GEÇMİŞTE hekimlerimize yönelik
birtakım saldırılar olsa da son yıllarda bu saldırı ve hekim cinâyetlerinde bir
artış gözlenmekte ve ne yazıktır ki, bunların önüne bir türlü geçilememektedir.
Peki,
bunun sebebi nedir ve ne olabilir?
Aslında
sorun çok boyutlu ve çok yönlüdür. Menfi mânâda bu soruna etki eden faktörler
arasında eğitim sisteminin yetersizliklerini, sosyal yapıdaki feodaliteyi ve
bedevî davranışları, toplumdaki câhilliği ve kültürsüzlüğü, emeğe ve bilime
olan saygısızlığı, siyasal yapıdaki ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı yaklaşımları,
yöneticilerin (ülkeyi idâre edenlerin) sorunu çözmedeki basiretsizlikleri,
odaların ya da meslek örgütlerinin ideolojik ve politik olarak meseleye
yaklaşımlarını ve daha birçok faktörün mevcudiyetini sayabiliriz.
Etki
ve etkileme gücü bakımından bu faktörlerin her biri kendi mecrasında çok önemli
bir rol oynasa da, aynı zamanda bu faktörlerin interaktif olarak birbirlerini
etkilemesi sebebiyle de sonuçta olumsuz yönde oluşan bir sinerji tablosu ortaya
çıkmaktadır.
Onun
için sorun gittikçe derinleşmekte ve “Gordion’un kör düğümü”ne benzer
bir hâl almaktadır. Çözülmesi de gün geçtikçe zorlaşmaktadır. Sağlık Bakanlığı
ve Hükûmet ise kadın cinâyetlerinde ve diğer sosyal meselelerde olduğu gibi
zecrî tedbirlere başvurmakta ve bu meyanda çıkardıkları yasalarla cezâî
müeyyideleri artırarak sonuç almaya çalışmaktadır.
İşin
daha da vahim olan tarafı şudur ki, kendisini buna inandırmakta ve meseleyi kökten
çözecek projeler geliştirmek ve köklü önlemler almak yerine, hiçbir şeyi hâlledemeyecek
olan bu gibi kısa vâdeli pansuman tedbirlere başvurmaktadır.
Örneğin,
“KADEM” gibi sivil toplum kuruluşlarının ve Hükûmet nezdinde etkili ve
yetkili kişi ve kadın derneklerinin etkisi ve baskısıyla çıkarılan ve cezâî
müeyyideleri daha da artıran kanunlara rağmen kadın cinâyetleri önlenebiliyor
mu, yoksa daha da mı artış gösteriyor? Bu soruya politik mülâhazalardan uzak
bir şekilde nesnel ve objektif olarak cevap verilmesi gerekiyor.
Bu
cinâyetleri işleyenler, kanunların gücünü bilmiyorlar mıydı? Cinâyet
işlediklerinde her şeyin mahvolacağını, hayatlarının kayacağını, hapishanelerde
çürüyeceklerini hiç hesaba katmamışlar mıydı? Buna rağmen neden bu cinâyetleri
işliyorlar acaba? Bu soruya da nesnel ve objektif bir şekilde cevap verilmesi
gerekiyor.
Hükûmet,
sorunun temelindeki eğitimsizliğin, sosyal yapıdaki bedevîliğin, toplumdaki
cehâlet ve kültürsüzlüğün, ahlâkî yapıdaki çürümüşlüğün, toplumda ve beşerî
münasebetlerdeki yozlaşmanın, değerlerdeki aşınmanın, modernitenin getirdiği
hedonist felsefenin, sahih İslâm anlayışındaki sapmaların, Devlet’in
temelindeki adâletsizliğin, kadınlara yapılan pozitif ayrımcılıkların (istisnâlar
bir tarafa ama hak etmeyenlerin ve kadınlık ve aile müessesesi hakkında
meselenin künhüne ve ciddiyetine vâkıf olamayanların eline kanun gücü verilirse
işte böyle olur; ortada ne aile kalır, ne de kadın) bütün bu cinayetlere sebep
olduğunu neden kabûl etmiyor veya görmezlikten geliyor? Bu soruya da nesnel ve
objektif olarak cevap verilmesi gerekiyor.
Neden
herkesin ve her kesimin ve dahi bütün tarafların hakkını, hukukunu gözeten ve
koruyan adâlet temelli hukuk anlayışına gereken önem verilmiyor? Bu soruya da
cevap verilmesi gerekiyor.
Neden
bilimsel ve rasyonel çözümler üretilemiyor? Sosyoloji, psikoloji, sosyal
psikoloji, hukuk, din bilimleri ve ilgili diğer bilimler neden devreye
sokulmuyor? Bu bilimler ne güne duruyor? Bu soruya da cevap verilmesi gerekiyor.
Neden
bu konularla ilgilenen ve sahalarında uzman olan âlimlerin ve bilim
insanlarının görüşlerine başvurulmuyor ve onlara itibar edilmiyor? Neden bu
konularda yeterince sempozyum ve çalıştay düzenlenmiyor? Bu soruya da cevap
verilmesi gerekiyor.
Neden
toplumun tamamını enterese eden bu can yakıcı konular ve sorunlar yumağı
particiliğin ve partizanlığın dar koridorlarında ve soğuk labirentlerinde
gündeme gelerek sığlaştırılıyor ve anlamsızlaştırılıyor? Bu soruya da cevap
verilmesi gerekiyor.
Neden
bu konular particilik ve ideolojik gruplara havale ediliyor ve onların insaf ve
tekeline bırakılıyor? Bu soruya da cevap verilmesi gerekiyor.
Neden
bu konular din tâcirlerinin ve din baronlarının insafına terk edilerek kendi
dinsel imparatorluklarını kurmalarına yardımcı olunuyor? Yoksa bunlardan oy
devşirerek ne pahasına olursa olsun iktidarda mı kalmak isteniliyor? Ya da
dinsel algılarınız paralellik mi arz ediyor? Veya her ikisi de mi? Bu sorulara
da cevap verilmesi gerekiyor.
Eğer
böyleyse, o zaman nerede kaldı sahih İslâm? Nerede kaldı Kur’ân’daki İslâm?
Nerede kaldı Allah’ın emir ve yasakları? Nerede kaldı Rasûl’ün sahih sünneti ve
örnekliği? Bu sorulara da cevap verilmesi gerekiyor.
Sorunlarımızı
çözmede bu kaynakların, bilimsel bulguların ve akılsal meleke ve ilkelerin yeri
olmayacaksa, o zaman biz neyin peşindeyiz? Amacımız nedir? Şu üç günlük
dünyada, şu ölümlü dünyada amacımız ilelebet saltanat mı sürmektir? Süleyman’a,
Süleymanlara, Firavunlara, Karunlara, krallara, sultanlara, şahlara,
padişahlara kalmayan dünya bize mi kalacak zannediliyor acaba? Samimiyetle ve
ciddiyetle bu soruya da cevap vermek gerekiyor.
Dillerimiz
“Ne münâsebet efendim!” derken, fiillerimiz bu sözlerimizi tekzip mi
ediyor yoksa? Herkes Allah için kendisini samimiyetle ve ciddiyetle bir “çek”
etsin, bir nefs muhasebesi yapsın bakalım, ne çıkacak?
İşte
kadın cinâyetleri meselesiyle ilgili olarak ileri sürdüğüm tüm argümanlar,
hekim (doktor) cinâyetleri için de geçerlidir.
Toplumdaki
câhillik ve kültürsüzlük, bedevî feodal yapılar, eğitim seviyesinin
yetersizliği, emeğe ve bilime olan saygısızlık, insanların ilmî seviyedeki
yetersizlikleri, siyâsî ve ideolojik grupların tahriki gibi meseleler maalesef
hekim cinâyetlerini de tetiklemekte ve kadın cinâyetlerinde olduğu gibi gün
geçtikçe saldırı sıklığını da artırmaktadır. Çünkü bu toplum, bir Şark
toplumudur. Şark toplumlarında bütün bunlar normal kabûl edilir ve vaka-i
âdiyeden sayılır.
Hâlbuki
bir hekimin nasıl yetiştiğini, zor şartlarda nasıl görev yaptıklarını,
mesleklerini icra ederken nasıl cansiperâne bir şekilde çalıştıklarını ve nasıl
fedakârlık yaptıklarını, bir yerimiz ağrıdığında nasıl hemen doktora koşarak
medet umduğumuzu bilmeyen ve kabûl etmeyen yoktur herhâlde. O zaman bu câhilce
saldırılar, işlenen cinâyetler ve dinmeyen öfkeler ne ola ki?
Tabiî
ki her meslekte olduğu gibi sağlık sektöründe de sorunlu doktorlar, saygısız
hemşireler ve ilgisiz sağlık personelleri vardır, olacaktır da. Ettikleri
yeminlere bağlı kalmayarak geçmişte insanlar arasında dînî, ideolojik ve
politik ayrım yaparak hastalarına zulmedenler de oldu, oluyor da. Nihâyetinde
onlar da insan, onlar da bu toplumda yaşıyorlar. Ama bu durum, insanların
hastalıklarını tedavi etmek için, hayatlarını kurtarmak için gecesini gündüzüne
katarak çalışan sayın ve saygıdeğer doktorlarımızın, hemşirelerimizin, sağlık
personellerimizin canlarına kastetmeyi gerektirmez herhâlde. Kim ki böyle bir
şey yapıyor ve kim ki bunların yaşanmasına çanak tutuyorsa, bilmiş olsun ki, o
kimse insanlık suçu işliyor!
Bu vesileyle, bu kısacık makalemi dînî, siyâsî, ideolojik ve particilik ayrımı gözetmeksizin, insanların canlarını kurtarmak ve hastalıklarını tedavi etmek maksadıyla gece gündüz fedakârca çalışan saygıdeğer hekimlerimize, hemşirelerimize ve sağlık personellerimize ithaf ediyorum…