
“HELÂLLİK vermek” denince,
hocasından hacısına herkes, akçeli konuları aklına getiriyor. “Borcu olan
ödesin, ondan sonra helâllik alsın” deyip işin içinden çıkıyorlar. Sanki biz “Ödenmesin”
diyoruz. Tabiî ki ödensin…
Konumuz,
helâllik “istemek değil”, helâllik “vermek”. İstisnasız, akçeli ve akçesiz her
konu buna dâhildir.
Bir
diğer konu ise, hayatımızda akçeli konulardan çok, helâllik istenmesi veya
verilmesi gereken akçesiz konular mevcuttur. Çünkü hayatımıza taallûk eden
diğer konuları saymakla bitiremeyiz. Hem konuları, hem de muhataplarımızın
sayısını bilmemiz mümkün değil. İyice tefekkür edip düşünün ömrünüzün her ânını,
o zaman siz de bana hak vereceksiniz.
(Neden
helâllik almak ve vermek için en son zamanı veya elimiz kolumuz bağlı olarak çaresiz
bir şekilde musalla taşına uzanmayı bekleriz ki?)
*
Aleyhimde
söylenenler ve yapılanlar yönünden muhataplarımın karşıma geçip yaptıklarını
itiraf etmeleri kısmından şahsım adına feragat ediyorum. Kimse hiçbir şey itiraf
etmesin bana. Bana hiçbir şey anlatılmasını da istemiyorum. Üzerime düşen
hakların tamamını, doğduğum günden son nefesimi vereceğim güne kadar geri
dönüşsüz olarak helâl ediyorum. Çünkü benimle ilgili söylenen veya yapılan şeylerin
dinen bir mahsuru yok ise, dünyada da, ahirette de onlardan haberdar olmak
istemiyorum. Haberdar olursam, belki bazılarından dolayı kalbim kararabilir. Bu
beni zamanla rahatsız edebilir. Şeytanın vesvesesi ile daha fazla günaha
girebilme korkusu ile günahların itiraf kısmından kendi adıma feragat ediyorum.
Her kimin üzerime taallûk eden ne tür bir hakkı oluştu ve ömrümün sonuna kadar da
oluşacak olur ise, ben hepsini geri dönüşsüz olarak helâl ediyorum. Bu yazıyı
okuyan veya okumayan herkes için bu geçerlidir.
Bu
işten kazançlı çıkmak istiyorum. İnsanlara hakkımı helâl ettiğimde, umuyorum ki,
Rabbim de bana üzerimdeki haklarını helâl edecek insanların kalplerini
yumuşatır ve haberim olarak veya olmayarak bildiğim veya bilmediğim, ahirette
belki altından kalkamayacağım birçok vebâlden kurtulurum inşa-Allah. Bu vesile
ile bir sürü insan, bana hakkını helâl etmiş olacaktır, bu bir…
Bir
de, ben hakkımı helâl etmezsem, muhatabımdan ahirette birebir karşılık
alacağım. Ancak ben hakkımı helâl edersem, Rabbimin hazinesi çok geniştir. Rabbim
beni aklımın almayacağı, hayâl bile edemeyeceğim bir şekilde ödüllendirebilir.
Ben
insanlardan bir şeyler istemek ve almaktansa Rabbimden istemeyi ve ummayı tercih
ediyorum. Ve benim dünya ve ahirette en büyük hedeflerimden biri, Rabbim
tarafından bağışlanmayı garanti etmektir. “Garanti etmek” çok iddialı bir söz
ve vaat; ancak bu söz ve vaat bana ait değil, zira Rabbimiz ve Peygamber Efendimizin…
*
“Bunun
içindir ki, (haksız iftiralara uğramış olsalar bile) içinizden (Allah’ın)
bolluk ve genişlik bahşetmiş olduğu kimseler yakınlarına, düşkünlere ve kötülük
diyarından Allah için göç eden kimselere yardımdan el çekmesinler; onları
affedip geçsinler. (Öyle ya,) Allah’ın da sizi bağışlamasını istemez misiniz? (Hem
de) Allah’ın çok acıyıp esirgeyen gerçek bağışlayıcı olduğunu (gördüğünüz
hâlde)?” (Nur, 22)
(Mistah, İfk
hâdisesindeki Hazreti Aişe Validemize atılan iftirayı yayanlardan birisidir ve
nafakası Hazreti Ebu Bekir (ra) tarafından sağlanan kişidir. Hazreti Ebu Bekir
bu durumu araştırır ve bu iftirayı yayanlardan birisinin Mistah olduğu haberini
doğrulattıktan sonra Mistah’ın nafakasını keser. Bunun üzerine Allah (cc), Nur
Sûresi 22’nci ayeti nazil eder. Bu ayetten sonra tekrar Hazreti Ebu Bekir, Mistah’a
nafakasını vermeye başlamış ve bir rivayete göre nafakasını arttırarak vermiş,
Mistah’ı affetmiştir.)
“Bir
kötülüğün karşılığı, onun gibi bir kötülüktür (ona denk bir cezadır). Ama kim affeder ve arayı düzeltirse, onun
mükâfatı Allah’a aittir. Şüphesiz O, zalimleri sevmez.” (Şura, 40)
“Kıyamet günü
insanlar hesaba çekilirken, bir münadi üç defa, ‘Allah’tan alacağı olanlar
kalksın ve Cennet’e girsin’ diye seslenir. Bunu duyanlar, ‘Allah’tan alacaklı
olanlar kimler ki?’ derler. ‘İnsanları affedenlerdir’ denir. Bunun üzerine
binlerce kişi ayağa kalkar, sorgusuz suâlsiz Cennet’e girerler.” (Taberani)
*
Affetme
konusunda Allah’ın (cc) çok önemli bir vaadi daha var. Allah’ın (cc) vaatleri
gerçek ve kesindir. Bütün Müslümanların en büyük hayâli ve hedefi, Allah (cc)
tarafından sevilmek ve sevildiğini bilmektir. Deliline gelince…
“Onlar
bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları
affedenlerdir. Allah, iyilik edenleri sever.” (Âl-i İmran, 134)
“(Ey
Muhammed!) İçlerinden pek azı hariç, onların daima bir hainliğini görüyorsun.
Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Çünkü Allah, iyilik yapanları sever.”
(Maide, 13)
Bir
de Allah, yapılan kötülükleri bağışlama yönünde “Onları affedip geçsinler” (Nur,
22), “Yine de sen onları affet ve aldırış etme” (Maide, 13) ve “Onları bağışla,
kendilerine güzel davran” (Hicr, 85) demektedir.
Yani…
Affet ve artık ardına düşme, o konuyu hayatından çıkar!
Rabbimiz,
“Affedin ve bir daha üzerinde durmamak üzere ardınıza atıp geçin ve onlara
güzel davranın, bir daha bu konunun hesabını yapmayın” diyor. Allah’ın (cc)
karşılığını beklememizi söylüyor. Çünkü dünyada ömür kısa ve yapılacak çok
fazla, çok kazançlı işler var.
*
Eski
Amerikan Western filmlerinde, mahkûmların ayaklarında zincir ve onun ucunda
kocaman bir demir topuz olurdu. Mahkûm istese de düzgünce yürüyemez. Koşması
ise hiç mümkün değildir. Ancak o demir topuzu sürüye sürüye, çok yavaş bir
şekilde yol alabilir. Mahkûma o topuzu başka biri takar ve başkası söker. Bizim
durumunuz bundan daha da beterdir. Çünkü bu zinciri ve topuzu sökmek elimizde
olduğu hâlde onu söküp atarak Allah’ın vaatlerine kavuşmak ve hayatımızın geri
kalan kısmında önümüze gelecek olan güzellikleri hep geçmişte yaşayarak
kaybediyoruz. Psikolojik rahatsızlıklar da cabası… İnsan Rabbinin söylediğini
yapmazsa, hem kimyası bozulabilir, hem de dünya ve ahiretini kaybedebilir.
Bu konuyu gündeme
getirmekteki hedefimiz, sadece kazancımızı katbekat arttırmak, ruh sağlığımızı
korumak ve bir musibeti dünya ve ahiret kazancına dönüştürmektir. Hedefimiz, muhataplarımız
değildir. Gerçi bu yaptığımızın onlara da çok büyük fayda sağlayacağı aşikârdır.
“Allah yolunda mallarını harcayanların durumu, kendisinden
yedi başak çıkan ve her başakta yüz tane bulunan bir buğday tanesine benzer ki
Allah, dilediğine kat kat verendir. Allah’ın imkânları ve bilgisi sınırsızdır.”
(Bakara, 261)
Bu ayette anlatıldığı gibi, Rabbimizin hazinesi çok
geniştir. Yapılan hayır ve iyiliklere vereceği karşılık ne kadar büyüktür ki bunu
bizim havsalamızın alması mümkün değildir. Allah, burada vereceği karşılığı “bire
yedi yüz” deyip geçmemiştir. Rabbimiz bu ayette konuyu bir formülle
anlatmıştır. Bire yedi yüz, sadece alacağımız karşılığın bir başlangıcıdır. Her
zaman Rabbimizin bu formülüne talip olmamız, kazançlarımızı katbekat artırmanın
yollarını bulmamız gerekir.
Ömrümüzün
her yılında iki dinî bayram var. Genellikle bayram namazlarında, bazen de özel günler
ve Cuma namazlarında hocanın eşliğinde tevbe-istiğfar yapılır. Yapılsın; bir de
buna ilâve olarak, o güzel atmosferde orada bulunan herkes birbirine haklarını helâl
etse ve böylece her Cuma ya da bayramda bir değil, iki bayram yapılsa fena mı
olur? Buna nişan, düğün ve diğer bütün toplanma zamanlarını vesile yapıp
kazanca çevirebiliriz.
Başta
kendimiz ve yakınlarımız olmak üzere, kendisi için hak helâlliği isteme imkânı
kalmayan bir insandan sizin bir vesile ile haberiniz olduğunda, o din
kardeşiniz için hak taallûk eden diğer din kardeşlerinizden hak helâlliği
isteyin. Çünkü insan kendisi için bir şey istemekte oldukça zorlanır. Ancak
başka bir Müslüman için çok rahat isteyebilir. Bunun için elinizden geleni yapın.
Olur ki muvaffak olursunuz; hem siz sevap kazanırsınız, hem de bir Müslüman
kardeşinizi büyük bir yükten kurtulmuş olursunuz. Bir güzelliği başkası için
yaptığınızda hem o insan, hem de siz kazanmış olursunuz.
Her
Müslümandan bu yönde gayret sarf etmesini ve her ortamda gündeme getirmesini
Allah rızası için talep ediyorum. Çünkü bu gayret etmeye değer, ahirette
karşılığı bolca verilecek bir iştir; Allah’ın tavsiyesi ve Peygamberlerin
sünnetidir.
Buna
verebileceğimiz ilk örnek, Yûsuf’un (as) kardeşlerine söylediği sözdür. “Bugün size bir ayıplama ve azarlama yoktur.
Allah, sizi mağfiretiyle bağışlasın. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.”
(Yûsuf, 92)
Yûsuf
Peygamber (as), kendisine eziyet edip kuyuya atan kardeşlerini affetmekle
kalmayıp onların bağışlanması için dua ederken, babası Yakûb Peygamber (as) de,
“Sizin için Rabbimden bağışlanma
dileyeceğim. Şüphesiz o çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir” (Yusuf,
98) diyerek oğullarını affetmiş ve bağışlanmaları
için Allah’a yalvarmıştır.
Bir
diğer örnek ise, Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Efendimiz Hazreti
Muhammet’in (sav), Kendisine her türlü eziyeti eden, öldürmeye kalkan ve
yurdundan süren akraba ve komşu Mekkelileri Mekke’nin Fethi’nde affetmesidir. Kâbe-i Muazzama’nın kapısında, “Ey Kureyş topluluğu! Şimdi hakkınızda benim ne yapacağımı tahmin
edersiniz?” diye sorduklarında, Kureyşliler, “Sen, kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin, kerem ve iyilik sahibi bir
kardeş oğlusun. Ancak bize hayır ve iyilik yapacağına inanırız” dediler.
Bunun üzerine Âlemlere Rahmet olarak gönderilen
Resûl-i Kibriya Efendimiz şöyle konuştu: “Benim hâlimle sizin hâliniz, Yûsuf`la
(as) kardeşlerinin hâli gibidir. Yûsuf’un
kardeşlerine dediği gibi, Ben de sizlere diyorum: Bugün sizin için bir kınama
yoktur! Allah sizi affetsin. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir. Gidiniz,
sizler serbestsiniz…” (Taberî, 3/120)
Herhâlde
hiçbirimiz Yakûb (as), Yûsuf (as) veya Efendimiz Hazreti Muhammed (sav) kadar
eziyet ve sıkıntı çekmemişizdir. Onlar bağışladığına göre, bizler de bize
eziyet eden Müslüman kardeşlerimizi, ecrini Allah’tan (cc) bekleyerek
bağışlarız. (İnşa-Allah.)
Çünkü affedişlerin en makbulü muktedirken affetmek,
iyiliklerin en güzeli ise kötülüklere karşı yapılanıdır. Merhametlerin en
üstünü, kendisine acımayanlara acımak, şefkat etmek ve merhamette bulunmaktır.
İşte Kâinatın Efendisi bunu yapıyordu. Çünkü O, Cenâb-ı Hakk’tan dersini şöyle
almıştı: “Kolaylık göster, affa sarıl,
iyiliği tavsiye et, cahillerden de yüz çevir!” (Araf, 199)
*
Bir
hadîs-i şerifte Efendimiz (sav), “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona
zulmetmez, onu düşmana teslim etmez. Kim bir Müslüman kardeşinin ihtiyacını
giderirse, Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanın sıkıntısını
giderirse, Allah da kıyamette onun bir sıkıntısını giderir. Kim de bir Müslümanın
ayıbını örterse, Allah da kıyamette onun bir ayıbını örter” (Buhârî, Mezâlim)
buyurmuştur.
Hak
helâlliği vermek, dille söyleyerek değil, ancak Allah (cc) rızası için Yakûb
(as), Yûsuf (as) ve Efendimiz (sav) gibi samimî bir şekilde kalpten yapılırsa
Allah (cc) katında bir anlam ifade edecektir.
Ebu’d-Derda’dan
rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: “(Nafile) Namaz, oruç
ve zekâtın derecesinden daha üstün olan bir şeyi (ibadeti) size bildireyim mi?”
“Evet” dediler. Efendimiz, “İki (dargın) kişinin arasını bulmak… Çünkü
dargınlar arasını ifsad etmek (daha da bozmak), imanı kökünden kazır” buyurdu.
(Tirmizî, 2433)
Aklımızdan
hiç çıkarmayalım ki, bütün bu kazançları elde etmenin tek bir yolu vardır:
Ömrün nerede, ne zaman biteceğinin hiçbir garantisi yoktur. Ölüm gelip çattığı
zaman, bu büyük kazançları ilelebet kaybederiz, Allah muhafaza! Çünkü “keşke”,
insana hiçbir zaman fayda vermemiştir.