Her dönemin gündemi: Ehliyet ve liyakat problemi

Kamu yönetiminde ehliyet ve liyakat temelli bir reform şarttır. Gerek yeni personel alımlarında, gerekse terfilerde, kişilerin insaf ve inisiyatifine imkân vermeyecek şekilde mevzuatla sınırları belirlenmiş objektif kriterler oluşturulmalıdır. Bunun toplumsal tabana yayılması ve benimsetilmesi uzun zaman alacaktır. Ancak bu sorunu çözmeden fazla ileri gidemeyeceğimiz de bir gerçektir.

“GİDEREK her işe hatır karışmakla ve her işe göz yummakla hak sahibi olmayanlara hâdden aşı­n mevkiiler verilip eski kanun bozuldu. Kazaskerler dahi az zamanda yersiz olarak azil olunmakla, işlerinde tama’ sahibi ve haris olanlar, bulunduğu mevkii fırsat ve fırsatı nimet bilip, memuriyetlerin çoğunu rüşvet ile ehliyetsizlere verir oldular.

Bu satırları, bundan yaklaşık 400 yıl önce Koçi Bey namlı dertli bir devlet adamı Osmanlı Padişahına sunmuştu. Bugün anlayacağımız dilde tekrar ifade edersek şöyle demiş Koçi Bey: “Liyakat ve ehliyete göre hareket edilmiyor, belli mâkâmları hırs ve açgözlü insanlar doldurdu, onlar da çeşitli rüşvetlerle alt kademelere işin ehli olmayanları atamaktadırlar.

Bu tespitin yazıldığı tarihten sonra Osmanlı Devleti’nde de, Türkiye’nin yüz yıllık siyâsî tarihi içinde de hiçbir dönem geçerliliğini yitirmedi. Yönetim sistemimiz bir türlü bu hastalığı iyileştiremedi. Değişen iktidarlar, bir önceki dönemin görevlilerini tahliye edip, kendi döneminin adamlarını yerleştirmeyi tabiî bir hak olarak gördüler.

Bu kadro değişimlerinde ve yapılan yeniden atamalarda ilk dönemlerde daha çok siyâsî gerekçeler öne çıkmaktadır. İkinci aşamada ise yine siyâsî görünümlü lâkin daha çok “akraba”, “eş-dost”, “tanıdık” ya da menfaat işbirlikleri çerçevesinde bir “referans sistemi” oluşturulup her mevki, daha alttaki mevkileri etkisi ve baskısı altına alma derdine düşmektedir.

Bu düzen informal olarak yerleştikten sonra da herkes bir “tanıdık” bulma ve bulduğu tanıdık üzerinden sisteme dâhil olma mücadelesi vermektedir. Türkiye’deki “Şu grup devlette kadrolaşıyor” şeklindeki şikâyetlere bu açıdan da bakmak gerekiyor. Devlet kademelerinde bir tanıdığınız varsa, ona ulaşma yollarının ne olduğu düşünülüyor.

O kademedeki kişinin referansı geçer akçe olunca, herkes o akçeyi elde edebilme yollarını araştırıyor. Akrabalık, eş-dost-tanıdıklık, hemşehrilik, etnik bir bağlantı, mezhebî bir bağ, ideolojik yakınlık, tarikat ya da cemaat bağlantısı gibi birçok yol deneniyor. Artık hangisi iş görürse, onun üzerinden bir tutunma söz konusu oluyor.

Bu eleştirilerin, iktidarın ele geçirilmesiyle birlikte son bulması ise ilginç bir çelişkidir.

Nepotizm, kronizm, patronaj gibi her türlü kayırmacılık eleştirisi yapanların, belli mâkâm ve mevkilere geldikten sonra müesses nizâma teslim olup yaptıkları eleştirileri unuttuklarını görmekteyiz.

Bu mesele, herhangi bir siyâsî partiye veya iktidar dönemine hasredilecek bir mesele değildir. Bu, Türkiye’nin tarihten gelen ve bütün siyâsî teşekkülleri kuşatan sosyal bir zihniyet problemidir. Kendilerine ait gelecek plânlarını siyâsî partiler üzerinden yapanlar, destekledikleri parti iktidara geldikten sonra devletin mâkâm ve mevkilerini doldurmanın kendi hakları olduğunu düşünmektedirler. Eğer iktidar bu beklentiye cevap veremez ise, bu sefer desteklerini başka taraflara yöneltmektedirler. Bu ise tam bir kısır döngüye sebep olmaktadır.

Oy vermeyi, “devleti idare edecek bir plân ve programı onaylamak, siyâsî kadroları seçmek” olarak değil, “iktidarın nimetlerinden faydalanacak fırsatlar yakalamak” olarak gördüğümüz müddetçe bu kısır döngünün dışına çıkamayız. Ehliyetsiz ve liyakatsiz kişilerin sadece devlete değil, uzun vadede kendi temsil ettikleri siyâsî düşünceye de zarar verdikleri kesindir.

Bu meselenin hâlli için hem siyâset içinde, hem de bilimsel yollarla bir strateji üretmemiz gerekiyor. Büyük ülke olabilmemiz, başarılarımızın istikrarlı olarak devam etmesi ve birçok yönetim hastalığının ortadan kaldırılması, devlet kadrolarının “ehliyet” ve “liyakat” ilkesiyle şekillenmesiyle mümkün olacaktır.

Her mâkâm ve mevkiinin, işini bilen en uygun kişiler tarafından doldurulması demek, işlerin hak ve adâlete uygun yürütülmesi, o işten olması gereken en yüksek performansın alınması, kişilerin değil de devletin menfaatlerinin korunması demektir.

Kamu yönetiminde ehliyet ve liyakat temelli bir reform şarttır. Gerek yeni personel alımlarında, gerekse terfilerde, kişilerin insaf ve inisiyatifine imkân vermeyecek şekilde mevzuatla sınırları belirlenmiş objektif kriterler oluşturulmalıdır. Bunun toplumsal tabana yayılması ve benimsetilmesi uzun zaman alacaktır. Ancak bu sorunu çözmeden fazla ileri gidemeyeceğimiz de bir gerçektir.