmadan… Yaptığı her işi en iyi yapan O olmuştur. Yaptığı işi en iyi yapanlarla çalışmıştır. Medine’ye girdiğinde pazarın Yahudilerde olduğunu görünce, muadil bir pazar kurdurmuştur. “Ne yapalım, en iyisini yapıyor gâvurlar” dememiştir. En iyisi için çalışmıştır. Ve ilkeleri olmuştur.
Dünya daha küçükse bile o zamanlar, O her memleketin derdini dert bilmiştir. Ama Mekke’den, Medine’den çok uzaklarda, başka ülkelerde zulme uğrayan kimselerden haberi olsaydı çok üzülürdü. Çocuklar ölseydi, anneler ölseydi çok ağlardı.
Rasulullah çok merhametli bir insandı, ağlayan çocuklara hiç dayanamazdı. Ve de ağlayan annelere… Merhameti O’nu çok güçlü bir adam yapıyordu. Şefkati O’nu Ümmetin Babası yapıyordu. Bundan belki en çaresiz ve hüzünlü zamanlarımızda yolumuza ışık olması... Ama Rasulullah bundan çok daha fazlası. Hüzün ve sabırdan çok çok daha fazlası!
Hayatı boyunca sabredip ağlayan, çaresizce dua eden sessiz biri değil; güçlü, korkusuz bir komutan ve adil bir devlet adamı. Acılarına rağmen zalime karşı dimdik durabilen ve her güzel duyguyu göğsünde barındırabilen dengeli bir adam. İnsan olmaya dair ne varsa yaşayıp örnek olabilecek dirayette olmasından hayran kaldık belki de.
Ama sabırlı olduğu kadar da adil bir insandı. Savaştan ve Allah’ın emrini uygulamaktan hiç çekinmezdi. Tüm olağanüstü zamanlarda bile Allah’ın adaletinden şaşmaz, haddi aşmamaya özen gösterirdi. Vaktini, zamanını bekler, zalimin hakkını verirdi. Korkmazdı kimseden, merhametli olduğu kadar da mücahit ruhluydu. Kendine yapılanı affederdi ama ümmetine yapılanı unutmazdı. Aklederdi, düşünürdü ve çokça ibret alırdı.
Şimdi buradan kalkıp O’nun yanına gitsem dünyayı şikâyet etmeye, dünyadaki süper güçlerin ne kadar süper olduğunu umursamazdı. Zalimlere acımazdı ve zulme sessiz kalınmasını da affetmezdi. Yanına gitsem ve her şeyi O’na anlatsam mutlaka bir plân yapardı; onların bin yıllık plânlarından çok daha iyi bir plân… İçinde ihanet olmayan bir plân… Ve “Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır” diye hatırlatırdı.
Bana kendi plânımı sorsaydı, Hayber’in hurmalarını yediğimi söylemezdim O’na. “Ne de olsa Hayber’in hurmaları en lezzetli olanlar ve benim için lezzet önemlidir Ya Rasulullah” demezdim. Eğer bana bizimkilerin plânını sorsaydı, “Biz hiçbir plân yapmadık, zaten plân yapma konusunda çok istikrarlı değilizdir, yaşananları hemen unuturuz Ya Rasulullah” demezdim. Ben Rasulullah’a bunları anlatamazdım, O da hak vermezdi zaten. “Şimdi o hain Yahudilerin İsrail diye işgalci bir terör devleti var ve Ortadoğu’nun, Müslümanların tam ortasında” diyemezdim. “Gazze’de çocukları ve kadınları, sivilleri ellerini bile kıpırdatmadan, havadan öldürüyorlar Ya Rasulullah, onların bedenlerini ve yıllardır sinsice bizim ruhumuzu öldürüyorlar, biz de uyuyorduk” diyemezdim. “Coğrafyamızın her bir yanında zulüm var, çocuklar ağlıyor ve biz kahveyi çok seviyoruz Ya Rasulullah” demezdim. “Ve çamaşırlarımız en iyi deterjanlarla kar beyaz oluyor, hatta kan lekesi bile geçiyor” demezdim. “Patlayan bombaların stresinden sivilce basan suratımıza en çok bunların ürünleri iyi geliyor ve indirime girince her şeyi unutuyoruz” demezdim. “Zaten aklıma başka da bir fikir gelmiyor, tutuldum kaldım” diyemezdim.
Ben Rasulullah’a münacat etmeye hayâ eder, öylece O’nu izlerdim. Hâlimi hatırımı sorsa, “İyiyim” der, şükrederdim. Bizden beklediğinin bu olmadığına eminim ama O’na gerçekleri söyleyemezdim. Biliyorum, hisli insandır, anlar. Fakat ben korkak biriyim, bunları açıklayamam. Rasulullah da bilse bana yüzünü dönmezdi. Nitekim dönmedi de…