SİSTEMATİK bir oda… Cam
bölmeler ardında bilgisayar ekranları dikkat çekiyor. Ortada kocaman bir
toplantı masası… Döpiyesli hanımlar, kravatlı beyler bir bir odaya girip
masanın etrafında yerlerini alıyorlar…
Önemli
bir toplantıya hazırlık olduğu aşikâr... Tüm masaya hâkim koltuğa ise kır
saçlı, ciddî duruşlu, oturuşu eforlu bir adam yerleşmiş. Belli ki, toplantının
en yetkilisi ve son sözü söyleyecek olan o!
Gülümseyerek
yerlerini alan bu iş insanlarından bir hanım, odanın ve diğer iş arkadaşlarının
ciddî giyimlerine aldırmaksızın muzip bir edâ ile çantasından bir şekerleme
paketi çıkarıyor. Çocuksu bir tınıyla “Bakın
bende ne var?!” diyor. Masanın başındaki yetişkin insanlar bu sevimli
çıkıştan hayli memnun. Sevinçle, “Oley
jelibon!” diyerek bir fiyonk gülümsüyorlar.
Zarif
giyimli genç bir hanımın işaret parmağı ile başparmağı arasında mini minnacık
bir jelibon ayıcık. “Benim en sevdiğim
renk kırmızı, çünkü çilekli” derken hayli mutlu.
Kravatlı
adamlardan biri, iki turuncu jelibonu parmakları arasına alıp, “En sevdiğim renk turuncu, en sevdiğimde de
portakallı” diyor.
Masa
başındaki takım elbiseli bir diğer genç adam da bu mutluluk furyasına
katılıyor. Toplantı koltuklarının konforundan yararlanıp koltukla birlikte
etrafında dönerek, “Ben jelibon yediğimde
şahayane (şahane) bir dünyaya ışınlandım!” diyor. Mutlu mu mutlu…
Masanın
başında otururken tüm söylenenleri büyük bir ciddiyetle dinleyen ve seyreden
kır saçlı adam, masadaki diğer iş insanlarını gözleriyle süzüyor ve
olabildiğince kararlı bir sesle, “Hepinizi
ananas gibi görüyorum!” diyor.
Kelimelerle
çizmeye çalıştığım bu enstantane, Alman patentli bir şekerleme markasının
jelibon ürününe ait reklâm.
Murâdım
ne ürünün, ne de reklâmın reklâmını yapmak. Ancak ne vakit bu reklâm gözüme
ilişse yahut cıngılı kulağıma ulaşsa, üründen çok, aklıma bizim lacili, döpiyesli
kıyafetleriyle kendilerini pek bir önemseyen muhalefet partileri geliyor.
Zevahiri
kurtaran giyim kuşamlarıyla, büyük binalarda, ciddî toplantı masalarında tıpkı
bu reklâmda olduğu gibi mini minnacık meselelerin konuşulduğunu tahayyül
ediyorum.
Bu
reklâm, siyaseti bir icraat arenası değil de eleştirisel haz meydanı zanneden
muhalefetin jelibonlar kadar şirin (!) olduklarını ve bu şirinliğe tav olmuş
sempatizanlarının varlığını kabulüm kolaylaşıyor; benim için, “Neden olmasın?”
düşüncesini makulleştiriyor.
Millî
başarılardan etkilenmeyecek kadar küçük, her başarıyı eleştirecek kadar
elâstikî bir yapıya sahip olduklarını düşündüğüm isimler, sizlerce malûm…
Efendim,
kilometrelerce yol, havalimanları, hastaneler, sivil savunma araçları yapılmış,
teröristlerin köküne kibrit suyu dökülmüş, hainlerin hânelerinde incir ağaçları
bitmiş, Ayasofya ibâdete açılmış, Karadeniz’de doğalgaz bulunmuş, Akdeniz’de
Türkiye dünyaya meydan okuyormuş, hiç umurları olmayan; yapışkan gülüşleri,
yapılanı yıkmaya meyyâl eleştirileriyle siyâsî hazlarını tatmin eden muhalif
pek çok isme baktıkça, içimden, “Hepinizi
jelibon gibi görüyorum” demekten kendimi alamıyorum!
Evet,
anlık tat, anlık haz, anlık varlık, anlık mutluluk ve faydası olmayan bir
şımarıklıktan fazlasını göremediğim bazı muhaliflerin jelibonlar kadar
yapışkan, kaygan, mini minnacık olduklarını düşünüyorum. Reklâmda, toplantı
masasını yöneten kır saçlı adam gibi seyrediyor ve onun repliğini tekrar
etmekten büyük keyif alıyorum.
Tek
bir farkla: Alman patentli bu jelibonlar, Türkiye’mizde sığır jelatininden
üretiliyor ve “Helâl Sertifikası”na sahip… Fakat hainlerle işbirliği yapan,
teröristlerin elebaşına “Sayın” diye hitap eden muhalefet için aynı şeyi
söyleyemeyeceğim!