Her kriz yeni bir paradigma doğurur

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki paradigma, daha çok birey odaklı insani değerlere kaydı. Öyle zannediyorum ki, yeni oluşacak paradigma ise vicdanî değerlerin ağırlıkta olduğu küresel adalet üzerine inşâ edilen bir paradigma olacaktır. Ya da insanlığın selâmeti için öyle olmalıdır!

DÜNYA siyasal tarihinde güç dengelerinin altüst olduğu ve küresel krizlerin baş gösterdiği çok sayıda dönem vardır. Kriz dönemleri sonucunda genellikle dünya yeni bir küresel akımın etkisine girer. Bunun sonucunda ise küresel düzeyde paradigmalar yıkılırken yeni paradigmalar ortaya çıkar. Haritalar yeniden şekillenir.

Bu bağlamda ilk ciddî aşama, Rönesans ve Reform hareketleridir. Rönesans ve Reform hareketleri sonucu Coğrafî Keşifler ile birlikte dünya sömürgecilik yarışına girerken mutlak monarşiler güç kazandı. Fransız Devrimi’ne kadar mutlak monarşiler küresel düzene hâkimken, ihtilâlden sonra mutlak monarşiler yıkıldı. Cumhuriyet ve ulus devletler siyasal paradigmayı yeniden şekillendirdi. Milliyetçi ideolojiler giderek dünyaya yayıldı. 

Birinci Dünya Savaşı bu dönemin âdeta finaline sahne oldu. Savaş sonucunda sömürgecilik yeni bir boyut kazandı. Manda yönetimlerinin ortaya çıktığı bu dönemde ülkelerin sınırları küçüldü. Osmanlı ve Çarlık Rusya’sı gibi geniş topraklara hükmeden imparatorluklar yıkıldı. Onların yerine irili ufaklı onlarca devlet kuruldu.

Fakat siyasal, kültürel ve etnik yapıların özellikleri yeni kurulan devletlere yansımayınca yeni sorunlar baş göstermeye başladı. Yeni kurulan devletlerin karakterleri de birbirinden farklı yapılara büründü. Rusya komünizme kayarken, İtalya ve Almanya’da Nazizm ve faşizm devletin ana karakteri oldu. Ülkemizde Cumhuriyet rejimi kurulurken, Osmanlı bakiyesi diğer topraklarda başka rejimler ortaya çıktı.

Birinci Dünya Savaşı ile oluşan paradigma yalnızca çeyrek asırlık siyasal düzene hâkim oldu. Almanya, İtalya ve Rusya’nın hem siyasal, hem de ideolojik olarak genişleme politikası nedeniyle çok geçmeden yeni bir savaş patlak verdi. İkinci Dünya Savaşı sonucunda savaş öncesinin iddialı iki devleti ve bunların ana karakterini oluşturan faşizm ve Nazizm rejimleri çöktü. Sovyet Rusya ve komünizm yeni büyük bir güç olarak savaş sonunda küresel düzende yerini alırken, Rusya’nın karşısına yeni bir güç olarak ABD çıktı.

Savaş sonucunda artık yeni bir paradigma ve yeni bir dönem vardı. Bu dönemin adı "Soğuk Savaş" olarak literatüre geçti. Demokrasi özellikle Avrupa’da hâkim siyasal sistem olarak kendini gösterirken, manda yönetimlerinin olduğu bölgelerde Mısır, Hindistan, Libya gibi çok sayıda yeni ülke kuruldu. Sovyet Rusya’nın büyük bir güç olarak ortaya çıkmasından sonra Sovyetlerin güdümünde dünyanın dört bir yanında ülkeler kuruldu. Avrupa’da, özellikle Balkanlarda bu ülkenin etkisi hiç olmadığı kadar arttı. Savaş sonunda dünyada büyük bir yıkım yaşanırken, milyonlarca insan ise savaşlarda can verdi.

Ortaya çıkan yıkımın büyüklüğü, çeyrek asır gibi kısa bir zamanda iki büyük dünya savaşının yaşanması ve İkinci Dünya Savaşı sonucunda oluşan yeni paradigma ile ortaya çıkan çatışma kuşaklarında her an yeni bir savaşın patlak verme ihtimâli gibi nedenlerle dünya barışını sağlama fikri tarafların gündemine girdi. Bunun sonucunda Birleşmiş Milletler kuruldu.

İkinci Dünya Savaşı sadece siyasal arenada yeni bir paradigma doğurmadı. Atom bombasının kullanılması ile nükleer yarış da başlamış oldu.

Dünyanın iki ana bloka bölünmesiyle birlikte Soğuk Savaş dönemi başladı. ABD öncülüğündeki NATO ve Sovyet Rusya öncülüğündeki Komünist blok her alanda yarışa girdi. Bu dönemde insanlık uzaya çıktı. En nihâyetinde Soğuk Savaş’ın en büyük sembolü sayılan Berlin Duvarı’nın yıkılması ile birlikte bu dönem de miadını doldurdu. 1991’de Sovyetlerin yıkılmasıyla Soğuk Savaş sona erdi.

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte tek kutuplu bir dünya ortaya çıktı. Tek kutuplu dünyanın ortaya çıkması, denge sorununu beraberinde getirdi. Küresel ölçekte ortaya çıkan sorunlara çözüm üretme noktasında yetersizlikler yaşanmaya başladı. Irak Savaşı, Afganistan Savaşı ve bunun küresel yansımaları, sorunlara çözüm üretmekten ziyâde yeni çatışma alanları doğurdu. Bu çatışma alanları İslâm dünyasını kasıp kavurdu. Bu hâlen devam ediyor...

Avrupa Birliği bu dönemin hemen ardından önemli bir ekonomik güç olarak ortaya çıksa da bu gücünü askerî olarak tahkim edemedi ve üyeler arasında yaşanan çıkar çatışmaları nedeniyle süper güce dönüşemedi.

Yeni paradigma hangi değerler üzerine inşâ edilecek?

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra milliyetçilik ve bağımsızlık gibi kavramlar, İkinci Dünya Savaşı’na kadar süren küresel paradigmanın temelini oluşturdu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra demokrasi ve insan hakları gibi insanî değerleri öne çıkaran kavramlarsa yeni paradigmanın temelinde yer aldı. Fakat Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra oluşan küresel düzen, yeni bir paradigma doğurmakta zorlandı.

Yeni bir paradigmanın ortaya çıkmayışı, yeni ve kalıcı ittifakların doğmasını engelledi. Bunun sonucunda ise küresel düzen paradigma yoksunluğundan kaynaklanan sancılar yaşamaya başladı.

Soğuk Savaş döneminin en önemli nirengi noktalarından biri olan ideolojik kamplaşma, savaş sonucunda gevşedi. Hattâ bazı sosyal bilimciler ideolojilerin sonunun geldiğini iddia ettiler. Fakat tek kutuplu dünya düzeninin getirdiği siyasal, sosyal ve ekonomik sorunlar, bu alanlarda ortaya çıkan derin adaletsizlikler, etnik ve teoloji kaynaklı ideolojileri yeniden canlandırdı. Küresel düzenin inşâ edicilerinin güttüğü politikalar sonucu ortaya çıkan derin siyasal, sosyal ve ekonomik çatlaklar radikalizmi doğurdu.

Yeni paradigmanın yoksunluğu dünyaya yeni sorunlar sunarken, Körfez Savaşı patlak verdi. Ardı sıra Afganistan ve Irak’a ABD’nin müdahalesi geldi. Sonrasında ise sosyal çalkantıların baş gösterdiği coğrafyalarda "Arap Baharı" denilen yeni toplumsal hareketler sonucunda yeni krizler doğdu.

Fakat bu krizleri diğerlerinden ayıran en önemli özellik, bu krizlerin İslâm dünyasında baş göstermiş olmasıdır. Yukarıda özetle anlattığım kriz dönemleri dünya coğrafyasının geneline yayılmışken, söz konusu bu yeni kriz, sadece İslâm coğrafyalarında kendini gösterdi. İslâm dünyasındaki bölünmüşlük ve çözümsüzlükler de sorunu iyice derinleştirdi.

Küresel güçler bugün Libya’dan Suriye’ye, oradan Irak’a kadar uzanan bölgede var olan çatışma kuşaklarında, önceden olduğu gibi kendi güçleriyle bölgelere müdahale etmek yerine, çatışma kuşaklarındaki yerel güçleri ayartarak yeni bir savaş başlattılar. Bu nedenle bu döneme "vekâlet savaşları" deniliyor.

Batı dünyası her ne kadar kasıp kavrulan İslâm coğrafyasına kör ve şaşı baksa da bu çok uzun sürmeyecek ve Batı dünyası bu yangından payına düşeni alacaktır. Mülteci Krizi, bunun ilk işaretidir.

Batı dünyası çatışma kuşaklarındaki krizi hissetmeye başladığında, hiç şüphesiz konjonktür yeni bir paradigma doğuracaktır.

Fransız Devrimi’nden sonra başlayıp İkinci Dünya Savaşı’na kadar geçen dönem, siyasal ve toplumsal değerlerin ağırlıklı olduğu bir paradigma doğurdu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki paradigma, daha çok birey odaklı insani değerlere kaydı. Öyle zannediyorum ki, yeni oluşacak paradigma ise vicdanî değerlerin ağırlıkta olduğu küresel adalet üzerine inşâ edilen bir paradigma olacaktır. Ya da insanlığın selâmeti için öyle olmalıdır!