Herkes için okumak

Çocuğa daha doğduğu andan itibaren verilen fizyolojik ihtiyaçlarının yanında hayatı daha yaşanabilir kılacak ve daha da anlamlandıracak okuma alışkanlığı verilmesi bir sorun. Bu alışkanlık daha erken çocukluk döneminde ebeveynin çocuğa kitap okumasıyla başlamalı (ki bu okuma, sadece düz bir okuma olmamalı).

İNSANIN kitap ile olan bağının hangi boyutta olması gerektiği, yüce dinimizin temel noktası Kur’ân-ı Kerim’in ilk âyetinde gönderilen “Oku” emri üzeredir. Evet, Kur’ân-ı Kerim’in ilk emri okumaktır. Ne var ki, okumayı hemen her vakit ihmâl ediyoruz.

Kendisi de ümmî olan (okuma yazma bilmeyen) Peygamberimize (sav) gelen bu âyet, başta dinimizin gereği olmak üzere hayatı anlamlandırma ve dünyaya geliş amacımızı belirlemede insana yoldaş olacak tek etkinliktir.

Okumak veya insana okuma alışkanlığı kazandırmak için ne yapılmalı, nereden başlamalı ve buna nasıl tutunmalı? Bu konu üzerine belki sayfalarca yazı yazılmalı ama yaşamın her merhalesi gibi bunu da çocuk ve aile arasındaki görünmez bağlarda aramalıyız. Aile, dışarıdan bakıldığında salt bir şekilde çocuğun doğduğu, belli ihtiyaçlarının giderildiği, büyütüldüğü ve birey olarak topluma katılımının sağlandığı bir yerdir, kabul. Peki, ya büyütmek ve yetiştirmek arasındaki fark nedir? İşte asıl cevabı, bu soru için aramalıyız!

Bugün duruma sadece ülkemiz için değil, makro ölçüde tüm dünya çapında baktığımızda artık belirli suç işleme ve topluma aykırı davranışlarda bulunma gibi daha birçok aksaklık, eğitim seviyesi yüksek ailelerin çocuklarından çıkabilmektedir. O hâlde eksik olan bir şeyler var üzerinde durulmayan, göz ardı edilen veya “Olmasa da olur” dediklerimiz, sürekli ertelediklerimiz. Sadece insan içine çıkınca yaptıklarımız gibi şeyler büyüyor da büyüyor ve karşımıza, “Nerede hatâ ettik de böyle oldu?” dediğimiz kocaman bir soru olarak geliyor.  

Artık geçmiş zamanlar üzerinden akıl yürüteceğimiz bir süreçte değiliz. Çünkü hiçbir şey eskisi gibi değil. Artan ihtiyaçlar hiyerarşisi, toplumsal yapı, aile ilişkileri, eğitim ve daha birçok şey, ardı arkası kesilmeyen bir değişim içinde. Evet, belki deneyimler insan yetiştirmede etkili olabilir fakat değişen şartlar göz önünde tutuldukça daha faydalı olacaktır.

Öyleyse, başta yetişkinlerde olmayan ama çocuklara yerleştirmemiz gereken okuma alışkanlığını nasıl kazandırabiliriz?

Sanırım konuya şu açıdan bakmakta büyük fayda var: Çocuğa daha doğduğu andan itibaren verilen fizyolojik ihtiyaçlarının yanında hayatı daha yaşanabilir kılacak ve daha da anlamlandıracak okuma alışkanlığı verilmesi bir sorun. Bu alışkanlık daha erken çocukluk döneminde ebeveynin çocuğa kitap okumasıyla başlamalı (ki bu okuma, sadece düz bir okuma olmamalı). Henüz bebeklik döneminde birtakım kitaplara dokunarak, hissederek ve ebeveynlerinin elinde kitap görerek ilk önce merak duygusu oluşmalı çocuğun. Bu merak hissi, başta ailenin elinden tutup göstermesi ile anlam kazanacak; hem anne-baba-çocuk arasında bir bağ oluşturacak, hem de çocuk, hayatının devamında kitapların içinde bulacaktır kendisini. Ama sâbit olan bir şey var ki, en başta aile o ışığı göstermelidir.

Özellikle erken çocukluk döneminde çocuklar ilk olarak anne ve babayı kendilerine rol model almaktadırlar. Özellikle kız çocukları anneyi, erkek çocukları ise babayı model almaktadır. Hepimiz yaşamışızdır; meselâ, erkek çocuklarının oyunlarında kalem gibi araçları sigara olarak kullandıkları görülür. Demek ki çocuk, anne ve babanın elinde gördüklerine yüksek düzeyde bir özenti duygusu besleyebilmektedir. Buna karşılık, çocuğun babanın elinde gördüğü kitap ise okumayı kendi oyununa ve daha da ileriki dönemlerde hayatına katabileceği bir faydaya dönüştürebilir.

Yine kız çocuklarının oyun döneminde oyuncak mutfak malzemelerine olan düşkünlüğü, annenin ona hazırladığı yemeklerle bağlantılıdır ve çocuğun, temelde anneyi model aldığını göstermektedir. Tüm bu göstergeler çocuğun bilincini ev içinde âdeta nakış gibi işleyebileceğimizi göstermelidir.

Alışkanlık ve merak düzeyinin oluşma durumu aile içinde başlayan çocuklar, hem okul ortamına hazırlanmak, hem de öğrenmek ve kendini doğru ifade edebilmek açısından daha özgüvenli, kelime haznesi daha geniş çocuklar olmaktadırlar.

Şu da gerçek ki; her bakımdan ağır zamanlardan geçmekteyiz. Yazdıklarımızı uygulamakta zorluk çekilebileceği de apaçık bir gerçektir. Çünkü çocukları çevresel uyaranlar aşırı bir şekilde çeldirebilmektedir. 24 saat yayında olan çizgi filmler, tablet bilgisayar oyunları ve çocukları etkilemek için çocuk seslendirmesi yaparak milyonlarca tıklanma alan vicdan yoksunu Youtuber saçmalıkları, âdeta çocukların o tertemiz beyinlerini kirletme amacına yönelik çabalamaktadırlar.

En çok da bu düzenin kıskacından çocukları geri tutabilmek için kitapla bir bağ oluşturmalıyız. Çünkü bu yapılanlar çocuk büyüdükçe daha farklı yöntemlere evrilerek, onları daha farklı bir hayatın içine çekecektir. Bugünün ve yarının dünyasına en azından kâinatta kendi yerini bilecek, kendini ifade edebilecek, her hülyanın peşinden koşmayacak ve ahlâkına, değerlerine, vatanına, ailesine ve hayatına kendi şuuru ile anlam katacak, boş hayâllerin yolundan gitmeyecek bireyler olmaları için çocuklarımızı, kitap okumayı yaşam şekli edinmiş insanlar olarak yetiştirmek zorundayız.

Tüm bu sebepler silsilesi bizi yine o emre götürüyor ve Yaratan Rabbimizin adıyla, O’nun emrine itaat etmeye zorluyor. İnsan, evrende bildiği kadar yer kaplar, bildiği ise okuduğu ve öğrendiği kadardır. En azından insanın kendi içine dönebildiği şu kısıtlama günlerinde günlük bir saat bile olsa kitap okusak, merak ve ilgi hissi oluşturacak şekilde çocuklarımızla paylaşımda bulunan birer anne-baba olsak, onlar için çok şey değişmez mi?

Bunu yapmak aileler için keyfî değil, mecburî olmalı. Kaldı ki, kitap okumanın özellikle aileler için uzun vadede tek kişilik bir eylem olmadığını bilmeliyiz. Zira hayat gerçekten zor ve anlamlandırmak için ancak “Oku” emrini yerine getirmeliyiz.