Her yürek bir Kale’dir!

Daha 5 yıl öncesine kadar koskoca MİT, sadece yurtiçinde operasyon yetkisi olan bir teşkilâttı. Oysa iç güvenlik için Emniyet İstihbarat ve Jandarma İstihbarat başta olmak üzere çalışan kurumlarımız zaten var. Feneri nereye tutarsanız, orayı aydınlatır; ancak feneri siz tutuyorsanız görmek istediğinizi, başkası tutuyorsa görmenizi istediğini görürsünüz… Mesele de fenerin kimde olduğudur!

KALELER insanları değil, yürekli insanlar “kaleleri” yüceltir…

Yıldız İstihbarat Teşkilâtı, Teşkilât-ı Mahsusa, Karakol Cemiyeti, Zabitan Grubu, Yavuz Grubu, Hamza Grupları, Müsellah Müdafiî Grubu, Millî Emniyet Hizmeti Riyâseti, Millî İstihbarat Teşkilâtı…

Bu isimler, MİT’in resmî sayfasında paylaşılan, geçmişten günümüze teşkilâtın isimleri…

Ancak geçmişten bugüne “istihbarat” kavramı, Türk devlet tarihi ve askerlik kavramı kadar eskidir. Çünkü haber alma ve yönetme, devlet olmanın esas fonksiyonlarındandır.

Diğer yandan, gelişmiş istihbarat faaliyetleri, yanıltma ve haber alma teknikleri gerek kurumsal anlamda, gerekse bazı şahısların özel gayretleriyle hep yapılagelmiştir. Günümüzde ekonomik istihbarat, sanayi ve teknoloji casusluğu da en önemli faaliyet başlıklarından olsa da, sanırım en önemlilerinden biri, “algı yönetimi”dir.  

Bizim olsun, ama “millî” olsun!

İstihbarat konusunda en çok konuşulan isimlerin başında Sultan İkinci Abdülhamid Han ve Yıldız Teşkilâtı vardır.

Bu konuda, İkinci Abdülhamid’in hatıralarında şöyle dediği aktarılır: “Yabancı devletler kendi emellerine hizmet edecek isimleri vezir ve sadrazam mertebesine kadar çıkartabilmişse, devlet emniyet içinde olamazdı. Doğrudan doğruya kendime bağlı bir istihbarat teşkilâtı kurmaya bu düşünce ile karar verdim. İşte düşmanlarımın jurnalcilik dediği budur!”

Dünkü tehdit neyse ve kimse, bugün de aynıdır! O yüzden istihbarat teşkilâtının bugünkü adı ne olursa olsun, önemli olan, “millî” olmasıdır. Yani milletimizle aynı dâvâya hizmet etmeli, bu sayede milletimizin her birinin yüreğinde yer etmelidir.

6 Ocak 2020 günü, Millî İstihbarat Teşkilâtı’mızın yeni yerleşkesi olan “Kale” adlı tesisin açılışı yapıldı. Normalde nerede olduğunu bile pek bilmediğimiz, bireysel olarak vatandaşımızın gidip geldiği bir yer olmamasına rağmen böyle bir tesisin açılması neden önemli?

Çünkü bu tesisin yeri, yapısı ve kapasitesine verilen değer, aslında Devletimizin bu kuruma ve kurumun faaliyetlerine verdiği önemin dışa yansımasıdır. Buranın açılışı yapılarak görünmesinin sağlanması, verilen değer ve önemin anlaşılması için dosta düşmana verilen bir mesaj niteliğindedir.

Tesise verilen isim de gayet mânidar olmuştur…

Milletimiz günü geldiğinde ve her seferinde göğsünü siper edip tüm vatanımızı bir kale gibi savunurken, “Kale” ismi verilen bu yeni kampüs ile verilecek hizmetler, tüm dünyada milletimizin gururu olmalıdır. Olacaktır da...

İstihbarat kurumu, işin görünen yüzüdür; ama aslında her vatandaşımız, vatan için çarpan her yürek, birer kaledir!

Vatan için işini yapan, vergisini ödeyen, dersini çalışan, yoldaki taşı kaldıran her bir yürek, birer kaledir!

Vatana hizmet için özel bir kimliğe ve göreve ihtiyaç yoktur; görevini yapan her bir yürek, gizli kahramandır. Millî Şairimiz Mehmed Âkif Ersoy’un, “Eşref Bey’in emir eri Zenci Musa, omuzlarından arşa yükseldi Nebî Îsâ” şeklinde andığı kahramanlarımız unutulmayacaklardır.

Kuşcubaşı Eşref, Zenci Musa, Mebruke Hanım ya da hiç bilinmeyen isimsiz kahramanlarımız gibi, vatan için ömrünü adayan koca yürekli insanlarımızın rahmetle ve saygıyla hatıralarının yaşatılması dileğiyle, milletimiz için inşa edilerek hizmete alınan “Kale” adlı yeni tesisin hayırlı olmasını diliyorum.

Fener kimin elinde?

Şöyle birkaç yıl geriye gidersek görürüz ki, henüz 2014 yılına kadar MİT’in dış ülkelerdeki yetkisi son derece sınırlıydı.

O kadar ki, yetkisi istihbârî bilgiler elde etmek, bu bilgileri analiz etmek ve gerekli kurumlara bu bilgileri iletmekten ibaretti.

2014 yılında Hükûmetimizin, daha doğrusu Başbakanımızın (Sayın Erdoğan) talebi ile TBMM’de “2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilâtı Kanunu”nda önemli bir değişiklik yapılarak, Millî İstihbarat Teşkilâtı’mıza “dış güvenlik, terörle mücadele ve millî güvenliğe ilişkin konularda yurtdışında operasyon gerçekleştirme yetkisi” verilmiştir.

Trajikomik bir durum değil mi?

Daha 5 yıl öncesine kadar koskoca MİT, sadece yurtiçinde operasyon yetkisi olan bir teşkilâttı. Oysa iç güvenlik için Emniyet İstihbarat ve Jandarma İstihbarat başta olmak üzere çalışan kurumlarımız zaten var.

Feneri nereye tutarsanız, orayı aydınlatır; ancak feneri siz tutuyorsanız görmek istediğinizi, başkası tutuyorsa görmenizi istediğini görürsünüz…

Mesele de fenerin kimde olduğudur!

Birileri tehdidin içeride olduğu, milletin kontrol altında tutulması gerektiği gibi konularda bizi nasıl ikna etmişlerse artık(!), yıllarca elimizdeki fenerle evin bahçesinde dolaşıp, hattâ ormana doğru yürüyüp, “Bahçeye giren çıkan tilki var mı? Tavuklar emniyette mi?” diye bakmak yerine, evin içinde “Çocuklar uyuyor mu?” diye kontrol ettirmişler.

Tabiî evimizi kendi çocuklarımızdan korumaya (!) çalışırken, tilkiler ve çakallarsa evin içinde, dışında, her yerde cirit atmış, hattâ bahçeye yuva yapmış ve tavukları yediği gibi bizi de evin dışına çıkmaya korkar hâle getirmişler.

Meselâ yıllarca bize anlatılan bir “Yunan tehdidi” efsanesi vardır.  Mesele, Yunan’ın dost ya da düşman olması değil, “Bizim için sizin denginiz, karşıtınız bu kadardır” diye ölçek olarak dayatılmasıdır. Çok küçük bir düşmana baka baka kendimizi küçük sanacağımızı ummuşlar…

Evet, Yunanistan’ın düşmanlık yapma ihtimâli vardır ama Türkiye’nin dengi ve ölçeğinde bir tehdit ve düşman hiçbir zaman olmamıştır. Onlar ancak, biz dünya devleriyle kavga eder de başka cephelerde savaşa girersek arkadan gelip ısırmaya kalkabilirler. Hep yaptıkları da bu olmuştur.

Yani bize esas tehdit olarak Yunanistan’ı gösterenler, aslında aslanı kedi olduğuna inandırmaya çalışmışlardır.

Kendi kapasitemizi görmemizi istemeyenler, elimizdeki fenerle evin içinde yıllarca dolaşmamızı istemişlerdir. Ancak milletimizin derin hâfızası, evin dışında büyük bir dünya kurduğumuzu ve evin içine sıkışıp kalmamızın doğru olmadığını hatırlatacak kadar canlıdır.

Unutturulmak istenen sadece yapabileceklerimizin boyutu değil, “yapabileceğimiz” fikridir. Başarabileceğimizi düşünmemiz, denemek ve ısrarla başarıya ulaşmak için çalışma isteğimiz engellenmek istenmiştir.

Tarih boyunca en iddialı alanlarda bile çokça başarıya sahip olduğumuzu hatırlayıp, üzerine devam etme ihtimâlimiz, bize unutturulmak istenmiştir. Milletimizin derin hâfızası ve iman dolu kalbi ise kendisini fark etmesini ve teslim olmadan mücadele etmesini sağlamıştır. 

MİT örneğindeki gibi, Ordumuz yani Türk Silahlı Kuvvetleri’miz de benzeri bir körlüğe maruz bırakılmaya çalışılmıştır. Her on yılda bir ihtilâl ve darbelerle milletimizin ve Devletimizin başına musallat olan ve dış tesirlerle harekete geçen cuntacı zihniyet, zırhlı birlikleri Ankara ve İstanbul gibi en önemli şehirlerimizde konuşlandırmışlardır.

Oysa karadan ve sınır boyundan gelebilecek olan bir işgal ve kara saldırısına karşı konumlanması gereken zırhlı birliklerimiz, tıpkı MİT’ten el feneriyle evin içinde dolaşmasının istenmesi gibi, TSK’nın da elindeki silahı evin içine doğrultması istenmiştir.

Yani Ordumuza, varlık sebebi olarak sanki evimizi dışarıya karşı korumak için değil de dışarıdakileri evdekilerden korumak içinmiş gibi bir anlayışı dayatmışlardır. İç güvenliğe odaklı bir TSK, iç güvenliğe odaklı bir MİT…

İyi de, evin içindekiler bizim çocuklarımızsa, biz neden evin içiyle uğraşıp duruyoruz?

Bu soruları yüksek sesle soranlar tasfiye edilmiştir. Ancak sorular sorulmaya hep devam edilmiştir. Milletimizin ve Devletimizin derin hâfızasında bu sorularla itiraz ve fark eden karşı tavır için zihinsel hazırlığa başlanması çok eskidir. Yani uzun yıllardır Devlet’e dayatılan ters bakış açısını, millet düşmanlığını, yaşatılmak istenen Devlet düşmanlığını milletimiz ve Devlet içindeki millî unsurlarımız kabul etmemiş, tüm acılara ve ıstıraplara rağmen bekleyip zamanını kollamıştır.

Beklenen

Beklenen ve kollanan zamanın geldiğinin işareti neydi? Nasıl bilinecekti doğru zamanın geldiği?

Bu konuda İlâhî kader ve milletimizin firâseti belirleyici oldu. Millet öncelikle kendisini anlayan “liderini” buldu ve onunla beraber birçok bâdireyi aşarak hem kendisini, hem liderini, hem de Devlet içindeki kadroları test etmiş oldu.

İşte Türkiye bugün bazı kazanımları elde edebiliyorsa, 7 Şubat 2012’de gün yüzüne çıkan krizin savuşturulmasıyla, 2014 yılında MİT’e dış operasyon yetkisi vermesiyle, 17/25 Aralık ve 15 Temmuz darbelerini savuşturup başta zırhlı birlikleri sınır boylarına göndermek şeklinde askerî konsepti dış tehdide yönelten bakışıyla, sivil siyasete ve millî iradeye sahip çıkması ve de Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ni kurarak hızlı ve etkili karar mekanizmaları kurmasıyla başarmıştır.

Bugün MİT, yurtdışından hainleri ve teröristleri paketleyip Türkiye’ye getiren ya da sınır dışında tespit edilen teröristleri nokta atışlarıyla etkisiz hâle getiren bir güce kavuştuysa, değişen anlayış, yasal yetki ve bakış açısı ile feneri eline alıp evin içinden çok dışına, hattâ bahçenin de dışına koşan kahraman evlâtlarımız sayesindedir.

Bugün yurtdışındaki terör odaklarını temizleyerek gözlem noktaları kuran, güvenli bölgeler tesis eden ve Suriye, Irak, Libya, Katar, Somali, Afganistan, Bosna ve Kosova gibi dost ülkelerde askerî varlık gösteren, Mavi Vatan konsepti ile Türkiye’nin vatan algısını büyüten bir TSK varsa, değişen bakış açısıyla, elindeki silahı evin dışındaki tehditlere doğrultan kahraman evlâtlarımız sayesindedir.

Bu sebeple, 6 Ocak 2020 tarihinde açılışı yapılan “Kale” isimli Millî İstihbarat Teşkilâtı’mıza ait merkez kampüs açılışının çok önemli olduğuna inanıyorum.

Bu altyapıyla kuruma verilen önem üzerine yakalanan psikolojik üstünlüğün, çok daha etkili başarılara sebep olacağına eminim.

Millî İstihbarat Teşkilâtı’mızın gözünü dünyaya çevirmesi ve tüm dünyayı faaliyet alanı kabul etmesi için böyle bir merkezî altyapıya ihtiyacı olduğu kesindir. Bu tesis ile dünyaya bakan ve dünya çapında Türkiye’nin çıkarlarını kollayan bir anlayışla çalışacak vatansever evlâtlarımıza, vatansever Teşkilât kadrolarımıza başarılarının devamını diliyorum.

Son söz

Kendimizden şüphe etmek, baştan kaybetmek demektir!

Biz önce kendi milletimize, kendi hânemizdekilere, ailemize ve çocuklarımıza güvenecek ve dışarıdan gelen tehditlere karşı sırt sırta vereceğiz ki o zaman bize yönelecek tehditler için kimse fırsat bulamasın!

Önce güvenmek ve inanmak gerekiyor. Bizler büyük bir millet olarak güçlü Türkiye’ye inanıyor ve birbirimize güveniyoruz...