
“Öldük, yandık, bittik! Ekonomi yerlerde sürünüyor!
Bunun sebebi AK Parti’dir ve bu durumdan kurtulmanın yolu, AK Parti’den
kurtulmaktır” diyenlere…
***
“BU hükûmet dünyanın en
doğru işini bile yapsa, bizim bu hükûmeti alkışlayacak hâlimiz yok. Milletin
bize verdiği görev bu kardeşim!” CHP
Grup Başkanvekili Engin Altay’ın bu sözlerini hatırlamayanınız yoktur herhâlde.
TBMM kayıtlarında, CHP’nin siyaset anlayışını çok net olarak ortaya koyan bir
itiraf olarak kalacaktır bu ifade.
Aynen dedikleri gibi yaptılar ve AK Parti hükûmetlerinin
yaptığı hiçbir işi takdir edemediler. Tâ ki küresel saldırılar ve ardından
gelen küresel salgının ekonomiye verdiği zararlar kâğıt üzerinde de görünmeye
başlayıncaya kadar…
Şimdi CHP, AK Parti’nin ülkeyi 2013’ten geriye
götürdüğü iddiasıyla politika üretmeye çalışıyor. Bu, 2013’e kadar yapılanların
ve alınan neticelerin doğru ve iyi olduğunun itirafından başka bir anlam
içermiyor aslında. Ama bu itirafı bile fark edemeyecek kadar siyasetten bîhaber
bir muhalefet var karşımızda. Bu durum AK Parti açısından siyaseten bir şans
gibi görünse de muhalefetin ardından gidenlerin sürü psikolojisiyle hareket
etmesi ve bunun sürekli olarak dışarıdan fonlanması ise endişe etmemizi
gerektiriyor.
Peki, şu “ekonomi” denilen kavram gerçekten çok mu
kötü gidiyor? Buna farklı pencerelerden bakıp farklı cevaplar vermek mümkün.
Devletin kendi ekonomisi, muhasebe mantığı gereği siyâsî
olarak farklı farklı yorumlanabiliyor. GSYİH, GSMH ve kişi başına düşen millî
gelir verileri, farklı hesaplarla farklı sonuçlar verebiliyor. Ancak siz, kişi
başına düşen millî geliri 2 bin 700 dolardan 10 bin doların üzerine çıkarsanız
da vatandaşın ekonomiden anladığı, ev kirasını öderken, mutfak masrafını
karşılarken, giyim-kuşam alırken, seyahat ederken, yatırım yaparken ne kadar
rahat olduğu ile sınırlıdır. Dolayısıyla vatandaş, enflasyonu sevmez. Şu anda
yüzde 20’ye yaklaşan bir enflasyonla karşı karşıya olduğumuza göre sokaktaki
vatandaşın penceresinden bakınca ekonomi kötü görünür. Devletin bu aşamadaki
görevi, vatandaşını enflasyona ezdirmemektir.
Aslında her yıl başında asgarî ücrete, senede iki kere
emekli ve memur maaşlarına yapılan zamlarda resmî enflasyon oranlarının
gözetildiğini biliyoruz. Gerek toplu sözleşmeler, gerek seyyanen zamlar,
gerekse de devlet şefkati ile zam dönemleri için bir mağduriyetten söz etmek
mümkün değil. Ancak yüksek enflasyon illeti burada gösteriyor kendini; iki zam
arasında geçen altı aylık dönemde, alınan maaş farkı çoktan eriyip gidiyor
maalesef. Bundan en çok etkilenenler ise yıllık olarak belirlenen asgarî
ücretle çalışan milyonlar…
O hâlde biraz geçmişe dönüp, Türkiye’de en yüksek
oranda alınan maaş dilimi olan asgarî ücretin son 30 yıllık serüvenine bir göz
atalım…
Net asgarî ücret, 1992 ile 2002 yılları arasında yüzde
24.500 oranında artış göstermiş. Asgarî ücret artışı, 2002 ile 2021 arasında
ise yüzde 1.624 ile sınırlı kalmış.
Şimdi kalkıp birileri, “Sizin 20 yılda yaptığınız maaş
zammının 15 katını sizden öncekiler 10 yılda yapmıştı” deseler, matematiksel
olarak yanlış söylemiş olmazlar. İşte o yüzden detaylarla anlayabiliriz sonucun
iyi ya da kötü olduğunu!
1992 yılında asgarî ücretle 104 dolar alabilen bir
işçi, 2002 Ocak ayında 120, 2021’de ise 383 dolar alabiliyormuş. Aynı işçi bir
aylık maaşıyla 200 gramlık 560 ekmek alabiliyorken, bu sayı 2002’de 695’e,
2021’de 1415’e çıkmış.
Bugün asgarî ücretlilerin bile ulaşabildiği bir aracı
kullanmak için ihtiyacı olan benzin hesabı da enteresan: Buna göre, 1992’de
maaşıyla 123 litre benzin alırken, 2002’de 107, 2021’de 336 litre benzin
alabilir olmuş.
Burada tersine işleyen en önemli kalemse altın olmuş. 1991’de
asgarî ücretle neredeyse 8 çeyrek altın alınabilirken, 2002’de 8’den fazla,
2021’de ise 4’den az alınabilmiş. Keşke her yıl bir öncekinden daha iyi
olabilse ama en gelişmiş ekonomilerde bile dalgalı dönemler olabiliyor.
AK Parti iktidarları döneminde en inişli çıkışlı
grafik de altına ait. O yüzden başka bir hesap yapıp ortalamaya bakmak da
mantıklı olabilir. Buna göre 19 yıl boyunca her ay bir maaşını altın almaya
ayıran bir işçinin, sürenin sonunda 131’den fazla çeyrek altın alabildiğini,
bunun yıllık ortalamasının da 7’ye yakın olduğunu görebiliyoruz. Yani altın, asgarî
ücretle alımı zorlaşmış ama önemli bir yatırım aracı olduğunu ispatlarcasına
alıcısına da kazandırmış.
Madem altın ortalamalarına baktık, dolar ve benzine de
bakalım isterseniz: 2002’de bir aylık maaşıyla 120 dolar ya da 107 litre benzin
alabilen bir işçi, 19 yıl boyunca her yıl bir maaşını dolar almaya ayırdığında
ortalama 255 dolar, benzin almaya ayırdığında 198,5 litre benzin alabilmiş.
Sizleri bu kadar sayının içinde boğmak istemezdim ama
ekonomi konusundaki eleştiriler bu sayıları masaya koymaya mecbur ediyor bizi.
3 bin 600 dolardan aldığı kişi başı millî geliri 12
bine çıkaran partiye bu gelirin 8 bin 500 dolara düşmesinin hesabı sorulurken,
vatandaşın alım gücünün 2002 ve öncesine göre aslında nasıl yükseldiğini
anlatmak zorundayız. Evet, enflasyon var ve vatandaş sıkıntıda, ama buna rağmen
2002’den, 2008’den ve 2010’dan çok daha iyi durumda verilerin çoğu. Alım gücü
istatistiklerinde yukarı yönlü değişim, geri dönülemez noktalara gelmiş. Burada
muhalefetin işaret ettiği 2013 ise, Türk ekonomisi için bir dönüm noktası.
Artık söz dinlemeyen, “Dünya beşten büyüktür” diyen, içeride dışarıda tüm
dizginleme çabalarına başkaldıran iktidarın FETÖ’den temizlenme dönemidir 2013!
FETÖ’den kurtulmak, oyun kuruculardan kurtulmak
anlamına gelir. Ki dünya finans baronları buna karşı koyacaklardı elbette. Ellerinden
geleni yaptılar, durdurdular, bir iki adım geri de götürdüler bizi ama hâlâ artıdayız.
Bugüne kadar yaptığımız yatırımlar, başarabileceğimiz konusundaki psikolojik
birikimimiz, Akdeniz, Karadeniz, Libya, Orta Afrika, Orta Doğu ve Türk Dünyası
üzerindeki siyasetimiz bizi ayakta tutuyor.
Biz 2002’den çok daha iyi durumdayız; bunu kimse inkâr
edemez. Biz, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülmemiş bir yatırım dönemi
geçirdik. “En”leri yaptık 19 yıl boyunca. En uzun tünel, köprü, en büyük
havalimanı, en akıllı SİHA… Ve tabiî en önemlisi, biz bizi ele geçirme
siyasetinin önünü kesip, bize göre politika belirlemeye mecbur bıraktık
birilerini. Bunun yaraları olacak, saracağız!
Yeri gelecek, yatağa düşeceğiz. Ama kalkacağız!
Bu topraklara atılmış tohumların saldığı kökler
yayılacak. Bu hükûmetin attığı temeller sağlam, yıkılmayacak!
20 sene önce yiyemediği ekmeğin hesabını yapmayıp son birkaç senedeki birkaç dilimi eksilen pastanın suçunu gözü kapalı AK Parti’ye yükleyenlere, patates soğanla yerel seçim kazananlara rağmen, bu devlet dimdik ayakta olacak! (İnşâallâh.)