Hesap dolu bir mektup

Yeri gelecek, yatağa düşeceğiz. Ama kalkacağız! Bu topraklara atılmış tohumların saldığı kökler yayılacak. Bu hükûmetin attığı temeller sağlam, yıkılmayacak! 20 sene önce yiyemediği ekmeğin hesabını yapmayıp son birkaç senedeki birkaç dilimi eksilen pastanın suçunu gözü kapalı AK Parti’ye yükleyenlere, patates soğanla yerel seçim kazananlara rağmen, bu devlet dimdik ayakta olacak!

“Öldük, yandık, bittik! Ekonomi yerlerde sürünüyor! Bunun sebebi AK Parti’dir ve bu durumdan kurtulmanın yolu, AK Parti’den kurtulmaktır” diyenlere…

***

“BU hükûmet dünyanın en doğru işini bile yapsa, bizim bu hükûmeti alkışlayacak hâlimiz yok. Milletin bize verdiği görev bu kardeşim!” CHP Grup Başkanvekili Engin Altay’ın bu sözlerini hatırlamayanınız yoktur herhâlde. TBMM kayıtlarında, CHP’nin siyaset anlayışını çok net olarak ortaya koyan bir itiraf olarak kalacaktır bu ifade.

Aynen dedikleri gibi yaptılar ve AK Parti hükûmetlerinin yaptığı hiçbir işi takdir edemediler. Tâ ki küresel saldırılar ve ardından gelen küresel salgının ekonomiye verdiği zararlar kâğıt üzerinde de görünmeye başlayıncaya kadar…

Şimdi CHP, AK Parti’nin ülkeyi 2013’ten geriye götürdüğü iddiasıyla politika üretmeye çalışıyor. Bu, 2013’e kadar yapılanların ve alınan neticelerin doğru ve iyi olduğunun itirafından başka bir anlam içermiyor aslında. Ama bu itirafı bile fark edemeyecek kadar siyasetten bîhaber bir muhalefet var karşımızda. Bu durum AK Parti açısından siyaseten bir şans gibi görünse de muhalefetin ardından gidenlerin sürü psikolojisiyle hareket etmesi ve bunun sürekli olarak dışarıdan fonlanması ise endişe etmemizi gerektiriyor.

Peki, şu “ekonomi” denilen kavram gerçekten çok mu kötü gidiyor? Buna farklı pencerelerden bakıp farklı cevaplar vermek mümkün.

Devletin kendi ekonomisi, muhasebe mantığı gereği siyâsî olarak farklı farklı yorumlanabiliyor. GSYİH, GSMH ve kişi başına düşen millî gelir verileri, farklı hesaplarla farklı sonuçlar verebiliyor. Ancak siz, kişi başına düşen millî geliri 2 bin 700 dolardan 10 bin doların üzerine çıkarsanız da vatandaşın ekonomiden anladığı, ev kirasını öderken, mutfak masrafını karşılarken, giyim-kuşam alırken, seyahat ederken, yatırım yaparken ne kadar rahat olduğu ile sınırlıdır. Dolayısıyla vatandaş, enflasyonu sevmez. Şu anda yüzde 20’ye yaklaşan bir enflasyonla karşı karşıya olduğumuza göre sokaktaki vatandaşın penceresinden bakınca ekonomi kötü görünür. Devletin bu aşamadaki görevi, vatandaşını enflasyona ezdirmemektir.

Aslında her yıl başında asgarî ücrete, senede iki kere emekli ve memur maaşlarına yapılan zamlarda resmî enflasyon oranlarının gözetildiğini biliyoruz. Gerek toplu sözleşmeler, gerek seyyanen zamlar, gerekse de devlet şefkati ile zam dönemleri için bir mağduriyetten söz etmek mümkün değil. Ancak yüksek enflasyon illeti burada gösteriyor kendini; iki zam arasında geçen altı aylık dönemde, alınan maaş farkı çoktan eriyip gidiyor maalesef. Bundan en çok etkilenenler ise yıllık olarak belirlenen asgarî ücretle çalışan milyonlar…

O hâlde biraz geçmişe dönüp, Türkiye’de en yüksek oranda alınan maaş dilimi olan asgarî ücretin son 30 yıllık serüvenine bir göz atalım…

Net asgarî ücret, 1992 ile 2002 yılları arasında yüzde 24.500 oranında artış göstermiş. Asgarî ücret artışı, 2002 ile 2021 arasında ise yüzde 1.624 ile sınırlı kalmış.

Şimdi kalkıp birileri, “Sizin 20 yılda yaptığınız maaş zammının 15 katını sizden öncekiler 10 yılda yapmıştı” deseler, matematiksel olarak yanlış söylemiş olmazlar. İşte o yüzden detaylarla anlayabiliriz sonucun iyi ya da kötü olduğunu!

1992 yılında asgarî ücretle 104 dolar alabilen bir işçi, 2002 Ocak ayında 120, 2021’de ise 383 dolar alabiliyormuş. Aynı işçi bir aylık maaşıyla 200 gramlık 560 ekmek alabiliyorken, bu sayı 2002’de 695’e, 2021’de 1415’e çıkmış.

Bugün asgarî ücretlilerin bile ulaşabildiği bir aracı kullanmak için ihtiyacı olan benzin hesabı da enteresan: Buna göre, 1992’de maaşıyla 123 litre benzin alırken, 2002’de 107, 2021’de 336 litre benzin alabilir olmuş.

Burada tersine işleyen en önemli kalemse altın olmuş. 1991’de asgarî ücretle neredeyse 8 çeyrek altın alınabilirken, 2002’de 8’den fazla, 2021’de ise 4’den az alınabilmiş. Keşke her yıl bir öncekinden daha iyi olabilse ama en gelişmiş ekonomilerde bile dalgalı dönemler olabiliyor.

AK Parti iktidarları döneminde en inişli çıkışlı grafik de altına ait. O yüzden başka bir hesap yapıp ortalamaya bakmak da mantıklı olabilir. Buna göre 19 yıl boyunca her ay bir maaşını altın almaya ayıran bir işçinin, sürenin sonunda 131’den fazla çeyrek altın alabildiğini, bunun yıllık ortalamasının da 7’ye yakın olduğunu görebiliyoruz. Yani altın, asgarî ücretle alımı zorlaşmış ama önemli bir yatırım aracı olduğunu ispatlarcasına alıcısına da kazandırmış.

Madem altın ortalamalarına baktık, dolar ve benzine de bakalım isterseniz: 2002’de bir aylık maaşıyla 120 dolar ya da 107 litre benzin alabilen bir işçi, 19 yıl boyunca her yıl bir maaşını dolar almaya ayırdığında ortalama 255 dolar, benzin almaya ayırdığında 198,5 litre benzin alabilmiş.

Sizleri bu kadar sayının içinde boğmak istemezdim ama ekonomi konusundaki eleştiriler bu sayıları masaya koymaya mecbur ediyor bizi.

3 bin 600 dolardan aldığı kişi başı millî geliri 12 bine çıkaran partiye bu gelirin 8 bin 500 dolara düşmesinin hesabı sorulurken, vatandaşın alım gücünün 2002 ve öncesine göre aslında nasıl yükseldiğini anlatmak zorundayız. Evet, enflasyon var ve vatandaş sıkıntıda, ama buna rağmen 2002’den, 2008’den ve 2010’dan çok daha iyi durumda verilerin çoğu. Alım gücü istatistiklerinde yukarı yönlü değişim, geri dönülemez noktalara gelmiş. Burada muhalefetin işaret ettiği 2013 ise, Türk ekonomisi için bir dönüm noktası. Artık söz dinlemeyen, “Dünya beşten büyüktür” diyen, içeride dışarıda tüm dizginleme çabalarına başkaldıran iktidarın FETÖ’den temizlenme dönemidir 2013!

FETÖ’den kurtulmak, oyun kuruculardan kurtulmak anlamına gelir. Ki dünya finans baronları buna karşı koyacaklardı elbette. Ellerinden geleni yaptılar, durdurdular, bir iki adım geri de götürdüler bizi ama hâlâ artıdayız. Bugüne kadar yaptığımız yatırımlar, başarabileceğimiz konusundaki psikolojik birikimimiz, Akdeniz, Karadeniz, Libya, Orta Afrika, Orta Doğu ve Türk Dünyası üzerindeki siyasetimiz bizi ayakta tutuyor.

Biz 2002’den çok daha iyi durumdayız; bunu kimse inkâr edemez. Biz, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülmemiş bir yatırım dönemi geçirdik. “En”leri yaptık 19 yıl boyunca. En uzun tünel, köprü, en büyük havalimanı, en akıllı SİHA… Ve tabiî en önemlisi, biz bizi ele geçirme siyasetinin önünü kesip, bize göre politika belirlemeye mecbur bıraktık birilerini. Bunun yaraları olacak, saracağız!

Yeri gelecek, yatağa düşeceğiz. Ama kalkacağız!

Bu topraklara atılmış tohumların saldığı kökler yayılacak. Bu hükûmetin attığı temeller sağlam, yıkılmayacak!

20 sene önce yiyemediği ekmeğin hesabını yapmayıp son birkaç senedeki birkaç dilimi eksilen pastanın suçunu gözü kapalı AK Parti’ye yükleyenlere, patates soğanla yerel seçim kazananlara rağmen, bu devlet dimdik ayakta olacak! (İnşâallâh.)