FAKİR ama mutlu bir ailede dünyaya
gelmişti Selma. Bütün fakirliklerine rağmen annesi, babası ve kardeşleri ile
çocukluk yılları sevgi dolu geçmişti. En ufak şeylerden mutlu olabilen aile fertleri
ile neşe dolu bir çocuk olmuştu hep. İlk ve ortaokul hep böyle devam etti.
Ve
lise vakti geldi. Bir an önce hayata atılıp anne, baba ve kardeşlerine katkıda
bulunması gerekiyordu. Üniversite okumayı, doktor olmayı çok istemesine rağmen
hemşire olmayı tercih etti ve yatılı okul yılları başladı. Dört yıl sürecek ama
erkenden meslek sahibi olup maaşa geçerek ailesine katkıda bulunmaya
başlayacaktı.
Kendinden
küçük üç kardeşi vardı. Babası malulen emekli olduğundan çok az maaş alıyor,
annesi o yüzden çalışıyordu. İlk ve ortaokul yılları boyunca kardeşlerine de
bakmıştı okul saatleri dışında.
Sonunda
hemşire olmuş, bir süre çalışmıştı. 19 yaşının başlarında kısmetleri kapıyı
aşındırmaya başladılar. Güzel, gösterişli, alımlı bir genç kız olunca bu durum
kaçınılmazdı. Hep itiraz etti ama biri vardı ve onu çok beğenmişti. Ama
evlenmeyecek, ailesine yardım edecekti. Uzun ve ısrarlı geliş gidişler sonunda
sevdiği adama “Evet” demek zorunda kaldı. 19 yaşını tamamlar tamamlamaz
evlendiler.
Önce
“Çalışabilirsin” diyen eşi, evlendikten sonra izin vermedi Selma'ya. Böylece
ailesine katkıda bulunmak hayâli suya düştü.
Suat,
tek erkek evlât olduğundan annesi ve babası ile birlikte oturmayı rica etmişti
eşinden. Eşi askerliğini henüz yapmamış olduğundan, kabul etti Selma hiç
düşünmeden. Evlendiğinin ikinci ayında askere gitti eşi. Ve kayınpederli,
kayınvalideli günler başladı.
Önceleri
her şey iyi gidiyor, seviliyor, el üstünde tutuluyordu. Bu arada hamile
kalmıştı ve zor bir gebelik geçiriyordu. Bulantı ve kusmalar, sürekli uyuma
isteği perişan ediyordu. Suat'ın annesi ve babası üzerine titriyor, bir
dediğini iki etmiyorlardı. Çok temiz kalpli ve toy olduğundan mıdır bilinmez,
eşinin izinli geldiği günlerde kayınvalidesinin değişik davranışlarının farkına
varamamıştı.
İzin
bitip eşi kıtasına dönünce yine o sevecen, tatlı, anaç kadın ortaya çıkıyordu.
Oğlu dünyaya geldiğinde, askerliğinin tam yarısında idi Suat. Askerlik
bittiğinde oğlu da altı aylık olmuştu. Suat başında duramadığı için, kötüye giden
işlerini yoluna koymak üzere çalışıyor, sabah gidip akşam geliyordu. Bu arada
evde yavaş yavaş huzursuzluklar baş göstermeye başlamıştı. Çünkü Selma artık
bir anne idi. Bazı şeyler artık rahatsız etmeye başlamıştı kendisini. Hiçbir
konuda kendisine fikrini dahi sorulmuyor, her şeyin kararını kayınvalide
veriyordu. Bebeğinin banyo gününe, mama saatine, giyecek alımına, her şeye…
Ve
bu durum artık üzüyor, sinirlerini yıpratıyordu Selma’nın. Ailesine gitmesine
bile izin vermemek derecesine gelmişti kayınvalidesi. Akrabaları, arkadaşları,
sadece yeni evlendiğinde bir kez gelmişler evine, bir daha da gelememişlerdi.
Bunun sebebini çok geç anlamıştı. Kayınvalidesi surat asıyor, kapıları çarpıyor,
kırılıp üzülürler diye düşünmeden ileri geri konuşuyordu. Selma bunları fark
etmeye başlayınca, artık bazı konularda sesi çıkmaya başladı.
Evlenirken
kurulu düzen bir eve geldiği için yatak odasından başka hiçbir şey alınmamıştı.
Tek sığınağı orası oluyordu. Çeyizlerini bile açmamıştı. Bir gün kendi evi
olursa kullanacağı düşüncesiyle dert etmemişti. Günler geçtikçe ipler iyice
geriliyor ve fakat Suat hiç fark etmiyordu bu durumu. Kayınpederi ile muhabbeti
bile batıyordu kayınvalidesine. Ve ne yapıp etti, onunla da arasının açılmasına
sebep oldu. Gitgide sağlığı da bozulmaya başladı genç kadının. Suat, annesinin
ne kadar huysuz bir kadın olduğunu biliyor ama ses çıkartamıyordu.
Akrabalarından
bazıları uyarmaya çalışınca hemen ilişkiyi kesiyordu onlarla da. Titizlik huyu hastalık
boyutunda olan kayınvalidesinin işleri bitmek tükenmek bilmiyordu. Her gün her
yer kaldırılıyor, yaz veya kış temizliği gibi temizleniyordu. Evin büyüğü iş
yaparken gelin oturabilir miydi? O kadar çok yoruluyordu ki, gece olup da odasına
geçip yatmaya can atıyordu. Kayınvalidesinin huysuzluğundan eve gelip giden
olmuyor, ev de hiç kirlenmiyordu aslında. Ama her gün yine de dip bucak temizlik
yapılıyordu.
Çocuğuyla
istediği gibi ilgilenemiyordu. Kayınvalide ne istiyorsa o pişiriliyor, nereye
gitmek isterse oraya gidiliyor, ne alınacaksa eve o karar veriyordu. Selma,
evin halayığı ve torun bakıcısı olmuştu âdeta.
Bu
kadar gerilimi yaşamak, artık kavgaların başlamasına neden oluyordu doğal
olarak. O sessiz, her şeye “Evet” diyen Selma gitmiş, yerine ise bir bakışa
bile tahammülü kalmamış, kavgacı bir genç kadın gelmişti. Yemiyor, içmiyor, boş
vakit buldukça odasına çekilip ağlıyor, duvarları tekmeleyip yumrukluyordu.
Sonra sakinleşip çıkıyor, gelinliğine, daha doğrusu köleliğe devam ediyordu.
Ve
şiddet başladı. Adı “edepsiz”e çıktığı için eşinden şiddet görüyordu. Çocuğunun
yanında çok zaman hırpalanıyor, hakaretlere maruz kalıyordu. Suat, Selma'ya
hakaretler yağdırırken kayınvalidesinin yüzündeki alaycı ifade genç kadını
çıldırtıyordu.
Suat'ın
askerlik dönüşünde işler yoluna girinceye kadar çektiği yokluk da cabası
olmuştu. İstediği hiçbir şeyi zamanında yaşayamadı. Sabretti. Bir gün rahat
edeceklerini düşünerek dayandı. Ama bu durum dayanılacak gibi değildi. Ne eşti,
ne anneydi, ne evinin kadınıydı. Hiçbir sıfata uymuyordu yaşadıkları. Günden
güne zayıflıyordu. Bir de adı “marazlı gelin”e çıktı. Eş dost ve akrabaları bu
duruma dayanamayıp olaya müdahale edince evlerini ayırmak zorunda kaldılar. Ve
ondan sonra yükü daha da ağırlaştı Selma'nın.
Kayınvalidesi
çok düşkün olduğu oğlundan kendisini ayırmasının acısını fena çıkardı genç
kadından. Mutsuz, huzursuz geçiyordu günleri. Suat, oğlunu da alıyor, her
akşamı annesinde geçiriyor, yatma zamanı eve geliyor, sabahları da hiç konuşmadan
işe gidiyordu. Çoğu zaman yalnızdı genç kadın. Bu arada ikinci kez hamile
kalmış, bir erkek çocuğu daha olmuştu. Bu durum bile yumuşatmamıştı eşini de,
kayınvalidesini de. Birçok kez ayrılmak istedi ama hem kendi ailesi, hem Suat
razı olmadı.
Yıllar
böyle geçti gitti. Yine her yere kayınvalide ile gidiliyor. Yine her şeye o
karar veriyordu. Oğulları büyüdü, okudu, iş güç sahibi oldular. İkisi de
evlendi. Gelinleri ailelerine o kadar düşkünlerdi ki, yine yalnız kaldı Selma.
Bayramdan bayrama bir araya gelebiliyorlardı çocukları ile. Çünkü diğer zamanlarda
hiç vakitleri olmuyordu(!).
Önce
kayınpederi vefat etti. Birkaç yıl sonra da kayınvalidesi hastalandı. Tabiî ona
bakmak Selma'ya kaldı. Aylar boyu baktı tertemiz bir şekilde. Son nefesini
verirken helâllik istedi gelininden. Ve öldü. Anne ve babası daha önce göçüp
gitmişlerdi bu dünyadan.
Selma’nın
torunları da oldu ama çok az görebiliyorlardı. Çünkü anneannelerinde
oluyorlardı genellikle. Ve Selma yine yalnızdı. Suat kendini iyice işine
veriyor, konuşmuyor, sormuyordu. Neyse ki akşamları evinde oluyordu.
Bu
hikâye, toplumsal bir yaranın bilinmesi için yazılması ve okunması gereken bir
hikâyedir. Yaşanmıştır. Bu yara tedavi edilmelidir. Ama nasıl?
Şimdiki
evlilikler öyle mi? Daha evlenirken, özellikle kızlar “Bakarım duruma, olursa
olur, olmazsa boşanırım” diyorlar. Bu düşünce ile kurulan yuvalar yıkılıp
gidiyor çoğu zaman. En ufak şeylerden koparıp atıyor, çocuklarını bile
düşünmüyorlar. Kayınvalide-kayınpeder hiç istenmiyor gelinler tarafından. Maddî
destekleri olsun ama uzak dursunlar isteniyor.
İşte
Selma'nın gelinleri de işleri düşünce arıyor, işleri bittiğinde akıllarından
bile geçirmiyorlardı onu. Anneleri vardı tabiî. Doğal olarak önce onlar
geliyordu. Kızı olmayan annelerin hâlini ne bileceklerdi ki?
Ve
böyle hep üzüldü, hep ağladı, hep yalnız yaşadı Selma. Sonunda amansız hastalık
olan kanser yapıştı yakasına ve bu dünyadan göçüp gitti. Umarım ahirette mutlu
olur. Melekler yalnız bırakmaz onu…