NE vakit bir çocuğun
gözlerine baksam, tahammülü zor bir yük hâsıl olur omuzlarımda. Hepimiz gibi… Geleceğimiz
adına…
Satın
almam için uzatılmış bir paket mendilin ardından kalbime değen bakışlarla
sarsılırım. Koyu, derin, sır yüklü bir gece gibidir o yavrucuğun kara gözleri. Erken
yaşta, çocukluğunu yetişkinlerin çaldığı o bakışlar titretir kalbimi. Hepimiz
gibi… Merhamet…
Annesinin
elinden kurtulup sekerek giderken düşmüş, sarı saçları savrularak yüzünü örtmüş
bir kız çocuğunu kaldırmak için tez canımla koşuversem ve ipek saçlarını çeksem,
ağlayan yüzünden deniz derinliğinde, ferahlığında, coşkunluğunda bir çift mavi
göz ilişiverse gözlerime, çığlıklar yükselir sessizce içimden… Hepimiz gibi… Vicdan…
Gümrah
bir orman serinliği hissettiğim, sükût eden yeşil gözlere rastlamışlığım da
çoktur. Yapraklar arasından sızan güneş misâli ışıltılar oynaşırken o çocuk
gözlerde, ruhumun en derininde büyük fırtınalar kopar. Hepimiz gibi… Mesûliyet…
İşveli
ve bir o kadar nazlı elâ gözlü bir kız çocuğunun söylediği şarkılar, şen
gülüşler takılır kalbimin kanadına, uçuveririm masumiyetin hesaplanamaz
semalarında… Hepimiz gibi… Hürriyet…
Bir
çocuk bakışı söyler bana eylediğimin ne olması, söylediğimin neyi harekete
geçirmesi gerektiğini. Bir çocuk gülüşü, ah bir de çay kaşığının cam bardak
içinde raks edişi, hayat demektir benim için. Yaşamak, yaşıyorken yaşanılan her
bir şeyi anlamak, gayretten kesilmeden yol almak gerektiğini fısıldar kulağıma…
Hepimiz gibi… Fark ediş…
En
çok da ağlayan bir çocuğun gözlerinden süzülen yaşlar sigaya çeker aklımı yahut
tüm yoksulluğuna rağmen, renkleri yitmiş giysilerinin, çıplak ayaklarının
ayırdına varmadan alabildiğince gülümseyen zor coğrafyaların, ölümün, açlığın
kol gezdiği diyarların çocukları eğitir ruhumu. Hepimiz gibi… Fedakârlık…
Masumiyet
mektebi kabul ettiğim her bir çocuk haberdar eder beni günahlarımdan.
Sürükleniveririm arınmam gereken tövbe kapılarına… Yitirilmiş servetlerin
külfetiyle bükülür boynum, omuzlarımda tonlarca ağırlık hissederim. Ah, keşke
yeniden çocuk olabilsem, “Para saysam
Affan Dede’ye, satsa bana çocukluğumu” ve keşke “Hiçbir şey sorulmasın benden/ Haberim yok olup bitenden”
diyebilsem… Nafile! Pişmanlığım…
***
Ömrümün
yaklaşık son 20 yılıdır, bir çocuğun varlığında tutuyorum hayat çetelemi.
Bildiğim nem varsa arınmak diliyorum meselâ. Sadece saflaşabilmek için… Yeniden
başlayabilmek için… Hatâlarımdan ricat etmek, hileye hurdaya ardımı dönebilmek,
çok bilmişliklerimden vazgeçebilmek için…
Ne
kadar çok seyre dalarsam çocuk gözlerin ardında saklı masumiyet aynasında, o kadar büyüyor onlara dair
hedeflerim. O kadar artıyor gönlümün kederi. O denli sancılanıyor
kalbim. Hepimiz gibi…
Gülüşleri
çalınacak, şen kahkahaları hayattan silinecek, neşeleri kedere evrilecek,
özgürlüğü ellerinden alınıp hunharca bir bencillikle yönetilecekler diye
kıvranır durur aklım. Hepimiz gibi…
Habersiz
oldukları iki şeyin derdine düşerim: Bir görünmez “izm”lerden mülhem idam
sehpalarının kurulduğundan bîhaber oluşlarından, bir de “Yaşıyorum”
zannettikleri hâlde ruhlarının bu sehpalarda öldürüleceğinden… Böylesi endişeler
düşünce tutuşur geceler. Bir yangın yeri olur bulunduğum yer. Uykularım çeker
gider ve ben, kelimelerden ibaret servetimle masallar yazarım çocuklara…
Sorular
üşüşür aklıma da, soru işaretlerinin çengelleri ile asılırım hayatın tam
kalbine.
Hangi
çocuğu görsem, hangi renk göze baksam, saklı bir korku dolanır aklımın
koridorlarında daima. “Yaban diyarların âdetleriyle
bozulmadan, aslından uzaklaşmadan, kendine zulmedilmesine fırsat tanımadan,
haklarının elinden alınmasına izin vermeden nasıl varlığını koruyarak büyür de şu
cennet vatana nasıl hayrı dokunur bu yavrucağın?” sorusu hiç terk etmez
zihnimi. Hepimiz gibi…
En
çok da hayat prospektüsü hükmündeki ulvî kaynaklarından koparılmasından
ürkerim. Çünkü yaratılış kodlarına en uygun şifadan uzak kalmak, hastalıklı bir
hayat armağan edecektir yavrularımıza, iyi bilirim…
Hangi
iyi mekânlarda, nasıl iyi şartlarda, ne gibi yüksek kariyerlerle hayatın
içinden akarsa aksın, ruhunu öldürenler sayesinde mes’ud olunmayacağına da
kalben kaniyim.
İşte
bundandır ki, “Yavrularımızı ne ile
besler, ne ile büyütürüz?” sorusuna cevap ararken bulduk kendimizi.
Anne
baba olma mesuliyetini kuşanıp, çocuklarımızın kalbî sevinçlerine, aklî
çelişkilerine, ruhî dengelerine, maddî-mânevî değerlerimizle cevaplar
hazırladık ve Kültür Ajanda dergimizin Şubat sayısını kıymetli yazarlarımızın
ihlâslı satırlarıyla donattık ve sizlere sunduk.
Geleceğin
inşâsında, medeniyet tasavvurumuzda etkin rol üstlenecek, figüranca değil,
kahramanca vatan sevdâsına, milletin inkişâfına gönül verecek olan çocuklarımız
için bitip tükenmeyecek bir gayret içinde olmamız gerekliliğinin altını çizerek
huzurlu okumalar diliyorum.
Hoşnut
kalınız efendim…