Her kazanım, en ileri kazanç içindir

BMBÇS’nin denizlerde ilân ettiği ekolojik ve biyolojik açıdan önemli alanlar (EBSA), Libya ile imzalanan ikili anlaşmamız ve teamül hukukunu hâlihazırda tanıyarak Doğu Akdeniz’de doğa koruma egzersizleri yapmamıza imkân vermektedir. Tam da bu sebeple Yunanistan, GKRY ve AB, Ege ve Akdeniz’deki EBSA alanlarımızı iptal ettirip yeniden masaya yatırmak istemektedir. Ancak Tarım ve Orman Bakanlığı'mız ile Dışişleri Bakanlığı'mız buna başarıyla engel olmakta ve EBSA konusunda kazanılmış avantajlarımızı korumaya devam etmektedir.

ASKERÎ kapasite diplomatik kazanımları, diplomatik başarılar ekonomik kazanımları, ekonomik istikrar ise sivil refahı ve çevresel kazançları sürdürebilir kılmak için elde edilmelidir. Başarı, bu yönde kıymetlenir.

Askerî kapasite, en nihâyetinde sivil amaçları desteklemek için vardır. Askerî güç ile elde edilen ve edilecek olan kazanımlar, sivil alanlardaki faaliyetleri güçlendirmek içindir. Devletin temel felsefesi, egemenlik haklarını ve sınırlarını korumak, can ve mal güvenliğini sağlamak, vatandaşlarının geleceği için refah ortamını geliştirmektir.

Sivil alanlardaki faaliyetleri sürdürülebilir kılmak için muhakkak bilimsel, sosyal ve ekonomik modelle desteklenmiş bir zeminin olması gerekir.

Yine sürdürülebilir bir askerî üstünlük, sadece silahlı güç ile tahkim edilemez. Kalıcı başarı için muhakkak ticaret, teknoloji ve sivil siyaset ile zenginleştirilmelidir. Hattâ sosyal, ekolojik ve çevresel olarak insana ve sivil alana hizmet edebilmeyi garanti etmelidir.

Elbette kazan-kazan ilkesi ile varılan uzlaşılar için en mükemmel sonuç, tarafların şart ve isteklerinin kabul edildiği devletlerarası anlaşmalar yapılmasıdır.

Aksi hâlde, Yunanistan örneğindeki gibi bazı siyâsî kurnazlıklarla elde edilmek istenen kazanımların sürdürülmesi mümkün olmaz ve muhataplara kabul ettirilemeyecek statüler ile askerî kapasiteyi aşan ve hukukî meşruiyeti olmayan bir hâle düşmüş olursunuz.

Yahut İsrail örneği gibi, görece askerî üstünlük ve ekonomik kazanımlara rağmen siyâsî gasp, işgal ve hukukî meşruiyetsizlik içinde ABD himâyesine mecbur bir durumda kalabilirsiniz.

Türkiye’nin güçlü siyâsî meşruiyetini güçlü askerî kapasitesi ile buluşturmaktan öte, adil ve saygılı ikili diplomatik ilişkilerinin ürünü olan ve Libya ile imzaladığı anlaşmalar gibi işlemlerle birlikte, kendisini oyun kurucu sanan devletler, bir anda oyuncu durumuna düşmüşlerdir.

Türkiye’nin askerî ve siyâsî gücünü tahkim etmek için attığı adımlarla, kazanımların adil bir paylaşım ile ticarete ve ekonomiye dönüştürülmesi hususundaki barışçı duruşu, karşı konulamaz şekilde yeni bir oyunun kurulması sonucunu doğurmuştur. Doğu Akdeniz’in Lübnan, Ürdün, Filistin ve Tunus gibi zayıf paydaşları, Libya ile Türkiye’nin masaya oturmasıyla birlikte, "Evet, biz de hakkımızı bu şekilde paylaşmalıyız" demeye başladılar.

Türkiye hep masadaydı ama diğer oyuncuların, Türkiye’nin önerdiği kadar adil bir paylaşım önermeyeceği konusunun iyice görülmesi, anlaşılması ve şartların oluşması için zaman kolladı.

Her şeye rağmen Türkiye net olarak belirtti ki, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi hâriç, İsrail, Mısır ve Yunanistan gibi aktörlerin de dâhil olduğu tüm deniz komşularıyla anlaşmaya açık. Zaten bu durum, Akdeniz’e en uzun kıyısı olan ülke statüsüyle Türkiye’nin binlerce yıllık teamül hukukundan ve hattâ BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nden doğan hakkıdır.

***

Şimdi Türkiye açısından Doğu Akdeniz’de oluşacak ve askerî güç ile korunacak “siyâsî denge”nin “ekonomik model” ile güçlendirilmesi için, hidrokarbon yataklarındaki sondaj faaliyetleriyle tespit edilecek rezervleri üretilebilir hâle getirmesi, Türkiye'nin tamamlayıcı adımı olacaktır.

Diğer yandan Türkiye’nin bölgedeki sismik arama ve sondaj gemilerindeki çok değerli deneyimleri, teknik imkân ve elde edilen verileri ile deniz canlılarının ve deniz ekosisteminin korunması, hattâ deniz tabanı ile beraber plânlanarak sivil amaçlı çalışmaları desteklemesi düşünülmelidir. Bu düşünceden hareketle, Türkiye’nin uluslararası anlamda taraf olduğu tüm çevre koruma, biyolojik çeşitlilik ve ekolojik dengenin sürdürülebilirliğine katkı sağlama yönündeki taahhütleri ve yine bu anlaşmalarla elde ettiği yetkiler kapsamında deniz alanlarında sivil amaçlı ve çevre temalı bilimsel araştırmaları, etkili ve tüm dünyanın göreceği bir şekilde yürütmesi yerinde ve gayet hukukî olacaktır.

Böylece Türkiye, çevre hassasiyetinin uygulanmasına yönelik olarak en baştan itibaren (Doğu Akdeniz’deki tüm faaliyetlerimizi burada ev sahibi olmamızın gereği ve sorumluluğu ile) çevre koşullarını ve deniz yaşamını koruyacağını ve sürdürülebilir bir koruma-kullanma dengesi içinde olacağını hissettirmiş olacaktır.

Egemenlik sahasındaki ekonomik sonuçların istikrârı için kullanılan askerî kapasitenin özünde, her zaman sivil yaşamı desteklemeye ve insanı yaşatmaya yönelik çalışmalarla, doğa açısından sorumluluk bilincinin görülebildiği sürdürülebilir hedefler de şimdiden ilân edilmiş olacaktır.

Başta vurguladığımız gibi, Türkiye, Suriye politikasının merkezine insanı koyarak, göçmen politikasındaki samîmiyetiyle hem kamu diplomasisi, hem de insânî diplomasi alanında iddialı duruşunu ispatlamış ve muhataplarına karşı diplomatik entelektüel üstünlüğü kazanmıştır.

Aynı diplomatik entelektüel üstünlük, Türkiye açısından terörle mücadelede ve sınır ötesi operasyonlarımızdaki sınır güvenlik kaygımızla birlikte, göçmenlerin geri dönüşü için güvenli bölge konsepti vizyonu ile ortaya konmuştur. Bu vizyon ile Türkiye, askerî, siyâsî, hukukî ve insânî meşruiyeti açısından da son derece net bir şekilde “diplomatik entelektüel üstünlüğü” elde edilmiştir.

Tüm bu alanlarda elde ettiği diplomatik özgüven, psikolojik üstünlük, siyâsî ve hukukî meşruiyetin yanında çevresel duyarlılık ve Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (BMBÇS) gibi taraf olduğumuz anlaşmalara bağlılığımızı Doğu Akdeniz’de ispatlamak, Türkiye’ye çevre konusunda da yeni bir entelektüel üstünlük kazandıracaktır.


(Harita-1: Kıta sahanlığı haritası)

BMBÇS’nin denizlerde ilân ettiği ekolojik ve biyolojik açıdan önemli alanlar (EBSA), Libya ile imzalanan ikili anlaşmamız ve teamül hukukunu hâlihazırda tanıyarak Doğu Akdeniz’de doğa koruma egzersizleri yapmamıza imkân vermektedir.

Tam da bu sebeple Yunanistan, GKRY ve AB, Ege ve Akdeniz’deki EBSA alanlarımızı iptal ettirip yeniden masaya yatırmak istemektedir. Ancak Tarım ve Orman Bakanlığı'mız ile Dışişleri Bakanlığı'mız buna başarıyla engel olmakta ve EBSA konusunda kazanılmış avantajlarımızı korumaya devam etmektedir.

Hattâ bu amaçla önümüzdeki ay Brüksel’de düzenlenecek çalıştayda, Türkiye’nin kadük kıldığı EBSA modifikasyon kriterlerinin de Berlin çalıştayı sonuçlarının bir daha karşımıza sözde "bilimsel zorunluluk" gibi getirileceği hususunun farkındayız. Bu konuda da diplomatik entelektüel ve psikolojik üstünlük ülkemizdedir.

Zira müzakerelerde Türkiye çevreci, karşı taraf ise siyâsî saiklerle hareket eder durumdadır.

Türkiye’nin teamül hukukunu ve ikili anlaşmaları da içerecek şekilde tüm uluslararası hukuku EBSA'larla ilgili yapılacak her türden faaliyet için zorunlu hâle getirmesi üzerine, daha sonra durumu anlayan karşı tarafların müdahalelerine başarıyla engel olunmuştur. Bunun sonucu olarak, aslen deniz sınırlarında anlaşmazlık olan Lâtin Amerika’dan Güney Asya’ya, Kuzeydoğu Atlantik’ten Afrika’ya çok sayıda ülkeyi de yine Türkiye'nin bu girşiminin rahatlattığını öğrenmiş bulunmaktayım.


(Harita-2: ESBA haritası)

Türkiye, doğa koruma sektörünün en büyük toplantısı olan ve 7 ilâ 10 bin delegenin katılacağı Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi 16'ncı Taraflar Konferansı ve ilgili toplantılarına, 2022 yılının son çeyreğinde ev sahipliği yapacaktır. 

Türkiye adına konu, Tarım ve Orman Bakanlığı'mızın uhdesindedir.

2 Ağustos 2019 tarihli 30850 sayılı Resmî Gazete'de yer alan 2019/15 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Genelgesi ile Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Koordinasyon Kurulu kurulmuşve Başkanı, Tarım ve Orman Bakanımız Sayın Dr. Bekir Pakdemirli ilân edilmiştir.

Bu çerçevede, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi'nin dönem başkanı olarak Türkiye, kendisine has bir EBSA alanı sınırları dâhilinde kendi uygulamasını ilân ederek örnek bir çalışmaya imza atmış olabilir.

Bu çerçevede Libya ile imzalanan anlaşma ile BMBÇS EBSA kararları arasında karşılıklı pozitif besleme ilişkisi vardır.

Şöyle ki...

BMBÇS, Libya ile ikili hukukumuzu EBSA çalışmaları bağlamında tanırken, yine Libya ile yaptığımız anlaşma da Girit’in güneyinden doğusunu dolanarak Rodos’a kadar çıkan ve coğrafî olarak “Hellenic Trench” diye bilinen EBSA alanının içerisinde Türkiye’nin de bir miktar egemenlik alanını tanımıştır. Bu durumda söz konusu EBSA alanı, sınır aşan bir EBSA olmuştur. Yani karşılıklı olarak kazan-kazan durumu oluşturan Mutabakat Muhtırası ve BMBÇS beraberce yorumlandığında, ülkemiz için önemli teknik ve siyâsî kazanımlar doğacaktır.

Tarım ve Orman Bakanlığı olarak 2023 vizyonuyla Türkiye, Mavi Vatan sınırlarımız çerçevesinde geniş çaplı bir çalışma alanında yeni adımlar atılabilir.

Bu anlamda çok değerli çalışmaları olan uzman bir dostuma, Doğu Akdeniz’de Libya Deniz Sınır Anlaşması bağlamında oluşan Münhasır Ekonomik Bölgemiz ile uyumlu EBSA alanında bir "Deniz Koruma/Araştırma Bölgesi” ilânı fikrimi paylaştığımda, bu konuda kendisinin de aynı düşünceleri hararetle paylaştığına şâhit oldum. Yunanistan’ın da zaten tam olarak bundan yani EBSA'ları teamül hukuku ve hakkaniyet ilkesi ile bağdaştırıp korunan alan yapmamızdan çekindiği ortada. Bu sebeple de EBSA'ları iptal ettirmeye çalışıyorlar.

Yine sözünü ettiğim uzman dostumun, özellikle Muğla açıklarında ve Girit’in 45 kilometre doğusunda balina gözlemi ve millî park kadar sert olmayan, askerî ve ekonomik faaliyetlere istisna hükümleri getiren, tâbiri caizse light statülü “millî korunan alan" imkânlarını düşündüğüne şâhit oldum. (Bu konuda bir kanun taslağı hazırlamak konusunda kendisine destek sözü verdim. Vicdanî sorumluluğumuzla, bir vatansever olarak teknik bir hizmeti yerine getirmiş olacağız.

Yine ismini burada zikredemediğim dostum ayrıca, bundan sonra Yunanistan'ın işinin daha zor olduğunu, Libya ile yaptığımız anlaşmadan sonra EBSA’lardan iyice rahatsız olacağını ve 2020’de Çin’de gerçekleşecek olan bir sonraki BMBÇS Taraflar Konferansı’nın deniz müzakerelerinin daha da zor geçeceğini ifade etti.

Konuyu detaylı ve çok daha kapsamlı bir dosya şeklinde çalışmayı ve yeni mevzuat hazırlığını hak eden bir düzeyde olduğu için sonraya bırakıyorum. Şimdilik şu kadarını ifade edeyim ki, AB’nin Yunanistan lehine ilân ettiği ve Türkiye’ye dayatmaya çalıştığı Natura2000 alanları ve sözde "Sevilla Haritası" adlı dayatmalar, aynı hedefe yönelik farklı plânların uygulama alanlarıdır.

Teknik detaylarını şimdilik dile getirmeyeceğim bir kapsam ve düzeyde Türkiye’nin yapabilecekleri hususunda fikrî çalışmalar yapılması hususunda vatanî görevimizi yaparak, karar verici aktörleri bilgilendirme noktasında gayret etmeliyiz.

Selâm ile...

 

İlgilenenler için bazı önemli kaynakları tavsiye ederim:

https://kriterdergi.com/dis-politika/turkiye-ve-libya-arasindaki-anlasmanin-sonuc-ve-etkileri

http://www.mfa.gov.tr/biyolojik-cesitlilik.tr.mfa

https://www.tarimorman.gov.tr/Haber/3975/Ulusal-Biyolojik-Cesitlilik-Koordinasyon-Kurulu-Kuruldu

https://tvk.csb.gov.tr/turkiye-nin-deniz-ve-kiyi-koruma-alanlari-sisteminin-guclendirilmesi-projesi-proje

https://www.cbd.int/ebsa/