Hep birlikte dokunalım şu “fezleke”lilere!

Önce kapatma dâvâsı için HDP’li vekillerin ceza almasını bekleyelim. Bu arada, kapanan partinin başka bir isimle siyâsî hayatımıza girmesine en azından bir seçim müsaade etmeyecek bir kanunî yol bulalım. Bütün bunlardan sonra HDP’yi kapatalım. İlk seçimde, tek çareleri 1991’deki gibi CHP çatısı altında Meclis’e girmek olsun. Buna “Evet” derse CHP, demezse de terör siyâseti biter!

GEÇEN hafta Meclis’e gelen milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili fezlekelerin ardından, Çarşamba günü aralarında Enis Berberoğlu’nun da olduğu 8 vekille ilgili 10 fezleke daha girdi gündemimize. Fezlekelerle ısınan siyâset, sonuçlarından sonra soğur mu, kaynar mı, yaşayarak göreceğiz.

Şu anda, fezlekeler hakkında muhalefetin geliştirdiği bir tez var. Onlara göre, senelerdir bekletilen dosyaların Meclis’e ancak getirilmiş olmasının, Millet İttifakı’nı dağıtmaktan başka bir amacı yok. Hatta bu tezleri için Anayasa’yı delil gösterip, “Anayasa’ya göre Meclis iznine gerek kalmadan mahkemeler bu işi kendi kendine yapabilirdi” diyen hukukçular bile var.

Onlar, hukuku sadece kendilerinin bildiğini, kendilerinin yorumlayabileceğini düşünüyorlar. İslâm’ın şartlarını bilmek ve uygulamak için ilâhiyat profesörü olma şartı aramak gibi bir şey bu. Hâlbuki aklı ve mantığı olan herkes Anayasa ve kanun maddelerinin ne anlama geldiğini anlayabilir.

Milletvekili dokunulmazlıklarını düzenleyen Anayasa’nın 83’üncü Maddesi, “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Meclis’te ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisce başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar” diyor.

Bu, şu demek: Vekiller, dokunulmazlık zırhından ancak Meclis içindeki faaliyet ve ifadelerinden dolayı faydalanabilirler. Ancak bu zırh bile özgürlüklerin sınırını çizen Anayasa’nın 14’üncü Maddesindeki sınırları aşanları korumuyor.

83’üncü Madde, vekillere ne zaman hangi sebeplerle dokunulabileceğini de düzenlemiş. Madde çok net bir şekilde, suçu ne zaman işlemiş olursa olsun, vekillerin Meclis kararı olmadan adlî işleme tâbi tutulamayacağına hükmediyor. Bunun istisnasını ise “Ağır cezayı gerektiren suçüstü hâli ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasa’nın 14’üncü Maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır” cümlesiyle açıklamış. Yani Anayasa diyor ki, milletvekili seçilmeden önce hakkında 14’üncü Madde içeriğindeki “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan” faaliyetler dolayısıyla soruşturma başlatılanlar için soruşturma ve dâvâ süreci devam edebilir. Hatta dâvâ sonucunda vekile ceza bile verilebilir. Sürecin devamı için izne gerek yok. Sadece Meclis’e bildirilme şartı getirilmiş.

Ancak vekilin suçlu bulunup ceza alması durumunda vekilliğinin sona ermesi beklenir. Bu da dönem sonunda tekrar seçilmemesi ya da vekilliğinin Meclis kararıyla düşürülmesi ile mümkün olabilir. Özetle, bir vekil, vekilliği süresince ağır ceza gerektiren bir suçtan suçüstü hâlinde yakalanmadıysa, hakkında soruşturma açılması ihtimâli yoktur.

Bu bilgiler ışığında Meclis’e gelen son fezlekelere baktığımızda, ikisi hariç, diğer dosyalardaki suçlamaların milletvekili dokunulmazlığı süresinde işlendiği ve hiçbirinde suçüstü durumu olmadığından soruşturma için Meclis izni gerektiğini görüyoruz. Üzerinden 5-6 sene geçmiş olan meselelerin ancak dâvâya dönüşmesinin ise dâvâ konusunun detaylı ve kapsamlı inceleme gerektirmesi, maalesef birçok siyâsî dâvâda olduğu gibi iddianamenin hazırlanma sürecindeki zorluk ve belki de kastî geciktirmeler olduğunu düşünüyoruz. Buradan hareketle, zamanlamayı sorgulayan ve Anayasa’yı kendi işine geldiği gibi yorumlayıp fezlekeleri siyâsî bir ayak oyunu gibi göstermek isteyenler, öküzün altında buzağı arayarak ortakları HDP’nin yok olmasını engellemeye çalışan sefillerdir.

Evet, özellikle HDP’liler hakkındaki fezlekeler, Millet İttifakı içerisinde bir huzursuzluk sebebi olacaktır. Hatta daha ilk günden, İyi Parti’nin yetkili ağızlarından çıkan sözler, sadece ittifakın değil, İyi Parti’nin de çatlaklarını göstermeye başladı. Meral Akşener, partisinin grup toplantısında, bugüne kadar inkâr ettiği ancak nimetlerinden faydalanmaktan da çekinmediği HDP desteğini bir kalemde silip atmaktan korktuğunu açıkça gösterdi.

“Gözü kapalı evet oyu verecek hâlimiz yok, içeriğine bakarız” derken hem kendi seçmenine, hem de HDP’ye karşı vazifelerini yerine getirme gayretinde gibi göründü. Ancak öyle zannediyorum ki, Ağıralioğlu’nun “Dokunulmazlıkların kaldırılması yönünde oy kullanırız” ifadesi partide daha çok kabul görecek ve ittifakın ruhuna aykırı bir oylama göreceğiz.

Aslında CHP de bu tehlikeyi sezmiş gibi görünüyor. Kılıçdaroğlu’nun, “ne nalına, ne mıhına” denebilecek açıklaması bunun delili. Hem şahsî fikrinin aleyhte oy kullanmak olduğunu açıkça beyan edip, hem de parti olarak karar almamak, ittifak kararı alamayacak olmaktan kaynaklanıyor bence.

DBP’li ve HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kalkmasına neredeyse kesin gözüyle bakılıyor. Burada bir sorun yok. Merak edilen konu, diğer vekillerle ilgili dosyalar. Burada da bence iki seçenek var: Ya dosya içeriğinden dolayı ayrı düşünülüp Enis Berberoğlu’nun dokunulmazlığı kaldırılıp kalanlar ertelenecek ya da AK Parti ve MHP’li vekil de dâhil olmak üzere bütün dokunulmazlıklar kaldırılarak “Kararı yargı versin!” mesajı verilecek.

Her ne olursa olsun, dokunulmazlıkların kalkması, yargısız infazla vekilliğin düşmesi anlamına gelmiyor. O hâlde, öncelikle Millet İttifakı’nın CHP dışındaki resmî bileşenlerinin işin yargıya taşınması, vekillerin terörle bağlantılı olup olmadığının yargı kararıyla ortaya çıkmasına oy vermesi gerekiyor. Hoş, Cumhur İttifakı’nın oyları dokunulmazlıkların kaderi için zaten yeterli ama bu konuda İyi Parti’nin de aynı yönde oy kullanması, terörün Türkiye üzerindeki etkisi adına da önemli olacaktır diye düşünüyorum.

Gelelim MHP lideri Bahçeli’nin ısrarla gündemde tuttuğu HDP’nin kapatılması meselesine…

Bir önceki yazımda, kapatma kararının, yenisini ihdas etme ihtimâli olduğu sürece bir anlam ifade etmeyeceğini, öncelikle bunun önüne geçilmesi gerektiğini yazmıştım. Daha sonra, Bahçeli’nin de aynı endişeye parmak basmış olmasından, yalnız olmadığımı anlamış oldum. Gerçi benim yazdıklarımdan ilham almış olduğunu düşünmüyorum ama aynı gerçeği gördüğü ve dile getirdiği için minnettarım kendisine.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, sonunda bir inceleme başlattı bu konuda. Hem Kobani iddianamesi, hem de HDP’li vekiller hakkında düzenlenen fezlekelerin birer örneğini istemiş olması, fezlekelerin kapatma dâvâsına dayanak olabileceğini gösteriyor bize. Eğer bir hukuk devletiysek, ki bunu iddia ediyoruz, HDP hakkındaki inceleme için geç bile kalınmış demektir. Ben, hukukun zaman zaman siyâsî konjonktürden etkilendiğini, bunun kimi zaman devletin bekâsı adına gerekli de olduğunu düşünenlerdenim. Ancak, hukuk HDP’li vekiller hakkında karar vermeden partinin tüzel kişiliği hakkında bir karar verirse, tartışmanın çok daha ileri bir boyuta taşınacağı kanaatindeyim. “Bırakalım, yargı önce vekilleri suçlu bulsun, kapatma dâvâsını sonra açalım” diyorum.

Aksi yönde hareket edilirse, kendi sistemimizde bile henüz ceza vermediğimiz vekillerden dolayı partiyi cezalandırmış oluruz ki bu, “bizi çok seven” demokrasi ve insan hakları savunucularının eline koz verir.

Öyleyse ne yapalım?

Önce, en azından terör konulu fezlekelerin muhataplarının dokunulmazlıklarını Cumhur İttifakı ve İyi Parti oylarıyla kaldıralım. Yargıtay madem inceleme başlatmış, devam etsin incelemeye. Ama önce kapatma dâvâsı için HDP’li vekillerin ceza almasını bekleyelim. Bu arada, kapanan partinin başka bir isimle siyâsî hayatımıza girmesine en azından bir seçim müsaade etmeyecek bir kanunî yol bulalım. Bütün bunlardan sonra HDP’yi kapatalım. İlk seçimde, tek çareleri 1991’deki gibi CHP çatısı altında Meclis’e girmek olsun. Buna “Evet” derse CHP, demezse de terör siyâseti biter!