
GÜNDELİK siyâsete âlet
edilmeyen bir “helâlleşme” kavramı kalmıştı, nihâyetinde bu da oldu…
Yaklaşık
bir seneyi biraz geçen zaman dilimlerinde “Elbistan’ın Sesi” ve “Elbistan
Kaynarca” gazetelerinde yayımlanan “Kavramların Önemi” ve sekiz serilik
“Kavramlarla Aldatmak” başlıklarıyla bir dizi makale yazmıştım.
Bu
makalelerde hem kavramların öneminden, hem de kavramların manipüle edilerek
insanların ve kitlelerin nasıl aldatıldıklarından bahsetmiştim.
Şimdi
de son günlerin gündem konusu olan “Helâlleşme” kavramı üzerinde biraz durmak
istiyorum.
Helâlleşme
Mâdem
“helâlleşme” kavramı İslâmî literatürde lugavî ve ıstılâhî olarak dînî bir
kavram, o hâlde yeri gelmişken şu âyeti herkese hatırlatmakta büyük faydalar
vardır:
“Siz,
ey insanlar! İyi bilin ki, Allah’ın vaadi gerçekleşecektir! Şu hâlde dünya
hayatı sizi asla ayartmasın! Dahası, aldatıcının hiçbir türü, sizi Allah ile
aldatmasın!” (Fâtır Sûresi, 5’inci âyet, Mustafa İslâmoğlu Meâli)
Evet,
herkesin ama istisnasız herkesin bu âyet üzerinde derin tefekkürlere dalması
lâzımdır. Yoksa her tür aldatıcının aldatmalarına mâruz kalmak işten bile
değildir.
Aldatıcılar,
kimi zaman insanın sağından, kimi zaman solundan, kimi zaman önünden, kimi
zaman da arkasından yaklaşarak aldatırlar. Dikkat edilmezse eğer, sonuç hüsran
olabilir.
Helâlleşmek
kavramı, dînî kültürde olumluluk ve müspetlik içeren hoş bir kavramdır. Bu
kavram karşısında akan sular durur. Bu coğrafyada geleneksel ve kültürel İslâm’ı
yaşayan Müslümanlar, önünü ardını düşünmeksizin psikolojik olarak helâlleşme
kavramına çok önem verirler.
Helâlleşmeye
muhatap olanlar bir şekilde bunu reddederlerse, helâlleşmeye şâhitlik yapan
diğer insanlar nezdinde hoş karşılanmaz ve peşinen kaybedenlerin safında yer
alırlar.
Onun
için bu coğrafyada bu kavram, din sosyolojisi ve din psikolojisi açısından son
derecede “stratejik” değeri olan bir kavramdır. Siyâseten bu stratejiyi
yakalayanlar “iyi” yakalamışlardır. Belli ki bu stratejik proje, üzerinde uzun
zamandır çalışılmış “üst bir aklın” ürünüdür.
Ama
burada asıl olan niyetin hâlis, samimîyetin de sahih ve sâlih olması gerekir.
Zâten ne kadar samimî olunup olunmadığı da zaman içerisinde net bir şekilde görülecek
ve anlaşılacaktır. Yeter ki halk nezdinde telâfisi mümkün olmayan zararlara yol
açılmasın ve son kertede pişmanlık duyulmasın!
Kaldı
ki, İslâmî bir kavram olan helâlleşme, birbirlerine hakkı geçen gerçek
kişilikler arasında olur. Kişiler birbirlerine haklarını ya helâl ederler ya da
etmezler. Hatta İslâm hukuku açısından bazı meselelerde kişi, hakkını helâl
etmeyip kısasa kısas isteyebilir. Bu kısasın çok ağır bedelleri de olabilir.
Şüphesiz ki en doğru hükmü veren, Hakîm olan Allah Zü’l-Celâl’dir.
İşte
bundan dolayı kurumların tüzel kişilikleri üzerinden helâlleşme olmaz; bu doğru
da değildir. Olsa olsa insânî bir yaklaşım ve nezâket kuralı olan “özür dileme”
müessesesi devreye sokulabilir. Kaldı ki, haklarla ilgili kararları demokratik
nizamlarda mahkemeler verir. Onun için helâlleşme müessesesi gündelik siyâsete
âlet edilemez.
Kim
olursa olsun, bu yargı herkes için geçerlidir…
Gelelim
anonim olan kedi hikâyemize...
Kıssadan
hisse
Vakti
zamanında ülkenin birinde kediler fare avlayamaz olmuşlar. Çünkü fareler,
kedilerin tüm oyunlarını, tüm tuzaklarını öğrenmişler. Artık kedilerin
tuzaklarına düşmemeye başlamışlar.
Bunun
üzerine kedilerin kralı bir kurultay tertip etmiş. Tüm kediler toplanmış.
Demişler ki, “Durum vahim! Ne zamandır bir tane fare avlayamadık. Bu fareler
bizim tüm tuzaklarımızı öğrenmişler. Ne yapsak bir tane fare dahi
avlayamıyoruz. Ne yapalım?”.
Kedilerin
kralı hepsini tek tek dinlemiş ama hiçbirinin fikrini beğenmemiş. Kedilerden
biri, ilginç bir fikir atmış ortaya. Kedi kralına hitaben, “Efendim!” demiş,
“Fareler bizim tüm oyunlarımızı, tuzaklarımızı öğrendi. Onları yakalamak için
çok farklı, bu zamana kadar kimsenin bilmediği bir plân yapmalıyız”.
Kral,
“Söyle bakalım, plânın nedir?” demiş.
“Efendim!”
demiş kedi, “Bir elçi göndereceksiniz farelere ve ‘Kedilerin kralı tövbe edip hacca
gitmeye karar verdi. Mâlûmunuz, hacca gitmeden önce helâlleşmek lâzım. Sizin uygun
göreceğiniz yerde kralımız ve biz, siz fare kardeşlerimizle helâlleşmek
istiyoruz’ diyecek. Böylece onlar oraya geldiklerinde biz de aniden saldırıp
onları yiyeceğiz”.
Plân
kabûl görmüş…
Kedilerin
kralı bir elçi seçmiş ve farelere göndermiş. Elçi kedi, farelerin yanına varmış
ve “Fare kardeşler! Kralımız ve biz kediler, tövbe edip hacca gitmeye karar
verdik. Size vakt-i zamanında çok zulmettik. Çok kardeşinizi yedik. Mâlûmunuz,
bu kutsal beldelere gitmeden evvel helâlleşmek lâzım. Biz de sizlerle helâlleşmek
istiyoruz. Sizin uygun göreceğiniz bir yerde buluşalım ve orada helâlleşelim”
demiş.
Farelerin
kralı, “Bu konuyu istişâre ettikten sonra kararımızı vereceğiz” demiş.
Elçi
kedi gittikten sonra her fare fikrini söylemeye başlamış. Kimisi “Bu, kedilerin
yeni bir tuzağı! Buna kanarsak bizi yerler”, kimisi “Belki de doğru söylüyorlar.
Gerçekten tövbe edip hacca gitmeye karar vermişlerdir, nereden bileceğiz?”
demiş.
Fareler
bu konuda bölünmüş, ikiye ayrılmışlar.
Farelerin
kralı, “Durun bakalım… Bir elçi gönderelim, baksın; bunlar hacca gitmeye
gerçekten karar vermişler mi, onun vereceği rapora göre hareket ederiz” demiş
ve bir fareyi elçi olarak kedilere göndermiş.
Farenin
geldiğini öğrenen kedilerin kralı, böyle bir durumun gerçekleşeceğini tahmin ettiği
için önceden her türlü tedbiri almış tabiî.
Elçi
fare, kedilerin mekânına girince bir de ne görsün, şaşkınlıktan âdeta küçük
dilini yutmuş! Başta kral tahtında oturan kedi olmak üzere tüm kedilerin ihram
elbisesi giydiklerini, ellerinde tesbih, “Allah Allah” diye zikir çektiklerini
görünce çok şaşırmış…
Kedilerin
kralı, “Fare kardeş! Sen de gördün, bizim kötü bir niyetimiz yok. Biz gerçekten
tövbe ettik. Sizlerle de helâlleşip hacca gitmek istiyoruz. Fare kardeşlerimize
selâm söyle. Helâlleşeceğimiz yeri bize söylesinler, orada helâlleşelim” demiş.
Şaşkınlıktan
gördüklerine inanamayan elçi fare, gerisin geriye dönerek farelerin yanına
gitmiş.
Büyük
bir heyecanla elçi fareyi bekleyen fareler, hep bir ağızdan, “Ne gördün, hele
bir anlat!” demişler.
Elçi
fare, “Vallahi ben de gördüklerim karşısında âdeta küçük dilimi yuttum
kardeşlerim!” demiş, “Başta kedilerin kralı olmak üzere tüm kediler hac için
ihram elbisesini giymiş, ellerinde tesbih, ‘Allah Allah’ diye zikir
çekiyorlardı. Çok şaşırdım. ‘Bizim derdimiz sadece hacca gitmeden evvel fare
kardeşlerimizle helâlleşmek’ dediler. Gördüklerim bunlar kardeşler”.
Farelerin
çoğu, kedilerin gerçekten hacca gitmeye karar verdiğine ve helâlleşme konusunda
da samimî oldukları düşüncesine inanmaya başlamışlar.
Tam
bu esnada farelerin kralı, elçi fareye, “Sen onu bunu bırak da söyle bakalım,
kedilerin gözüne baktın mı?” diye sormuş.
“Baktım,
efendim!” demiş elçi fare.
-Nasıl
bakıyorlardı peki?
“Tam
bir kedi gibi bakıyorlardı efendim” demiş elçi fare. Bunun üzerine farelerin
kralı, “Öyleyse helâlleşme de, tövbe de,
hac da hikâye!” demiş.
Kıssadan
hisse: Birilerinin dindar Müslümanlara bakışı, kedi bakışı gibidir. Gerisi ise
hikâye!