DÜNYA siyasal
tarihinde güç dengelerinin altüst olduğu ve küresel krizlerin baş gösterdiği
çok sayıda dönem vardır. Kriz dönemleri sonucunda genellikle dünya yeni bir
küresel akımın etkisine girer. Bunun sonucunda ise küresel düzeyde paradigmalar
yıkılırken yeni paradigmalar ortaya çıkar. Haritalar yeniden şekillenir.
Bu bağlamda ilk ciddî aşama,
Rönesans ve Reform hareketleridir. Rönesans ve Reform hareketleri sonucu
Coğrafî Keşifler ile birlikte dünya sömürgecilik yarışına girerken mutlak
monarşiler güç kazandı. Fransız Devrimi’ne kadar mutlak monarşiler küresel
düzene hâkimken, ihtilâlden sonra mutlak monarşiler yıkıldı. Cumhuriyet ve ulus
devletler siyasal paradigmayı yeniden şekillendirdi. Milliyetçi ideolojiler
giderek dünyaya yayıldı.
Birinci Dünya Savaşı bu dönemin
âdeta finaline sahne oldu. Savaş sonucunda sömürgecilik yeni bir boyut kazandı.
Manda yönetimlerinin ortaya çıktığı bu dönemde ülkelerin sınırları küçüldü.
Osmanlı ve Çarlık Rusya’sı gibi geniş topraklara hükmeden imparatorluklar
yıkıldı. Onların yerine irili ufaklı onlarca devlet kuruldu.
Fakat siyasal, kültürel ve etnik
yapıların özellikleri yeni kurulan devletlere yansımayınca yeni sorunlar baş
göstermeye başladı. Yeni kurulan devletlerin karakterleri de birbirinden farklı
yapılara büründü. Rusya komünizme kayarken, İtalya ve Almanya’da Nazizm ve
faşizm devletin ana karakteri oldu. Ülkemizde Cumhuriyet rejimi kurulurken,
Osmanlı bakiyesi diğer topraklarda başka rejimler ortaya çıktı.
Birinci Dünya Savaşı ile oluşan
paradigma yalnızca çeyrek asırlık siyasal düzene hâkim oldu. Almanya, İtalya ve
Rusya’nın hem siyasal, hem de ideolojik olarak genişleme politikası nedeniyle
çok geçmeden yeni bir savaş patlak verdi. İkinci Dünya Savaşı sonucunda savaş
öncesinin iddialı iki devleti ve bunların ana karakterini oluşturan faşizm ve
Nazizm rejimleri çöktü. Sovyet Rusya ve komünizm yeni büyük bir güç olarak
savaş sonunda küresel düzende yerini alırken, Rusya’nın karşısına yeni bir güç
olarak ABD çıktı.
Savaş sonucunda artık yeni bir
paradigma ve yeni bir dönem vardı. Bu dönemin adı "Soğuk Savaş"
olarak literatüre geçti. Demokrasi özellikle Avrupa’da hâkim siyasal sistem
olarak kendini gösterirken, manda yönetimlerinin olduğu bölgelerde Mısır,
Hindistan, Libya gibi çok sayıda yeni ülke kuruldu. Sovyet Rusya’nın büyük bir
güç olarak ortaya çıkmasından sonra Sovyetlerin güdümünde dünyanın dört bir
yanında ülkeler kuruldu. Avrupa’da, özellikle Balkanlarda bu ülkenin etkisi hiç
olmadığı kadar arttı. Savaş sonunda dünyada büyük bir yıkım yaşanırken,
milyonlarca insan ise savaşlarda can verdi.
Ortaya çıkan yıkımın büyüklüğü,
çeyrek asır gibi kısa bir zamanda iki büyük dünya savaşının yaşanması ve İkinci
Dünya Savaşı sonucunda oluşan yeni paradigma ile ortaya çıkan çatışma
kuşaklarında her an yeni bir savaşın patlak verme ihtimâli gibi nedenlerle
dünya barışını sağlama fikri tarafların gündemine girdi. Bunun sonucunda
Birleşmiş Milletler kuruldu.
İkinci Dünya Savaşı sadece siyasal
arenada yeni bir paradigma doğurmadı. Atom bombasının kullanılması ile nükleer
yarış da başlamış oldu.
Dünyanın iki ana bloka bölünmesiyle
birlikte Soğuk Savaş dönemi başladı. ABD öncülüğündeki NATO ve Sovyet Rusya
öncülüğündeki Komünist blok her alanda yarışa girdi. Bu dönemde insanlık uzaya
çıktı. En nihâyetinde Soğuk Savaş’ın en büyük sembolü sayılan Berlin Duvarı’nın
yıkılması ile birlikte bu dönem de miadını doldurdu. 1991’de Sovyetlerin
yıkılmasıyla Soğuk Savaş sona erdi.
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle
birlikte tek kutuplu bir dünya ortaya çıktı. Tek kutuplu dünyanın ortaya
çıkması, denge sorununu beraberinde getirdi. Küresel ölçekte ortaya çıkan
sorunlara çözüm üretme noktasında yetersizlikler yaşanmaya başladı. Irak
Savaşı, Afganistan Savaşı ve bunun küresel yansımaları, sorunlara çözüm
üretmekten ziyâde yeni çatışma alanları doğurdu. Bu çatışma alanları İslâm
dünyasını kasıp kavurdu. Bu hâlen devam ediyor...
Avrupa Birliği bu dönemin hemen
ardından önemli bir ekonomik güç olarak ortaya çıksa da bu gücünü askerî olarak
tahkim edemedi ve üyeler arasında yaşanan çıkar çatışmaları nedeniyle süper
güce dönüşemedi.
Yeni paradigma hangi değerler
üzerine inşâ edilecek?
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra
milliyetçilik ve bağımsızlık gibi kavramlar, İkinci Dünya Savaşı’na kadar süren
küresel paradigmanın temelini oluşturdu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
demokrasi ve insan hakları gibi insanî değerleri öne çıkaran kavramlarsa yeni
paradigmanın temelinde yer aldı. Fakat Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra
oluşan küresel düzen, yeni bir paradigma doğurmakta zorlandı.
Yeni bir paradigmanın ortaya
çıkmayışı, yeni ve kalıcı ittifakların doğmasını engelledi. Bunun sonucunda ise
küresel düzen paradigma yoksunluğundan kaynaklanan sancılar yaşamaya başladı.
Soğuk Savaş döneminin en önemli
nirengi noktalarından biri olan ideolojik kamplaşma, savaş sonucunda gevşedi.
Hattâ bazı sosyal bilimciler ideolojilerin sonunun geldiğini iddia ettiler.
Fakat tek kutuplu dünya düzeninin getirdiği siyasal, sosyal ve ekonomik
sorunlar, bu alanlarda ortaya çıkan derin adaletsizlikler, etnik ve teoloji
kaynaklı ideolojileri yeniden canlandırdı. Küresel düzenin inşâ edicilerinin
güttüğü politikalar sonucu ortaya çıkan derin siyasal, sosyal ve ekonomik
çatlaklar radikalizmi doğurdu.
Yeni paradigmanın yoksunluğu dünyaya
yeni sorunlar sunarken, Körfez Savaşı patlak verdi. Ardı sıra Afganistan ve
Irak’a ABD’nin müdahalesi geldi. Sonrasında ise sosyal çalkantıların baş gösterdiği
coğrafyalarda "Arap Baharı" denilen yeni toplumsal hareketler
sonucunda yeni krizler doğdu.
Fakat bu krizleri diğerlerinden
ayıran en önemli özellik, bu krizlerin İslâm dünyasında baş göstermiş
olmasıdır. Yukarıda özetle anlattığım kriz dönemleri dünya coğrafyasının
geneline yayılmışken, söz konusu bu yeni kriz, sadece İslâm coğrafyalarında
kendini gösterdi. İslâm dünyasındaki bölünmüşlük ve çözümsüzlükler de sorunu
iyice derinleştirdi.
Küresel güçler bugün Libya’dan
Suriye’ye, oradan Irak’a kadar uzanan bölgede var olan çatışma kuşaklarında,
önceden olduğu gibi kendi güçleriyle bölgelere müdahale etmek yerine, çatışma
kuşaklarındaki yerel güçleri ayartarak yeni bir savaş başlattılar. Bu nedenle
bu döneme "vekâlet savaşları" deniliyor.
Batı dünyası her ne kadar kasıp
kavrulan İslâm coğrafyasına kör ve şaşı baksa da bu çok uzun sürmeyecek ve Batı
dünyası bu yangından payına düşeni alacaktır. Mülteci Krizi, bunun ilk
işaretidir.
Batı dünyası çatışma kuşaklarındaki
krizi hissetmeye başladığında, hiç şüphesiz konjonktür yeni bir paradigma
doğuracaktır.
Fransız Devrimi’nden sonra başlayıp İkinci Dünya Savaşı’na kadar geçen dönem, siyasal ve toplumsal değerlerin ağırlıklı olduğu bir paradigma doğurdu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki paradigma, daha çok birey odaklı insani değerlere kaydı. Öyle zannediyorum ki, yeni oluşacak paradigma ise vicdanî değerlerin ağırlıkta olduğu küresel adalet üzerine inşâ edilen bir paradigma olacaktır. Ya da insanlığın selâmeti için öyle olmalıdır!