GEÇEN hafta Meclis’e gelen milletvekili
dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili fezlekelerin ardından, Çarşamba
günü aralarında Enis Berberoğlu’nun da olduğu 8 vekille ilgili 10 fezleke daha
girdi gündemimize. Fezlekelerle ısınan siyâset, sonuçlarından sonra soğur mu,
kaynar mı, yaşayarak göreceğiz.
Şu anda, fezlekeler hakkında muhalefetin geliştirdiği
bir tez var. Onlara göre, senelerdir bekletilen dosyaların Meclis’e ancak
getirilmiş olmasının, Millet İttifakı’nı dağıtmaktan başka bir amacı yok. Hatta
bu tezleri için Anayasa’yı delil gösterip, “Anayasa’ya göre Meclis iznine gerek
kalmadan mahkemeler bu işi kendi kendine yapabilirdi” diyen hukukçular bile
var.
Onlar, hukuku sadece kendilerinin bildiğini,
kendilerinin yorumlayabileceğini düşünüyorlar. İslâm’ın şartlarını bilmek ve
uygulamak için ilâhiyat profesörü olma şartı aramak gibi bir şey bu. Hâlbuki
aklı ve mantığı olan herkes Anayasa ve kanun maddelerinin ne anlama geldiğini
anlayabilir.
Milletvekili dokunulmazlıklarını düzenleyen
Anayasa’nın 83’üncü Maddesi, “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclis
çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Meclis’te ileri sürdükleri düşüncelerden, o
oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisce başka bir karar
alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu
tutulamazlar” diyor.
Bu, şu demek: Vekiller, dokunulmazlık zırhından ancak
Meclis içindeki faaliyet ve ifadelerinden dolayı faydalanabilirler. Ancak bu
zırh bile özgürlüklerin sınırını çizen Anayasa’nın 14’üncü Maddesindeki
sınırları aşanları korumuyor.
83’üncü Madde, vekillere ne zaman hangi sebeplerle
dokunulabileceğini de düzenlemiş. Madde çok net bir şekilde, suçu ne zaman
işlemiş olursa olsun, vekillerin Meclis kararı olmadan adlî işleme tâbi
tutulamayacağına hükmediyor. Bunun istisnasını ise “Ağır cezayı gerektiren suçüstü
hâli ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasa’nın 14’üncü
Maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır” cümlesiyle açıklamış. Yani
Anayasa diyor ki, milletvekili seçilmeden önce hakkında 14’üncü Madde
içeriğindeki “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve
insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı
amaçlayan” faaliyetler dolayısıyla soruşturma başlatılanlar için soruşturma ve
dâvâ süreci devam edebilir. Hatta dâvâ sonucunda vekile ceza bile verilebilir. Sürecin
devamı için izne gerek yok. Sadece Meclis’e bildirilme şartı getirilmiş.
Ancak vekilin suçlu bulunup ceza alması durumunda
vekilliğinin sona ermesi beklenir. Bu da dönem sonunda tekrar seçilmemesi ya da
vekilliğinin Meclis kararıyla düşürülmesi ile mümkün olabilir. Özetle, bir
vekil, vekilliği süresince ağır ceza gerektiren bir suçtan suçüstü hâlinde
yakalanmadıysa, hakkında soruşturma açılması ihtimâli yoktur.
Bu bilgiler ışığında Meclis’e gelen son fezlekelere
baktığımızda, ikisi hariç, diğer dosyalardaki suçlamaların milletvekili
dokunulmazlığı süresinde işlendiği ve hiçbirinde suçüstü durumu olmadığından soruşturma
için Meclis izni gerektiğini görüyoruz. Üzerinden 5-6 sene geçmiş olan
meselelerin ancak dâvâya dönüşmesinin ise dâvâ konusunun detaylı ve kapsamlı
inceleme gerektirmesi, maalesef birçok siyâsî dâvâda olduğu gibi iddianamenin
hazırlanma sürecindeki zorluk ve belki de kastî geciktirmeler olduğunu
düşünüyoruz. Buradan hareketle, zamanlamayı sorgulayan ve Anayasa’yı kendi
işine geldiği gibi yorumlayıp fezlekeleri siyâsî bir ayak oyunu gibi göstermek
isteyenler, öküzün altında buzağı arayarak ortakları HDP’nin yok olmasını
engellemeye çalışan sefillerdir.
Evet, özellikle HDP’liler hakkındaki fezlekeler,
Millet İttifakı içerisinde bir huzursuzluk sebebi olacaktır. Hatta daha ilk
günden, İyi Parti’nin yetkili ağızlarından çıkan sözler, sadece ittifakın değil,
İyi Parti’nin de çatlaklarını göstermeye başladı. Meral Akşener, partisinin
grup toplantısında, bugüne kadar inkâr ettiği ancak nimetlerinden
faydalanmaktan da çekinmediği HDP desteğini bir kalemde silip atmaktan
korktuğunu açıkça gösterdi.
“Gözü kapalı evet oyu verecek hâlimiz yok, içeriğine
bakarız” derken hem kendi seçmenine, hem de HDP’ye karşı vazifelerini yerine
getirme gayretinde gibi göründü. Ancak öyle zannediyorum ki, Ağıralioğlu’nun
“Dokunulmazlıkların kaldırılması yönünde oy kullanırız” ifadesi partide daha
çok kabul görecek ve ittifakın ruhuna aykırı bir oylama göreceğiz.
Aslında CHP de bu tehlikeyi sezmiş gibi görünüyor.
Kılıçdaroğlu’nun, “ne nalına, ne mıhına” denebilecek açıklaması bunun delili.
Hem şahsî fikrinin aleyhte oy kullanmak olduğunu açıkça beyan edip, hem de
parti olarak karar almamak, ittifak kararı alamayacak olmaktan kaynaklanıyor
bence.
DBP’li ve HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının
kalkmasına neredeyse kesin gözüyle bakılıyor. Burada bir sorun yok. Merak
edilen konu, diğer vekillerle ilgili dosyalar. Burada da bence iki seçenek var:
Ya dosya içeriğinden dolayı ayrı düşünülüp Enis Berberoğlu’nun dokunulmazlığı
kaldırılıp kalanlar ertelenecek ya da AK Parti ve MHP’li vekil de dâhil olmak
üzere bütün dokunulmazlıklar kaldırılarak “Kararı yargı versin!” mesajı
verilecek.
Her ne olursa olsun, dokunulmazlıkların kalkması,
yargısız infazla vekilliğin düşmesi anlamına gelmiyor. O hâlde, öncelikle
Millet İttifakı’nın CHP dışındaki resmî bileşenlerinin işin yargıya taşınması,
vekillerin terörle bağlantılı olup olmadığının yargı kararıyla ortaya çıkmasına
oy vermesi gerekiyor. Hoş, Cumhur İttifakı’nın oyları dokunulmazlıkların kaderi
için zaten yeterli ama bu konuda İyi Parti’nin de aynı yönde oy kullanması,
terörün Türkiye üzerindeki etkisi adına da önemli olacaktır diye düşünüyorum.
Gelelim MHP lideri Bahçeli’nin ısrarla gündemde
tuttuğu HDP’nin kapatılması meselesine…
Bir önceki yazımda, kapatma kararının, yenisini ihdas
etme ihtimâli olduğu sürece bir anlam ifade etmeyeceğini, öncelikle bunun önüne
geçilmesi gerektiğini yazmıştım. Daha sonra, Bahçeli’nin de aynı endişeye
parmak basmış olmasından, yalnız olmadığımı anlamış oldum. Gerçi benim
yazdıklarımdan ilham almış olduğunu düşünmüyorum ama aynı gerçeği gördüğü ve
dile getirdiği için minnettarım kendisine.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, sonunda bir inceleme
başlattı bu konuda. Hem Kobani iddianamesi, hem de HDP’li vekiller hakkında
düzenlenen fezlekelerin birer örneğini istemiş olması, fezlekelerin kapatma
dâvâsına dayanak olabileceğini gösteriyor bize. Eğer bir hukuk devletiysek, ki
bunu iddia ediyoruz, HDP hakkındaki inceleme için geç bile kalınmış demektir. Ben,
hukukun zaman zaman siyâsî konjonktürden etkilendiğini, bunun kimi zaman
devletin bekâsı adına gerekli de olduğunu düşünenlerdenim. Ancak, hukuk HDP’li
vekiller hakkında karar vermeden partinin tüzel kişiliği hakkında bir karar
verirse, tartışmanın çok daha ileri bir boyuta taşınacağı kanaatindeyim. “Bırakalım,
yargı önce vekilleri suçlu bulsun, kapatma dâvâsını sonra açalım” diyorum.
Aksi yönde hareket edilirse, kendi sistemimizde bile
henüz ceza vermediğimiz vekillerden dolayı partiyi cezalandırmış oluruz ki bu,
“bizi çok seven” demokrasi ve insan hakları savunucularının eline koz verir.
Öyleyse ne yapalım?
Önce, en azından terör konulu fezlekelerin muhataplarının dokunulmazlıklarını Cumhur İttifakı ve İyi Parti oylarıyla kaldıralım. Yargıtay madem inceleme başlatmış, devam etsin incelemeye. Ama önce kapatma dâvâsı için HDP’li vekillerin ceza almasını bekleyelim. Bu arada, kapanan partinin başka bir isimle siyâsî hayatımıza girmesine en azından bir seçim müsaade etmeyecek bir kanunî yol bulalım. Bütün bunlardan sonra HDP’yi kapatalım. İlk seçimde, tek çareleri 1991’deki gibi CHP çatısı altında Meclis’e girmek olsun. Buna “Evet” derse CHP, demezse de terör siyâseti biter!