Helâllik vermek

Başta kendimiz ve yakınlarımız olmak üzere, kendisi için hak helâlliği isteme imkânı kalmayan bir insandan sizin bir vesile ile haberiniz olduğunda, o din kardeşiniz için hak taallûk eden diğer din kardeşlerinizden hak helâlliği isteyin. Çünkü insan kendisi için bir şey istemekte oldukça zorlanır. Ancak başka bir Müslüman için çok rahat isteyebilir. Bunun için elinizden geleni yapın…

“HELÂLLİK vermek” denince, hocasından hacısına herkes, akçeli konuları aklına getiriyor. “Borcu olan ödesin, ondan sonra helâllik alsın” deyip işin içinden çıkıyorlar. Sanki biz “Ödenmesin” diyoruz. Tabiî ki ödensin…

Konumuz, helâllik “istemek değil”, helâllik “vermek”. İstisnasız, akçeli ve akçesiz her konu buna dâhildir.

Bir diğer konu ise, hayatımızda akçeli konulardan çok, helâllik istenmesi veya verilmesi gereken akçesiz konular mevcuttur. Çünkü hayatımıza taallûk eden diğer konuları saymakla bitiremeyiz. Hem konuları, hem de muhataplarımızın sayısını bilmemiz mümkün değil. İyice tefekkür edip düşünün ömrünüzün her ânını, o zaman siz de bana hak vereceksiniz.

(Neden helâllik almak ve vermek için en son zamanı veya elimiz kolumuz bağlı olarak çaresiz bir şekilde musalla taşına uzanmayı bekleriz ki?)

*

Aleyhimde söylenenler ve yapılanlar yönünden muhataplarımın karşıma geçip yaptıklarını itiraf etmeleri kısmından şahsım adına feragat ediyorum. Kimse hiçbir şey itiraf etmesin bana. Bana hiçbir şey anlatılmasını da istemiyorum. Üzerime düşen hakların tamamını, doğduğum günden son nefesimi vereceğim güne kadar geri dönüşsüz olarak helâl ediyorum. Çünkü benimle ilgili söylenen veya yapılan şeylerin dinen bir mahsuru yok ise, dünyada da, ahirette de onlardan haberdar olmak istemiyorum. Haberdar olursam, belki bazılarından dolayı kalbim kararabilir. Bu beni zamanla rahatsız edebilir. Şeytanın vesvesesi ile daha fazla günaha girebilme korkusu ile günahların itiraf kısmından kendi adıma feragat ediyorum. Her kimin üzerime taallûk eden ne tür bir hakkı oluştu ve ömrümün sonuna kadar da oluşacak olur ise, ben hepsini geri dönüşsüz olarak helâl ediyorum. Bu yazıyı okuyan veya okumayan herkes için bu geçerlidir.

Bu işten kazançlı çıkmak istiyorum. İnsanlara hakkımı helâl ettiğimde, umuyorum ki, Rabbim de bana üzerimdeki haklarını helâl edecek insanların kalplerini yumuşatır ve haberim olarak veya olmayarak bildiğim veya bilmediğim, ahirette belki altından kalkamayacağım birçok vebâlden kurtulurum inşa-Allah. Bu vesile ile bir sürü insan, bana hakkını helâl etmiş olacaktır, bu bir…

Bir de, ben hakkımı helâl etmezsem, muhatabımdan ahirette birebir karşılık alacağım. Ancak ben hakkımı helâl edersem, Rabbimin hazinesi çok geniştir. Rabbim beni aklımın almayacağı, hayâl bile edemeyeceğim bir şekilde ödüllendirebilir.

Ben insanlardan bir şeyler istemek ve almaktansa Rabbimden istemeyi ve ummayı tercih ediyorum. Ve benim dünya ve ahirette en büyük hedeflerimden biri, Rabbim tarafından bağışlanmayı garanti etmektir. “Garanti etmek” çok iddialı bir söz ve vaat; ancak bu söz ve vaat bana ait değil, zira Rabbimiz ve Peygamber Efendimizin…

*

“Bunun içindir ki, (haksız iftiralara uğramış olsalar bile) içinizden (Allah’ın) bolluk ve genişlik bahşetmiş olduğu kimseler yakınlarına, düşkünlere ve kötülük diyarından Allah için göç eden kimselere yardımdan el çekmesinler; onları affedip geçsinler. (Öyle ya,) Allah’ın da sizi bağışlamasını istemez misiniz? (Hem de) Allah’ın çok acıyıp esirgeyen gerçek bağışlayıcı olduğunu (gördüğünüz hâlde)?” (Nur, 22)

(Mistah, İfk hâdisesindeki Hazreti Aişe Validemize atılan iftirayı yayanlardan birisidir ve nafakası Hazreti Ebu Bekir (ra) tarafından sağlanan kişidir. Hazreti Ebu Bekir bu durumu araştırır ve bu iftirayı yayanlardan birisinin Mistah olduğu haberini doğrulattıktan sonra Mistah’ın nafakasını keser. Bunun üzerine Allah (cc), Nur Sûresi 22’nci ayeti nazil eder. Bu ayetten sonra tekrar Hazreti Ebu Bekir, Mistah’a nafakasını vermeye başlamış ve bir rivayete göre nafakasını arttırarak vermiş, Mistah’ı affetmiştir.) 

“Bir kötülüğün karşılığı, onun gibi bir kötülüktür (ona denk bir cezadır). Ama kim affeder ve arayı düzeltirse, onun mükâfatı Allah’a aittir. Şüphesiz O, zalimleri sevmez.” (Şura, 40)

“Kıyamet günü insanlar hesaba çekilirken, bir münadi üç defa, ‘Allah’tan alacağı olanlar kalksın ve Cennet’e girsin’ diye seslenir. Bunu duyanlar, ‘Allah’tan alacaklı olanlar kimler ki?’ derler. ‘İnsanları affedenlerdir’ denir. Bunun üzerine binlerce kişi ayağa kalkar, sorgusuz suâlsiz Cennet’e girerler.” (Taberani)

*

Affetme konusunda Allah’ın (cc) çok önemli bir vaadi daha var. Allah’ın (cc) vaatleri gerçek ve kesindir. Bütün Müslümanların en büyük hayâli ve hedefi, Allah (cc) tarafından sevilmek ve sevildiğini bilmektir. Deliline gelince…

“Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah, iyilik edenleri sever.” (Âl-i İmran, 134)

“(Ey Muhammed!) İçlerinden pek azı hariç, onların daima bir hainliğini görüyorsun. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Çünkü Allah, iyilik yapanları sever.” (Maide, 13)

Bir de Allah, yapılan kötülükleri bağışlama yönünde “Onları affedip geçsinler” (Nur, 22), “Yine de sen onları affet ve aldırış etme” (Maide, 13) ve “Onları bağışla, kendilerine güzel davran” (Hicr, 85) demektedir.

Yani… Affet ve artık ardına düşme, o konuyu hayatından çıkar! 

Rabbimiz, “Affedin ve bir daha üzerinde durmamak üzere ardınıza atıp geçin ve onlara güzel davranın, bir daha bu konunun hesabını yapmayın” diyor. Allah’ın (cc) karşılığını beklememizi söylüyor. Çünkü dünyada ömür kısa ve yapılacak çok fazla, çok kazançlı işler var.

*  

Eski Amerikan Western filmlerinde, mahkûmların ayaklarında zincir ve onun ucunda kocaman bir demir topuz olurdu. Mahkûm istese de düzgünce yürüyemez. Koşması ise hiç mümkün değildir. Ancak o demir topuzu sürüye sürüye, çok yavaş bir şekilde yol alabilir. Mahkûma o topuzu başka biri takar ve başkası söker. Bizim durumunuz bundan daha da beterdir. Çünkü bu zinciri ve topuzu sökmek elimizde olduğu hâlde onu söküp atarak Allah’ın vaatlerine kavuşmak ve hayatımızın geri kalan kısmında önümüze gelecek olan güzellikleri hep geçmişte yaşayarak kaybediyoruz. Psikolojik rahatsızlıklar da cabası… İnsan Rabbinin söylediğini yapmazsa, hem kimyası bozulabilir, hem de dünya ve ahiretini kaybedebilir.

Bu konuyu gündeme getirmekteki hedefimiz, sadece kazancımızı katbekat arttırmak, ruh sağlığımızı korumak ve bir musibeti dünya ve ahiret kazancına dönüştürmektir. Hedefimiz, muhataplarımız değildir. Gerçi bu yaptığımızın onlara da çok büyük fayda sağlayacağı aşikârdır.

“Allah yolunda mallarını harcayanların durumu, kendisinden yedi başak çıkan ve her başakta yüz tane bulunan bir buğday tanesine benzer ki Allah, dilediğine kat kat verendir. Allah’ın imkânları ve bilgisi sınırsızdır.” (Bakara, 261)

Bu ayette anlatıldığı gibi, Rabbimizin hazinesi çok geniştir. Yapılan hayır ve iyiliklere vereceği karşılık ne kadar büyüktür ki bunu bizim havsalamızın alması mümkün değildir. Allah, burada vereceği karşılığı “bire yedi yüz” deyip geçmemiştir. Rabbimiz bu ayette konuyu bir formülle anlatmıştır. Bire yedi yüz, sadece alacağımız karşılığın bir başlangıcıdır. Her zaman Rabbimizin bu formülüne talip olmamız, kazançlarımızı katbekat artırmanın yollarını bulmamız gerekir.

Ömrümüzün her yılında iki dinî bayram var. Genellikle bayram namazlarında, bazen de özel günler ve Cuma namazlarında hocanın eşliğinde tevbe-istiğfar yapılır. Yapılsın; bir de buna ilâve olarak, o güzel atmosferde orada bulunan herkes birbirine haklarını helâl etse ve böylece her Cuma ya da bayramda bir değil, iki bayram yapılsa fena mı olur? Buna nişan, düğün ve diğer bütün toplanma zamanlarını vesile yapıp kazanca çevirebiliriz.

Başta kendimiz ve yakınlarımız olmak üzere, kendisi için hak helâlliği isteme imkânı kalmayan bir insandan sizin bir vesile ile haberiniz olduğunda, o din kardeşiniz için hak taallûk eden diğer din kardeşlerinizden hak helâlliği isteyin. Çünkü insan kendisi için bir şey istemekte oldukça zorlanır. Ancak başka bir Müslüman için çok rahat isteyebilir. Bunun için elinizden geleni yapın. Olur ki muvaffak olursunuz; hem siz sevap kazanırsınız, hem de bir Müslüman kardeşinizi büyük bir yükten kurtulmuş olursunuz. Bir güzelliği başkası için yaptığınızda hem o insan, hem de siz kazanmış olursunuz.

Her Müslümandan bu yönde gayret sarf etmesini ve her ortamda gündeme getirmesini Allah rızası için talep ediyorum. Çünkü bu gayret etmeye değer, ahirette karşılığı bolca verilecek bir iştir; Allah’ın tavsiyesi ve Peygamberlerin sünnetidir. 

Buna verebileceğimiz ilk örnek, Yûsuf’un (as) kardeşlerine söylediği sözdür. “Bugün size bir ayıplama ve azarlama yoktur. Allah, sizi mağfiretiyle bağışlasın. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.” (Yûsuf, 92)

Yûsuf Peygamber (as), kendisine eziyet edip kuyuya atan kardeşlerini affetmekle kalmayıp onların bağışlanması için dua ederken, babası Yakûb Peygamber (as) de, “Sizin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim. Şüphesiz o çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir” (Yusuf, 98) diyerek oğullarını affetmiş ve bağışlanmaları için Allah’a yalvarmıştır.

Bir diğer örnek ise, Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Efendimiz Hazreti Muhammet’in (sav), Kendisine her türlü eziyeti eden, öldürmeye kalkan ve yurdundan süren akraba ve komşu Mekkelileri Mekke’nin Fethi’nde affetmesidir. Kâbe-i Muazzama’nın kapısında, “Ey Kureyş topluluğu! Şimdi hakkınızda benim ne yapacağımı tahmin edersiniz?” diye sorduklarında, Kureyşliler, “Sen, kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin, kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun. Ancak bize hayır ve iyilik yapacağına inanırız” dediler. Bunun üzerine Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Resûl-i Kibriya Efendimiz şöyle konuştu: “Benim hâlimle sizin hâliniz, Yûsuf`la (as) kardeşlerinin hâli gibidir. Yûsuf’un kardeşlerine dediği gibi, Ben de sizlere diyorum: Bugün sizin için bir kınama yoktur! Allah sizi affetsin. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir. Gidiniz, sizler serbestsiniz…” (Taberî, 3/120)

Herhâlde hiçbirimiz Yakûb (as), Yûsuf (as) veya Efendimiz Hazreti Muhammed (sav) kadar eziyet ve sıkıntı çekmemişizdir. Onlar bağışladığına göre, bizler de bize eziyet eden Müslüman kardeşlerimizi, ecrini Allah’tan (cc) bekleyerek bağışlarız. (İnşa-Allah.)

Çünkü affedişlerin en makbulü muktedirken affetmek, iyiliklerin en güzeli ise kötülüklere karşı yapılanıdır. Merhametlerin en üstünü, kendisine acımayanlara acımak, şefkat etmek ve merhamette bulunmaktır. İşte Kâinatın Efendisi bunu yapıyordu. Çünkü O, Cenâb-ı Hakk’tan dersini şöyle almıştı: “Kolaylık göster, affa sarıl, iyiliği tavsiye et, cahillerden de yüz çevir!” (Araf, 199)

*

Bir hadîs-i şerifte Efendimiz (sav), “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez. Kim bir Müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanın sıkıntısını giderirse, Allah da kıyamette onun bir sıkıntısını giderir. Kim de bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah da kıyamette onun bir ayıbını örter” (Buhârî, Mezâlim) buyurmuştur.

Hak helâlliği vermek, dille söyleyerek değil, ancak Allah (cc) rızası için Yakûb (as), Yûsuf (as) ve Efendimiz (sav) gibi samimî bir şekilde kalpten yapılırsa Allah (cc) katında bir anlam ifade edecektir.

Ebu’d-Derda’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: “(Nafile) Namaz, oruç ve zekâtın derecesinden daha üstün olan bir şeyi (ibadeti) size bildireyim mi?” “Evet” dediler. Efendimiz, “İki (dargın) kişinin arasını bulmak… Çünkü dargınlar arasını ifsad etmek (daha da bozmak), imanı kökünden kazır” buyurdu. (Tirmizî, 2433)

Aklımızdan hiç çıkarmayalım ki, bütün bu kazançları elde etmenin tek bir yolu vardır: Ömrün nerede, ne zaman biteceğinin hiçbir garantisi yoktur. Ölüm gelip çattığı zaman, bu büyük kazançları ilelebet kaybederiz, Allah muhafaza! Çünkü “keşke”, insana hiçbir zaman fayda vermemiştir.