BİR şeyi parçalamak ve yıkıma uğratmak, o vakıanın yok oluşu değildir. Organizmada zengin enerjili moleküller parçalanır, küçük moleküller meydana çıkar ve her birinde var olan enerji vücut tarafından hücresel yaşam faaliyetlerinde kullanılır. Yani parçalanmak, bazen atıl duran enerjiyi aktif etmek anlamına geliyor. Tıpkı Filistin’e yaptıkları gibi...
Yıkıp, talan edip parçalara ayırdılar. O parçalarda bir asra yakındır mahfuz bekleyen enerjiyi açığa çıkardılar. Parçalar dünyanın her bir köşesine yayıldı ve yerkürenin solunum sisteminde kullanıma sunuldu. Şimdi dünyanın her yerinde açığa çıkan bu enerjiyi durdurabilecek bir yöntem arıyorlar. Her yerde Filistin’in dâvâsı, her yerde İslâm’ın nûru parıldarken daha fazla parçalamak ve yıkıma uğratmakla yok edemeyeceklerini, aksine daha fazla yayılan, büyüyen ve dünya insanını kuşatan hakikatin önüne set çekmeyeceklerini hâlâ akıl edemediler. E tabiî, Rabbim onların akıl etmeyen bir topluluk olduğunu Yüce Kelâmında bildirmişti zaten:
“İnkârcılara seslenenin durumu, bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyen hayvana haykıran çobanın durumuna benzer. Onlar sağır, dilsiz ve kördürler; çünkü onlar düşünmezler.” (Bakara, 171)
Çöpler parçalanarak tabiattan arındırılır, değerli özler ise ayrıldıkları parçalar adedince yeni biçimlere, yeni değerlere ulaşır. Mücevher kütleleri misâli her bir şerha, yeni anlamlarla yeni mevzilere değer katar. Allah’ın plânı, bütün yıkım plânlarını varlık saltanatına evirir ve bunu yıkıcı, ifsat edici zalimlerin elleriyle de yapar.
Filistin dâvâsının yayılarak büyümesinden, her bir parçasının iklimleri kuşatmasından, akıllara ve kalplere İslâmî tohumlar ekmesinden hemen bir adım öncesinde zalimlerin ve kâfirlerin döndürdükleri ifsat çarkı, yine hakkı zapt etmek üzerineydi ama hakkın ve haklının düzenine katkı sağlamaktan başka bir sonuca varamadı. Norveç’te Kur’ân’a yaptıkları saygısızlık, Kur’ân’dan haberi olmayanların rikkatini uyandırıp onları İslâm’a davet ederken, Müslüman terörist iftirasına harcadıkları enerji, işaret ettikleri hedefin irdelenmesine ve kravatlı teröristlerin ifşa olmasına yol açmıştı.
Bundan birkaç adım daha geriye gittiğimizde, kolonyalist devletçiklerin İslâm’a yaptıkları hizmete denk düşebiliriz. Elbette bu hizmet fedakârane ya da bilince vabeste bir tutum değildi. Tıpkı şu an içinde bulunduğumuz kompozit zaman diliminin öngörülemez sonuçları gibi, sömürdükleri toplumlara verdikleri haklarla İslâm’ın çorak iklimlere tebliğine verdikleri katkı da yadsınamaz. Çünkü bu hırsız ve yamyam karakterli toplumlar, bir başka topluma ait toprakların, madenlerin, tarım imkânlarının, su kaynaklarının, jeopolitik avantajlarının hatta insan kaynaklarının meyvesini yemek üzere kurgulanmış bir iç âlemde yaşarlar.
Bu azgın ve taşkın pozisyonları, onları akıl edemez, düşünemez, göremez ve duyamaz bir düşüşe bırakır. Onlar dünyaya, yamyam oldukları sanki fark edilmiyormuş gibi yaparak, suçlarını envaiçeşit kılıfa sığdırırlar. Bu kılıflar hasebiyle sömürdükleri, kanını içtikleri halklara bazı haklar veriyormuş da onları sefaletten kurtarıyormuş, demokratik bir yaşam seviyesine yükseltiyormuş rolleri keserler.
İşte bu büründükleri rol gereği, ülkelerine Müslüman toplumlardan halkların girişine kapı aralarlar. Bazen bu sömürmenin bir sonucu olarak kamuflaj gayesiyle olabilirse de, bazen de modern yaşamlarının (!) gereği çoğalma ve üreme konusundaki nekes tabiatlarının nihaî sonucu olarak vuku bulur.
Çok ilerici (!) yaşam biçimlerinin az insan, sınırlı çocuk hedefi, iş gücünde artan insan ihtiyacını ayyuka çıkarır ve Müslüman toplumların artan nüfusundan nemalanmak ihtiyacı duyarlar. İşte kendilerini modern zırvalıklarla avutan sömürgeci toplumların düştüğü bu trajikomik vaziyet, kendi kararları gibi dursa da Allah’ın kusursuz plânının bir parçasıdır.
İnkâr edenlerin akıl edemeyen bir toplum olmaları da Kur’ânî bir anlamla ne kadar muazzam bir hakikattir. Ki onlar bilimi ve teknolojiyi, sömürgeden elde ettikleri zenginliği, çağdaş ve modern bir yaşam sürmek için kurgularken vardıkları bütün sonuçlar Allah’ın dinine hizmete çıkar. Ülkelerine aldıkları Müslümanlar, zamanla gayrimüslimler üzerine tesirler bırakmaya başlar. Böylece kendi insanları arasında (onlara göre) kayıplar vermeye başlarlar. Daha fazla insanın İslâm’la şereflenmesi tam da bu gafiller eliyle olmaktadır. Ama onların en son isteyeceği şey, Müslümanlığın yayılmasıdır.
Şimdi de yapmak istedikleri, Filistin’i parçalaya parçalaya yok etmekti. Parçaladılar. Ama yok edemediler. Edemeyecekler.
Çünkü parçalanarak yayılıyor ve büyüyor, hem Filistin’in haklı dâvâsı her kalpte bir iz bırakıyor, hem de bu vesileyle Allah’ın Hak Dini daha fazla nefsin kurtuluşuna yol oluyor.
Mehmet Fatih Çıtlak Hoca’nın dediği gibi, “Herkes Allah’a çalışır; Allah’a çalıştığını bilmeyene kâfir, Allah’a çalıştığının farkında olana mümin denir”.