TÜKETTİKLERİMİ düşündüm. Dün
tükettiklerim, benim bugünüm olmuş. Öyle anlaşılıyor ki, onlara bugün tükettiklerimi
eklediğimde yarınımı inşâ edeceğim.
Bana
ürün satanlar, “Beyefendi, bunlarla geleceğinizi inşâ edeceksiniz” deselerdi,
eminim, adamın bu sözlerini tuhaf bulur, “Al sana bir ‘Mandıra Filozofu’ daha!”
derdim. Eşyayı, fiilleri, insanları, durumları ve olayları farklı cihetlerden
görme hususu ilgimi çektiğinden, adamın vakti varsa, ısmarladığı çay eşliğinde
oturur dinlerdim onu. Öyle ya, üstelik adam benim geleceğimden, benim
geleceğimin inşâsından bahsediyor...
Körler
okulundaydım ve o güne kadar radyo ve televizyonlardan duyduğum ama hiç
kendileriyle müşerref olamadığım satrançla karşılaştım. Satranç piyonuyla,
filiyle, atı, kalesi, veziri ve şahıyla ilginç bir oyundu. Hepimizin parası çok
olmaması ve körler için satrancın bulunmaması nedeniyle aramızda topladığımız
parayı okulun marangozuna verip bize bir satranç takımı almasını ve onu körlere
uygun olacak şekilde modifiye etmesini istedik. Sırayla satrancı hem öğrendik,
hem de oynadık. Okul yönetimi konuya ilgimizi görünce her sınıfa birer satranç
takımı yaptırdı. Arkasından turnuvalar geldi.
Okul
yıllarımda inşâ olan o dönemki geleceğimin bin tuğlasından 50’si satrançla
ilgili ise, şimdiki hayatımın 20 bin tuğlasından 60’ı satrançla ilgilidir.
Birkaç sene önce aldığım mayo ise şu anki hayatımda satranca göre daha çok paya
sahip.
Bu
örnek verme işini mayo ile bırakmayayım. Uzun süreden beri almadığım takım
elbiseler veya takım elbiseler yerine aldığım rahat kıyafetler sizce beni nasıl
bir geleceğe taşımış veya taşıyor olabilir?
Madem
öğrencilikten başladık, benim için çok özel ve önemli olan tüketimlerimden
birini, ilk bilgisayar sahibi oluşumu da arz edeyim…
Yurtta,
aynı odada kaldığımız, uzak yerlere gidip gelen gemi kaptanı bir arkadaşımız
vardı. Tayvan’dan bir laptop bilgisayar getirmişti. Laptop bilgisayarla ilk
defa karşılaşıyorduk. Çok hoş bir şeydi. Çok da havalıydı. Satmayı düşünüp
düşünmediğini sordum. Düşünebileceğini söyledi. Fiyatı hakkında da, “Piyasada 4
bin dolar ama eğer kendine alacaksan, sana aldığım fiyata, yani 2 bin 550
dolara satarım” dedi. Son derece cazip bu fiyat karşısında almak istediğimi
fakat bir anda o kadar para bulamayacağımı söyledim. Zaten parayı okulda eğitim
için harcayacağını ve bir anda o kadar paraya ihtiyacı olmadığını söyledi. Gözümü
karartıp o bilgisayarı satın aldım. O borcu burslarla öderken, olmadık
yerlerden tasarruf etmek zorunda kaldım, pek çok sıkıntı çektim. Çektiklerimi
bir Allah, bir de ben biliyorum. O bilgisayarı almam bana öyle bir istikbâl
sundu ki bugün olsa yine aynı kararı verir ve daha fazla sıkıntıya katlanmayı
tercih ederim.
Bu
kadar konuşuyor, yazıp çiziyoruz; siz de okuyorsunuz. Ağzınız kurumuştur. Belki
de mideniz guruldadı. Yiyecek tüketimlerimiz de aslında geleceğimizin inşâsında
bizim tuğlalarımız. Sağlığımız, uyku düzenimiz, sosyal çevremiz, günlük
hayatımız da yiyecek ve içeceklerimizden bağımsız değil. Vejetaryen beslenen
bir insan herhâlde kebapçıya gitmez veya arkadaşlarını kebapçıda ağırlamaz.
Tatlıyla arası olmayanların tatlıcıda, baklavacıda ne işi olur? Balıkla arası
olmayanlar da balık lokantalarına pek uğramazlar herhâlde. Türk usulü çayı
hayatının bir parçası hâline getirenlerle filtre kahveyi tüketenler, belli ki
aynı geleceğe yürümezler.
Tüketimi
ailesiyle, çocuklarıyla, komşularıyla, akrabalarıyla, dostlarıyla birlikte
yapanlar, elbette yaşlılıklarını da inşâ etmeye başlamışlar demektir. Ya
tüketilen ömürler? Hayır yolunda tükenen ömürler? Bırakın geleceği inşâ etmeyi,
fevkalâde hâller dışında cenazelerine katılacak insan sayısını bile belirlemiş
olurlar. Kendi inancıma göre söylemem gerekirse, ömrünü güzel ahlâklı bir
şekilde hayır yolunda tüketenler, eminim sonsuz hayatlarını da inşâ etmiş
olurlar. Sonsuz hayat tüketimlerimizi de bir ara konuşuruz…