“HENDEK” denilince akla ilk
olarak, 31 Mart 627 tarihinde günümüz Medîne’si Yesrib’in pagan Arapları ile
Beni Kureyza Yahudileri tarafından kuşatıldığı muharebe gelir.
Uhud Muharebesi’nden sonra Medîne’ye de seferler düzenleyen Müslümanlar,
son derece stratejik bir öneme sahip Mısır, Suriye ve Irak yolunu Mekke
kervanlarının kullanımına kapatmış, ayrıca kendilerine ihanet eden Beni Nadir
kabilesini Medine’den sürgün etmişlerdi.
Bunun üzerine Beni Nadir kabilesi, Yahudileri yanlarına almak için Hazreti
Peygamber’e (sav) karşı savaşmaları konusunda tahrik etti ve Hendek Savaşı’nın
başlaması kaçınılmaz oldu.
Mekkeli paganların birçok kabileden paralı askerler ile harekete geçtiğini
haber alan Müslümanlar, bir savunma savaşı stratejisi belirleyerek, Medîne’nin önemli
noktalarında hendekler kazdılar.
Adı geçen gayr-i Müslimlerin 10 bin civarındaki asker ile yaptıkları ve bir
ay süren kuşatma, 3 bin askerden oluşan Müslümanlar tarafından kırılmış oldu.
Aradan 14 asır geçti, ancak başka Hendek Savaşı yaşanmadı. Tâ ki Güneydoğu
ve Doğu Anadolu’da, özellikle Sur, Cizre ve Nusaybin’de yoğunlaşan, kırsaldan
şehre inen PKK terör örgütü mensuplarına yönelik gerçekleştirilen operasyonlara
dek…
Açılan hendekler, terör örgütü mensuplarının etkisiz hâle getirilmesini müteakip
kapatılmış, kurulan barikatlar kaldırılmış ve güvenlik yeniden tesis edilmişti.
Literatüre “Hendek Operasyonları” olarak giren dönem, 8 Ağustos 2015 ile 9
Mart 2016 arasındaki tarihi kapsamış, yaklaşık bir yıl sonra da 15 Temmuz hain
darbe girişimi gerçekleşmişti.
Püskürtülen her eylem, “Sü uyur, düşman uyumaz” gerçeğinin bir tezahürü
olacak ki yeniden diriliş yaşamış ve ihanet sarmalı kucağında büyüyerek
günümüze ulaşmayı başarmıştır.
Küreselcilerin dayattığı “Koronavirüs” illeti ile boğuşan Türkiye, virüsün
“gezgin” olduğu tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi büyük bir mücadele örneği sergilemiş,
insan kaybının yanı sıra ekonomik alanda da ciddî kayıplar yaşamış, ancak ilân
ettiği seferberlik anlayışıyla yaralarını sarmada büyük mesafe kat etmiştir.
“Yeni normalleşme” ile ekonominin atar damarı hükmünde olan turizmin
yeniden canlanmasına olanak veren destekler karşılık buldu ve yaz sezonunda
istenen doluluk oranına kavuşan işletmeler eski günlerine dönmenin sevincini
yaşarken ortalık birdenbire yangın yerine döndü!
28 Temmuz 2021 tarihinde Antalya’nın Manavgat ilçesinde başlayan yangınlar,
genişleyerek Akdeniz ve Ege kıyılarını tehdit eder hâle geldi. Zaman zaman iç derinlikte
yer alan ormanlara da nüfuz eden yangınları söndürmede yaşanan zorluklar, vakit
kaybedilmeden sosyal mecraya taşındı. Buradaki yangın ne su, ne de köpük ile söndürülecek
vaziyetteydi.
Gecikmeden “ilk” yorumlar gelmişti ve yangınların çıkış nedenleri
hakkındaydı: “İktidar, Afganlı mültecileri gündemden düşürmek istiyor”, “Yeni
otellere yer olması için yanan alanlar Turizm Teşvik Kanunu ile imara açılıyor”
yorumuna karşılık “Ormanlarımıza PKK kıydı” yorumu vardı. Sonradan kendilerini
“Ateşin Çocukları İnisiyatifi” olarak tanımlayan grubun yayınladığı videolarda
“Ormanları biz yaktık” itirafı geldi.
“Marshall Yardımları sonrasında zeytinliklerimiz sökülüp Amerika’ya
götürüldü, yerine hastalıkları arttıran polenli kavaklar ekildi, dağ taş ise
içi yağlı reçineyle dolu çamla kaplandı” da denildi. Sonuncu yorum, en
vahimiydi: “Yangınlar 5G için çıkarıldı!”
Bir yandan film senaryolarını aratmayan türden videolar servis ediliyordu,
diğer yandan sınır tanımayan yorumlar yapılıyordu: “THK envanterinde bulunan
yangın söndürme uçakları eskimiş diye hangarlarda tutuluyor, söndürme işlemi
için yurtdışından kiralanan helikopterlere büyük meblağlar ödeniyor, THK’nın
başına atanan kayyum, yangınlara müdahale etmek yerine düğüne gitmeyi tercih ediyor...”
İpin ucunu kaçıranlar, “13 uçağa sahip saray, bir yangın söndürücü uçak
almadı. Asker neden görevlendirilmiyor? Polisin vatandaşa su sıktığı TOMA’lar
nerede?” demeye başladı.
“Güçlü Türkiye”
İddialar da, eleştiriler de yenilir yutulur cinsten değildi. Ama ardı
arkası kesilmiyordu bombardımanın. Devreye, herhangi bir yazılıma gerek
duymayan, insan müdahalesi olmadan yönetilebilen “bot hesaplar” girdi ve
“Global Call Help Turkey” etiketiyle ülkemizi zora düşürmeyi amaçlayan bir
kampanya başlatıldı. Yüz binleri bulan bu paylaşıma “Güçlü Türkiye” etiketiyle
refleks gösterildi.
Oysa geçmişte büyük felâketler yaşayan ülkelere insanî yardım teklifinde bulunan
bir Türkiye vardı ve şimdi büyük yangınlarla mücadele ediyordu. Başta kardeş
Azerbaycan’ın yanı sıra komşularımız Rusya ve İran, Ukrayna, Hırvatistan,
İspanya ve Katar gibi ülkeler yangın söndürme uçak ve helikopterleriyle,
ekipman ve insan gücüyle ilk andan itibaren yanımızda yer alan ülkeler oldu.
Yangınları kurgusal bir zemin dışında değerlendirenler ise, geçmişte bu
kadar uçağa ve helikoptere sahip olmayan ülkemizin, yangın söndürmedeki
başarısın altında orman işçilerinin üstün performansı ile köylünün ilk müdahalesini
gerekçe gösterdiler. Ormanlık alanlarda seyreltme yapılarak yangın yükünün
azaltıldığını, belli aralıklarla yollar açıldığını, köylerin bu doğrultuda inşâ
edildiğini, daha sonraki dönemde göçün önlenemediğini, bunun tabiî sonucu
olarak da köylerin boşaldığını ve müdahale edecek kimsenin kalmadığını gündeme getirdiler.
Son olarak, yanan çam ağaçlarındaki kozalakların birer mancınığa dönüştüğünü,
iki yüz metreye kadar sıçradığını ve yangınların bu nedenle büyüdüğünü dile
getirdiler. Ki en doğru seçeneklerden birisiydi bu.
Dezenformasyon tehlikesi
Bakanlar, valiler, belediye başkanları, emniyet müdürleri, gazeteciler,
yazarlar, akademisyenler, askerler, istihbarat ve güvenlik uzmanları,
analistler, ziraat ve orman mühendisleri, itfaiyeciler çeşitli plâtformlarda
görüşlerini dile getiren yorumlar yaptılar. Ama asıl yapanlar, ilginçtir,
sosyal medya üzerinde varlık mücadelesi veren hesaplardı.
Sıcak çaylarını yahut soğuk ayran ve gazozlarını yanlarına alarak klavye
başına oturanlar, birer hafiye gibi suçlu arayıp yakaladılar, savcı olup
haklarında iddianameler hazırladılar, mübaşir olup ismi geçenleri salona
aldılar, hâkim cübbesi giyip yargıladılar ama ne avukatlara söz hakkı verdiler,
ne de sanık bölmesine koyduklarına savunma yaptırdılar. Jandarmalığa soyunup cezaevine
kadar eşlik ettiler ve son olarak gardiyan elbisesi giyerek suçluyu teslim
aldılar. Şimdi de bunca ağacın, içindeki canlılarla birlikte yok edildiği
hektarlık alanda, üçayaklı bir darağacı kurup “cellat” unvanıyla sehpaya tekme vurma
hevesindeler!
Bilgi kirliliği, hakaret, aşağılama, yalan, iftira ve gerçeklerin
çarpıtılması gibi, bünyesinde sayısız habis ur taşıyanların hevesi elbette
kursağında kalacaktır, kalmalı da. Zira dünyanın en müstesna beldelerinden
birinde yaşıyoruz.
Yangına su taşımak ya da körükle gitmek
Kabul etmek gerekir ki bu ülkeyi, “Vatanım” diye belleyen, al bayrağını
gururla dalgalandıran herkes seviyor. Sevenlerin sevgisini değerlendirecek
değiliz elbette. Değiliz, çünkü vatanını en çok sevenlerin vatanına en çok
hizmet edenler olduğunu da biliyoruz. Ancak eleştiriden, ötekileştirmekten beslenen
büyük bir kitle ile karşı karşıya olduğumuzu ve yukarıda bahsi geçen kesimin
içinde yer aldığını da hatırlatmak istiyoruz.
Sosyolojik bir travmanın en üst seviyede yaşandığı dönemde, yazılanların ve
söylenenlerin daha hassas bir düzlemde ele alınması gerektiği kanaatindeyim. Bu
açıdan yeşile, canlıya ve insana değer verenlerin birbirine müsamahası ve bakış
açısı yeniden değerlendirilmelidir. Aksi takdirde asıl yangın provokatif dalgaların
etkisiyle gitgide büyüyecek ve söndürülmesi imkânsız hâle gelecek.
Bugün üçüncü kez bir hendek savaşı yaşıyoruz ve dün kazılan hendeklere bu
seferkiler hiç mi hiç benzemiyor. İçinde cehennemi andıran bir ateş var. Dumanı
arşa, alevi arza yayılmış durumda.
Yazımızın yayına hazırlandığı saatlerde, Tarım ve Orman Bakanı Pakdemirli
tarafından, 28 Temmuz-3 Ağustos arasında 38 ilde meydana gelen yangın sayısının
163 olduğunu ve bunlardan 152’sinin söndürüldüğünü, yangınlarda 16 uçak, 9 İHA,
1’i insansız olmak üzere 52 helikopter ile 805 tanker ve 155 iş makinesinin
kullanıldığını, yaklaşık 5 bin 200 personelin mücadele ettiği açıklandı. Umarım
bu satırlar okunurken, sayı bununla sınırlı kalır ve tamamı kontrol altına
alınmış olur.
Unutulmamalıdır ki, ecdat yadigârı bu topraklar, içendekilerle birlikte
“vatan” özelliği taşıyor. Büyük fedakârlık ve kahramanlıklarla günümüze ulaşan
bu kutlu emaneti canı pahasına düşmana bırakmayanların torunları, yurt edindiği
topraklara güzellik katan ormanların yanmasına ve kül olup yok olmasına müsaade
etmeyeceği gibi, yaşadığımız afetin izlerini de, akan gözyaşlarını da en kısa
sürede silecek güce sahiptir!
Tarih, alevlere “Dur!” diyen kahramanlara su taşıyan Şahin Akdemir’leri de
yazacak, yangına su yerine körükle gidenleri de, hatta suspus olanları da…
Bu vesile ile yangınlarda hayatını kaybeden kahraman şehitlerimizi ve
vatandaşlarımızı rahmet ve minnetle yâd ediyor, yangını söndürmek için büyük
fedakârlık örneği gösteren vatan evlâtlarına, acımıza koşarak gelen Azerbaycanlı
kardeşlerimize, ulus devlet personeline güç ve dayanma azmi diliyoruz.
Yazımıza hatme yaparken, Enbiya Sûresi’nin 69’uncu âyeti ile duâya duralım: “Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen.” (Ey ateş, İbrahim’e karşı serin ve selâmet ol!)