Hepimiz gibi

Anne baba olma mesuliyetini kuşanıp, çocuklarımızın kalbî sevinçlerine, aklî çelişkilerine, ruhî dengelerine, maddî-manevî değerlerimizle cevaplar hazırladık ve Kültür Ajanda dergimizin Şubat sayısını kıymetli yazarlarımızın ihlâslı satırlarıyla donattık ve sizlere sunduk.

NE vakit bir çocuğun gözlerine baksam, tahammülü zor bir yük hâsıl olur omuzlarımda. Hepimiz gibi… Geleceğimiz adına…

Satın almam için uzatılmış bir paket mendilin ardından kalbime değen bakışlarla sarsılırım. Koyu, derin, sır yüklü bir gece gibidir o yavrucuğun kara gözleri. Erken yaşta, çocukluğunu yetişkinlerin çaldığı o bakışlar titretir kalbimi. Hepimiz gibi… Merhamet…

Annesinin elinden kurtulup sekerek giderken düşmüş, sarı saçları savrularak yüzünü örtmüş bir kız çocuğunu kaldırmak için tez canımla koşuversem ve ipek saçlarını çeksem, ağlayan yüzünden deniz derinliğinde, ferahlığında, coşkunluğunda bir çift mavi göz ilişiverse gözlerime, çığlıklar yükselir sessizce içimden… Hepimiz gibi… Vicdan…

Gümrah bir orman serinliği hissettiğim, sükût eden yeşil gözlere rastlamışlığım da çoktur. Yapraklar arasından sızan güneş misâli ışıltılar oynaşırken o çocuk gözlerde, ruhumun en derininde büyük fırtınalar kopar. Hepimiz gibi… Mesûliyet…

İşveli ve bir o kadar nazlı elâ gözlü bir kız çocuğunun söylediği şarkılar, şen gülüşler takılır kalbimin kanadına, uçuveririm masumiyetin hesaplanamaz semalarında… Hepimiz gibi… Hürriyet…

Bir çocuk bakışı söyler bana eylediğimin ne olması, söylediğimin neyi harekete geçirmesi gerektiğini. Bir çocuk gülüşü, ah bir de çay kaşığının cam bardak içinde raks edişi, hayat demektir benim için. Yaşamak, yaşıyorken yaşanılan her bir şeyi anlamak, gayretten kesilmeden yol almak gerektiğini fısıldar kulağıma… Hepimiz gibi… Fark ediş…

En çok da ağlayan bir çocuğun gözlerinden süzülen yaşlar sigaya çeker aklımı yahut tüm yoksulluğuna rağmen, renkleri yitmiş giysilerinin, çıplak ayaklarının ayırdına varmadan alabildiğince gülümseyen zor coğrafyaların, ölümün, açlığın kol gezdiği diyarların çocukları eğitir ruhumu. Hepimiz gibi… Fedakârlık…

Masumiyet mektebi kabul ettiğim her bir çocuk haberdar eder beni günahlarımdan. Sürükleniveririm arınmam gereken tövbe kapılarına… Yitirilmiş servetlerin külfetiyle bükülür boynum, omuzlarımda tonlarca ağırlık hissederim. Ah, keşke yeniden çocuk olabilsem, “Para saysam Affan Dede’ye, satsa bana çocukluğumu” ve keşke “Hiçbir şey sorulmasın benden/ Haberim yok olup bitenden” diyebilsem… Nafile! Pişmanlığım…

*** 

Ömrümün yaklaşık son 20 yılıdır, bir çocuğun varlığında tutuyorum hayat çetelemi. Bildiğim nem varsa arınmak diliyorum meselâ. Sadece saflaşabilmek için… Yeniden başlayabilmek için… Hatâlarımdan ricat etmek, hileye hurdaya ardımı dönebilmek, çok bilmişliklerimden vazgeçebilmek için…

Ne kadar çok seyre dalarsam çocuk gözlerin ardında saklı masumiyet aynasında, o kadar büyüyor onlara dair hedeflerim. O kadar artıyor gönlümün kederi. O denli sancılanıyor kalbim. Hepimiz gibi…

Gülüşleri çalınacak, şen kahkahaları hayattan silinecek, neşeleri kedere evrilecek, özgürlüğü ellerinden alınıp hunharca bir bencillikle yönetilecekler diye kıvranır durur aklım. Hepimiz gibi…

Habersiz oldukları iki şeyin derdine düşerim: Bir görünmez “izm”lerden mülhem idam sehpalarının kurulduğundan bîhaber oluşlarından, bir de “Yaşıyorum” zannettikleri hâlde ruhlarının bu sehpalarda öldürüleceğinden… Böylesi endişeler düşünce tutuşur geceler. Bir yangın yeri olur bulunduğum yer. Uykularım çeker gider ve ben, kelimelerden ibaret servetimle masallar yazarım çocuklara…

Sorular üşüşür aklıma da, soru işaretlerinin çengelleri ile asılırım hayatın tam kalbine.

Hangi çocuğu görsem, hangi renk göze baksam, saklı bir korku dolanır aklımın koridorlarında daima. “Yaban diyarların âdetleriyle bozulmadan, aslından uzaklaşmadan, kendine zulmedilmesine fırsat tanımadan, haklarının elinden alınmasına izin vermeden nasıl varlığını koruyarak büyür de şu cennet vatana nasıl hayrı dokunur bu yavrucağın?” sorusu hiç terk etmez zihnimi. Hepimiz gibi…

En çok da hayat prospektüsü hükmündeki ulvî kaynaklarından koparılmasından ürkerim. Çünkü yaratılış kodlarına en uygun şifadan uzak kalmak, hastalıklı bir hayat armağan edecektir yavrularımıza, iyi bilirim…

Hangi iyi mekânlarda, nasıl iyi şartlarda, ne gibi yüksek kariyerlerle hayatın içinden akarsa aksın, ruhunu öldürenler sayesinde mes’ud olunmayacağına da kalben kaniyim.

İşte bundandır ki, “Yavrularımızı ne ile besler, ne ile büyütürüz?” sorusuna cevap ararken bulduk kendimizi.

Anne baba olma mesuliyetini kuşanıp, çocuklarımızın kalbî sevinçlerine, aklî çelişkilerine, ruhî dengelerine, maddî-mânevî değerlerimizle cevaplar hazırladık ve Kültür Ajanda dergimizin Şubat sayısını kıymetli yazarlarımızın ihlâslı satırlarıyla donattık ve sizlere sunduk.

Geleceğin inşâsında, medeniyet tasavvurumuzda etkin rol üstlenecek, figüranca değil, kahramanca vatan sevdâsına, milletin inkişâfına gönül verecek olan çocuklarımız için bitip tükenmeyecek bir gayret içinde olmamız gerekliliğinin altını çizerek huzurlu okumalar diliyorum.

Hoşnut kalınız efendim…