Her şey, çekenin omuzuna yükleniyor!

Ve şiddet başladı. Adı “edepsiz”e çıktığı için eşinden şiddet görüyordu. Çocuğunun yanında çok zaman hırpalanıyor, hakaretlere maruz kalıyordu. Suat, Selma'ya hakaretler yağdırırken kayınvalidesinin yüzündeki alaycı ifade genç kadını çıldırtıyordu.

FAKİR ama mutlu bir ailede dünyaya gelmişti Selma. Bütün fakirliklerine rağmen annesi, babası ve kardeşleri ile çocukluk yılları sevgi dolu geçmişti. En ufak şeylerden mutlu olabilen aile fertleri ile neşe dolu bir çocuk olmuştu hep. İlk ve ortaokul hep böyle devam etti.

Ve lise vakti geldi. Bir an önce hayata atılıp anne, baba ve kardeşlerine katkıda bulunması gerekiyordu. Üniversite okumayı, doktor olmayı çok istemesine rağmen hemşire olmayı tercih etti ve yatılı okul yılları başladı. Dört yıl sürecek ama erkenden meslek sahibi olup maaşa geçerek ailesine katkıda bulunmaya başlayacaktı.

Kendinden küçük​ üç kardeşi vardı. Babası malulen emekli olduğundan çok az maaş alıyor, annesi o yüzden çalışıyordu. İlk ve ortaokul yılları boyunca kardeşlerine de bakmıştı okul saatleri dışında.

Sonunda hemşire olmuş, bir süre çalışmıştı. 19 yaşının başlarında kısmetleri kapıyı aşındırmaya başladılar. Güzel, gösterişli, alımlı bir genç kız olunca bu durum kaçınılmazdı. Hep itiraz etti ama biri vardı ve onu çok beğenmişti. Ama evlenmeyecek, ailesine yardım edecekti. Uzun ve ısrarlı geliş gidişler sonunda sevdiği adama “Evet” demek zorunda kaldı. 19 yaşını tamamlar tamamlamaz evlendiler.

Önce “Çalışabilirsin” diyen eşi, evlendikten sonra izin vermedi Selma'ya. Böylece ailesine katkıda bulunmak hayâli suya düştü.

Suat, tek erkek evlât olduğundan annesi ve babası ile birlikte oturmayı rica etmişti eşinden. Eşi askerliğini henüz yapmamış olduğundan, kabul etti Selma hiç düşünmeden. Evlendiğinin ikinci ayında askere gitti eşi. Ve kayınpederli, kayınvalideli günler başladı.

Önceleri her şey iyi gidiyor, seviliyor, el üstünde tutuluyordu​. Bu arada hamile kalmıştı ve zor bir gebelik geçiriyordu. Bulantı ve kusmalar, sürekli uyuma isteği perişan ediyordu. Suat'ın annesi ve babası üzerine titriyor, bir dediğini iki etmiyorlardı. Çok temiz kalpli ve toy olduğundan mıdır bilinmez, eşinin izinli geldiği günlerde kayınvalidesinin değişik davranışlarının farkına varamamıştı.

İzin bitip eşi kıtasına dönünce yine o sevecen, tatlı, anaç kadın ortaya çıkıyordu. Oğlu dünyaya geldiğinde, askerliğinin tam yarısında idi Suat. Askerlik bittiğinde oğlu da altı aylık olmuştu. Suat başında duramadığı için, kötüye giden işlerini yoluna koymak üzere çalışıyor, sabah gidip akşam geliyordu. Bu arada evde yavaş yavaş huzursuzluklar baş göstermeye başlamıştı. Çünkü Selma artık bir anne idi. Bazı şeyler artık rahatsız etmeye başlamıştı kendisini. Hiçbir konuda kendisine fikrini dahi sorulmuyor, her şeyin kararını kayınvalide veriyordu. Bebeğinin banyo gününe, mama saatine, giyecek alımına, her şeye…

Ve bu durum artık üzüyor, sinirlerini yıpratıyordu Selma’nın. Ailesine gitmesine bile izin vermemek derecesine gelmişti kayınvalidesi. Akrabaları, arkadaşları, sadece yeni evlendiğinde bir kez gelmişler evine, bir daha da gelememişlerdi. Bunun sebebini çok geç anlamıştı. Kayınvalidesi surat asıyor, kapıları çarpıyor, kırılıp üzülürler diye düşünmeden ileri geri konuşuyordu. Selma bunları fark etmeye başlayınca, artık bazı konularda sesi çıkmaya başladı.

Evlenirken kurulu düzen bir eve geldiği için yatak odasından başka hiçbir şey alınmamıştı. Tek sığınağı orası oluyordu. Çeyizlerini bile açmamıştı. Bir gün kendi evi olursa kullanacağı düşüncesiyle dert etmemişti. Günler geçtikçe ipler iyice geriliyor ve fakat Suat hiç fark etmiyordu bu durumu. Kayınpederi ile muhabbeti bile batıyordu kayınvalidesine. Ve ne yapıp etti, onunla da arasının açılmasına sebep oldu​. Gitgide sağlığı da bozulmaya başladı genç kadının. Suat, annesinin ne kadar huysuz bir kadın olduğunu biliyor ama ses çıkartamıyordu.

Akrabalarından bazıları uyarmaya çalışınca hemen ilişkiyi kesiyordu onlarla da. Titizlik huyu hastalık boyutunda olan kayınvalidesinin işleri bitmek tükenmek bilmiyordu. Her gün her yer kaldırılıyor, yaz veya kış temizliği gibi temizleniyordu. Evin büyüğü iş yaparken gelin oturabilir miydi? O kadar çok yoruluyordu ki, gece olup da odasına geçip yatmaya can atıyordu. Kayınvalidesinin huysuzluğundan eve gelip giden olmuyor, ev de hiç kirlenmiyordu aslında. Ama her gün yine de dip bucak temizlik yapılıyordu.

Çocuğuyla istediği gibi ilgilenemiyordu. Kayınvalide ne istiyorsa o pişiriliyor, nereye gitmek isterse oraya gidiliyor, ne alınacaksa eve o karar veriyordu. Selma, evin halayığı ve torun bakıcısı olmuştu âdeta.

Bu kadar gerilimi​ yaşamak, artık kavgaların başlamasına neden oluyordu doğal olarak. O sessiz, her şeye “Evet” diyen Selma gitmiş, yerine ise bir bakışa bile tahammülü kalmamış, kavgacı bir genç kadın gelmişti. Yemiyor, içmiyor, boş vakit buldukça odasına çekilip ağlıyor, duvarları tekmeleyip yumrukluyordu. Sonra sakinleşip çıkıyor, gelinliğine, daha doğrusu köleliğe devam ediyordu.

Ve şiddet başladı. Adı “edepsiz”e çıktığı için eşinden şiddet görüyordu. Çocuğunun yanında çok zaman hırpalanıyor, hakaretlere maruz kalıyordu. Suat, Selma'ya hakaretler yağdırırken kayınvalidesinin yüzündeki alaycı ifade genç kadını çıldırtıyordu.

Suat'ın askerlik dönüşünde işler yoluna girinceye kadar çektiği yokluk da cabası olmuştu. İstediği hiçbir şeyi zamanında yaşayamadı. Sabretti. Bir gün rahat edeceklerini düşünerek dayandı. Ama bu durum dayanılacak gibi değildi. Ne eşti, ne anneydi, ne evinin kadınıydı. Hiçbir sıfata uymuyordu yaşadıkları. Günden güne zayıflıyordu. Bir de adı “marazlı gelin”e çıktı. Eş dost ve akrabaları bu duruma dayanamayıp olaya müdahale edince evlerini ayırmak zorunda kaldılar. Ve ondan sonra yükü daha da ağırlaştı Selma'nın.

Kayınvalidesi çok düşkün olduğu oğlundan kendisini ayırmasının acısını fena çıkardı genç kadından. Mutsuz, huzursuz geçiyordu günleri. Suat, oğlunu da alıyor, her akşamı annesinde geçiriyor, yatma zamanı eve geliyor, sabahları da hiç konuşmadan işe gidiyordu. Çoğu zaman yalnızdı genç kadın. Bu arada ikinci kez hamile kalmış, bir erkek çocuğu daha olmuştu. Bu durum bile yumuşatmamıştı eşini de, kayınvalidesini de. Birçok kez ayrılmak istedi ama hem kendi ailesi, hem Suat razı olmadı.

Yıllar böyle geçti gitti. Yine her yere kayınvalide ile gidiliyor. Yine her şeye o karar veriyordu. Oğulları büyüdü, okudu, iş güç sahibi oldular. İkisi de evlendi. Gelinleri ailelerine o kadar düşkünlerdi ki, yine yalnız kaldı Selma. Bayramdan bayrama bir araya gelebiliyorlardı çocukları ile. Çünkü diğer zamanlarda hiç vakitleri olmuyordu(!).

Önce kayınpederi vefat etti. Birkaç yıl sonra da kayınvalidesi hastalandı. Tabiî ona bakmak Selma'ya kaldı. Aylar boyu baktı tertemiz bir şekilde. Son nefesini verirken helâllik istedi gelininden. Ve öldü. Anne ve babası daha önce göçüp gitmişlerdi bu dünyadan.

Selma’nın torunları da oldu ama çok az görebiliyorlardı. Çünkü anneannelerinde oluyorlardı genellikle. Ve Selma yine yalnızdı. Suat kendini iyice işine veriyor, konuşmuyor, sormuyordu. Neyse ki akşamları evinde oluyordu.

Bu hikâye, toplumsal bir yaranın bilinmesi için yazılması ve okunması gereken bir hikâyedir. Yaşanmıştır. Bu yara tedavi edilmelidir. Ama nasıl?

Şimdiki evlilikler öyle mi? Daha evlenirken, özellikle kızlar “Bakarım duruma, olursa olur, olmazsa boşanırım” diyorlar. Bu düşünce ile kurulan yuvalar yıkılıp gidiyor çoğu zaman. En ufak şeylerden koparıp atıyor, çocuklarını bile düşünmüyorlar. Kayınvalide-kayınpeder hiç istenmiyor gelinler tarafından. Maddî destekleri olsun ama uzak dursunlar isteniyor.

İşte Selma'nın gelinleri de işleri düşünce arıyor, işleri bittiğinde akıllarından bile geçirmiyorlardı onu. Anneleri vardı tabiî. Doğal olarak önce onlar geliyordu. Kızı olmayan annelerin hâlini ne bileceklerdi ki?

Ve böyle hep üzüldü, hep ağladı, hep yalnız yaşadı Selma. Sonunda amansız hastalık olan kanser yapıştı yakasına ve bu dünyadan göçüp gitti. Umarım ahirette mutlu olur. Melekler yalnız bırakmaz onu…