“Her eylem bir ibadettir” bilincini kuşanmak

İbadetlerin sâlih birer amel olabilmeleri için îmanın, insanın hayatının tümüne sirâyet etmiş olması gerekir. Oruç ibadeti de bu kapsam içerisinde değerlendirilmelidir. Salih ameli îmandan bağımsız düşünemeyeceğimiz gibi, diğer amellerden de bağımsız düşünemeyiz.

AÇLIK ve susuzlukla bedeni güçsüz bırakarak Allah’a muhtaçlığı iliklere kadar hissettiren bir ibadettir oruç. Bedeni susuz bırakarak nefsin barındırdığı kötülüğü kurutmak, aç bırakarak ruhun devingen ikliminde sükûneti sağlamak ve ruhu doyurmaktır. Gücün tükendiğini idrâk ile Gücü Verene sığınmaktır. Nîmetlerin şükrüdür oruç. Nîmetlerin bir kısmına bir süre yaklaşmayarak Allah’a yaklaşmaktır. Güzel bir borçtur oruç; mükâfatı Allah katında verileceğinin sözü olan...

Ramazân ayını Kur’ân ile şereflendiren Rabbimiz, bizleri bir kez daha bu mübarek aya ulaştırmak üzere. İnşallah bu ayı oruçlu bedenlerimizle hareketin içinde yer almaya devam ederek, her işimizde Kur’ân’ı rehber edinerek ve Ramazân’ın günahlarımızdan arınma vesîlesi olduğunun idrâki içerisinde geçirebiliriz.

Ramazân, her ne kadar saçma sapan tartışmalarla sulandırılmaya çalışılsa ve kültürel hastalıkların etkisiyle yemek yememekle sınırlandırılmak istense de ırkı, dili, rengi, cemaati, fırkası, mezhebi ne olursa olsun, sağlığı elverişli her Müslümanı oruç ibadeti vesîlesiyle birleştirir. Ramazân’ın kendi atmosferini oluşturmasına ve Müslümanların bu atmosfer içerisinde aynı havayı solumasına hiçbir şey engel olamaz.

Ancak bu mübarek günlerde vakti iyi değerlendirmeye daha çok özen gösterilmesi gerekirken, Ramazân’ın uzun ve sıcak günlere denk gelmesinin de etkisiyle çoğu insan, mecbûrî işler dışında tüm gününü dinlenerek geçiriyor. Orucun mânevî dinamizm kazandırma etkisinin hayata yansıtılamadığını görüyoruz.

Genel olarak hayatı ibadetlerden bağımsız düşünmek ve dinin, hayatın tümüne şekil veren doğasına uygun hareket etmemek sonucunda Ramazân da anlamından uzaklaştırılıyor. Mevdûdî, “Gelin, Müslüman Olalım” adlı kitabında Allah’ın iradesine uygun olarak yaptığımız her şeyin ibadet sayıldığını ifade ediyor ve şöyle devam ediyor: “Bir taşı ya da başka bir şeyi insanlara zarar vermesin diye yolun dışına atmak, hasta bir insanı tedavi etmek, kör bir insana yol göstermek, acı çeken bir insana yardım etmek; yalan söylemekten, insanların arkasından konuşmaktan, alay ve iftira etmekten kaçınmak; insanları incitmekten çekinmek; doğru ve adaletli konuşmak… Bütün bunlar birer ibadettir.”

“Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, yalnızca Âlemlerin Rabbi Allah içindir”

Bütün bunlar bir ibadettir tabiî, ancak tüm bunları Allah’a kulluğumuzun gereği olarak görürsek ve yaparsak… Böyle olduğu zaman ancak ibadetleri belli günlere, zamanlara ve mekânlara hapsetmekten vazgeçebiliriz. Her eylemin bir ibadet olduğu bilinci, içerisinde boş zaman, özel gün, tatil, emeklilik gibi kavramlar barındırmaz. Mevdûdî’nin belirttiği gibi, “İbadetin tatili yoktur!”.    

“O zaman gerçek ibadet, Allah tarafından gösterilen yolu takip etmek ve çocukluktan ölüme kadar O’nun emirlerine uygun bir hayat yaşamaktır. Bu ibadetin tatili yoktur, sürekli yerine getirilmelidir. Belirli bir şekli de yoktur; söylediğiniz ve yaptığınız her şeyle Allah’a hizmet etmelisiniz. ‘Şu zamanlarda Allah’ın kuluyum, şu zamanlarda değilim’ diyemeyeceğinizden, Allah’a hizmet etmek için belirli zamanları bekleyemezsiniz. Eğer Allah’a saygı gösterip tapıyorsanız, seviyor ve korkuyorsanız, hareketlerinizin temelinde bu duygular olacak ve sizin ibadetinizin temelini oluşturacaktır.” (Mevdûdî)

Diğer ibadetler gibi oruç ibadetinin de hayatın tümüne etki etmesini sağlamak, ancak Allah’a kulluk bilinci içerisinde hareket etmekle mümkün olabilir. İbadetlerimizi kulluğumuzun gereği olarak görmediğimiz zaman, Allah muhafaza Peygamberimizin söylediği duruma düşeriz: “Oruç tutan pek çok kişi vardır ki, onlar oruçtan açlık ve susuzluktan başka hiçbir şey kazanmazlar. Ve geceler boyunca namaz kılan pek çok kişi vardır ki, onların da namazdan elde ettikleri, uykusuzluktan başka bir şey değildir.” (Darimî)

Zaten ibadetler, insanın iyi hasletler edinmesine yardımcı olmak, insanı günahlardan uzaklaştırmak ve arınmasına yardımcı olmak için farz kılınmışlardır. Allah’ın, kulunun ibadetlerine ihtiyacı yoktur.

Bize verilen nîmetlerin, sunulan hayatın, aldığımız nefesin karşılığında bizden istenen, yalnızca bizi yaratan Rabbimize kul olmamızdır. Bunun gereği ibadetler de yine insanın iyiliği içindir ki, bu dünyadaki hiçbir alışverişle mukayese edilemez.

Buna rağmen ibadetleri şeklî boyuta indirgemek gafletine düşülmesi, amelin amacının sorgulanmasını gerektirir. Îman-amel ilişkisini Mustafa Yılmaz, “Aşk Mezhebi” adlı kitabında şöyle ifade etmiştir: “Amel, imanı tasdik eder; îman ise, amelin sebebi ve meydana getiricisidir. Amel îmanın sağlamlığını onaylamıyorsa, amelde bir bozukluk vardır. Îman sâlih bir amel doğurmuyorsa, îmanda bir sorun var demektir.”

İbadetlerin sâlih birer amel olabilmeleri için îmanın, insanın hayatının tümüne sirâyet etmiş olması gerekir. Oruç ibadeti de bu kapsam içerisinde değerlendirilmelidir. Salih ameli îmandan bağımsız düşünemeyeceğimiz gibi, diğer amellerden de bağımsız düşünemeyiz. Nitekim Peygamberimizin bir keresinde şöyle dediği rivâyet edilir: “Yalancılığı ve yalan davranışı bırakmayan bir insanın yemeyi ve içmeyi bırakmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur.” (Buharî)

Allah, hayatımızın tamamını O’nun râzı olacağı şekilde sürdürmemizi emreder: “Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, yalnızca Âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (Enam,162)

Allah, Kur’ân aracılığıyla dini, hayatının belli zamanlarında yaşamaya meyledenlere sorar: “Yoksa siz Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?” (Bakara, 85)

Rabbimiz dünya hayatında bize verdiği sınırlı süreyi en iyi şekilde değerlendirmeyi nasip etsin! Her işimizi kulluğumuzun gereği, Ramazân ayını arınma ve dirilme vesîlesi kılsın!