Hekim cinâyetleri ve Şark toplumu

Toplumdaki câhillik ve kültürsüzlük, bedevî feodal yapılar, eğitim seviyesinin yetersizliği, emeğe ve bilime olan saygısızlık, insanların ilmî seviyedeki yetersizlikleri, siyâsî ve ideolojik grupların tahriki gibi meseleler maalesef hekim cinâyetlerini de tetiklemekte ve kadın cinâyetlerinde olduğu gibi gün geçtikçe saldırı sıklığını da artırmaktadır.

GEÇMİŞTE hekimlerimize yönelik birtakım saldırılar olsa da son yıllarda bu saldırı ve hekim cinâyetlerinde bir artış gözlenmekte ve ne yazıktır ki, bunların önüne bir türlü geçilememektedir.

Peki, bunun sebebi nedir ve ne olabilir?

Aslında sorun çok boyutlu ve çok yönlüdür. Menfi mânâda bu soruna etki eden faktörler arasında eğitim sisteminin yetersizliklerini, sosyal yapıdaki feodaliteyi ve bedevî davranışları, toplumdaki câhilliği ve kültürsüzlüğü, emeğe ve bilime olan saygısızlığı, siyasal yapıdaki ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı yaklaşımları, yöneticilerin (ülkeyi idâre edenlerin) sorunu çözmedeki basiretsizlikleri, odaların ya da meslek örgütlerinin ideolojik ve politik olarak meseleye yaklaşımlarını ve daha birçok faktörün mevcudiyetini sayabiliriz.

Etki ve etkileme gücü bakımından bu faktörlerin her biri kendi mecrasında çok önemli bir rol oynasa da, aynı zamanda bu faktörlerin interaktif olarak birbirlerini etkilemesi sebebiyle de sonuçta olumsuz yönde oluşan bir sinerji tablosu ortaya çıkmaktadır.

Onun için sorun gittikçe derinleşmekte ve “Gordion’un kör düğümü”ne benzer bir hâl almaktadır. Çözülmesi de gün geçtikçe zorlaşmaktadır. Sağlık Bakanlığı ve Hükûmet ise kadın cinâyetlerinde ve diğer sosyal meselelerde olduğu gibi zecrî tedbirlere başvurmakta ve bu meyanda çıkardıkları yasalarla cezâî müeyyideleri artırarak sonuç almaya çalışmaktadır.

İşin daha da vahim olan tarafı şudur ki, kendisini buna inandırmakta ve meseleyi kökten çözecek projeler geliştirmek ve köklü önlemler almak yerine, hiçbir şeyi hâlledemeyecek olan bu gibi kısa vâdeli pansuman tedbirlere başvurmaktadır.

Örneğin, “KADEM” gibi sivil toplum kuruluşlarının ve Hükûmet nezdinde etkili ve yetkili kişi ve kadın derneklerinin etkisi ve baskısıyla çıkarılan ve cezâî müeyyideleri daha da artıran kanunlara rağmen kadın cinâyetleri önlenebiliyor mu, yoksa daha da mı artış gösteriyor? Bu soruya politik mülâhazalardan uzak bir şekilde nesnel ve objektif olarak cevap verilmesi gerekiyor.

Bu cinâyetleri işleyenler, kanunların gücünü bilmiyorlar mıydı? Cinâyet işlediklerinde her şeyin mahvolacağını, hayatlarının kayacağını, hapishanelerde çürüyeceklerini hiç hesaba katmamışlar mıydı? Buna rağmen neden bu cinâyetleri işliyorlar acaba? Bu soruya da nesnel ve objektif bir şekilde cevap verilmesi gerekiyor.

Hükûmet, sorunun temelindeki eğitimsizliğin, sosyal yapıdaki bedevîliğin, toplumdaki cehâlet ve kültürsüzlüğün, ahlâkî yapıdaki çürümüşlüğün, toplumda ve beşerî münasebetlerdeki yozlaşmanın, değerlerdeki aşınmanın, modernitenin getirdiği hedonist felsefenin, sahih İslâm anlayışındaki sapmaların, Devlet’in temelindeki adâletsizliğin, kadınlara yapılan pozitif ayrımcılıkların (istisnâlar bir tarafa ama hak etmeyenlerin ve kadınlık ve aile müessesesi hakkında meselenin künhüne ve ciddiyetine vâkıf olamayanların eline kanun gücü verilirse işte böyle olur; ortada ne aile kalır, ne de kadın) bütün bu cinayetlere sebep olduğunu neden kabûl etmiyor veya görmezlikten geliyor? Bu soruya da nesnel ve objektif olarak cevap verilmesi gerekiyor.

Neden herkesin ve her kesimin ve dahi bütün tarafların hakkını, hukukunu gözeten ve koruyan adâlet temelli hukuk anlayışına gereken önem verilmiyor? Bu soruya da cevap verilmesi gerekiyor.

Neden bilimsel ve rasyonel çözümler üretilemiyor? Sosyoloji, psikoloji, sosyal psikoloji, hukuk, din bilimleri ve ilgili diğer bilimler neden devreye sokulmuyor? Bu bilimler ne güne duruyor? Bu soruya da cevap verilmesi gerekiyor.

Neden bu konularla ilgilenen ve sahalarında uzman olan âlimlerin ve bilim insanlarının görüşlerine başvurulmuyor ve onlara itibar edilmiyor? Neden bu konularda yeterince sempozyum ve çalıştay düzenlenmiyor? Bu soruya da cevap verilmesi gerekiyor.

Neden toplumun tamamını enterese eden bu can yakıcı konular ve sorunlar yumağı particiliğin ve partizanlığın dar koridorlarında ve soğuk labirentlerinde gündeme gelerek sığlaştırılıyor ve anlamsızlaştırılıyor? Bu soruya da cevap verilmesi gerekiyor.

Neden bu konular particilik ve ideolojik gruplara havale ediliyor ve onların insaf ve tekeline bırakılıyor? Bu soruya da cevap verilmesi gerekiyor.

Neden bu konular din tâcirlerinin ve din baronlarının insafına terk edilerek kendi dinsel imparatorluklarını kurmalarına yardımcı olunuyor? Yoksa bunlardan oy devşirerek ne pahasına olursa olsun iktidarda mı kalmak isteniliyor? Ya da dinsel algılarınız paralellik mi arz ediyor? Veya her ikisi de mi? Bu sorulara da cevap verilmesi gerekiyor.

Eğer böyleyse, o zaman nerede kaldı sahih İslâm? Nerede kaldı Kur’ân’daki İslâm? Nerede kaldı Allah’ın emir ve yasakları? Nerede kaldı Rasûl’ün sahih sünneti ve örnekliği? Bu sorulara da cevap verilmesi gerekiyor.

Sorunlarımızı çözmede bu kaynakların, bilimsel bulguların ve akılsal meleke ve ilkelerin yeri olmayacaksa, o zaman biz neyin peşindeyiz? Amacımız nedir? Şu üç günlük dünyada, şu ölümlü dünyada amacımız ilelebet saltanat mı sürmektir? Süleyman’a, Süleymanlara, Firavunlara, Karunlara, krallara, sultanlara, şahlara, padişahlara kalmayan dünya bize mi kalacak zannediliyor acaba? Samimiyetle ve ciddiyetle bu soruya da cevap vermek gerekiyor.

Dillerimiz “Ne münâsebet efendim!” derken, fiillerimiz bu sözlerimizi tekzip mi ediyor yoksa? Herkes Allah için kendisini samimiyetle ve ciddiyetle bir “çek” etsin, bir nefs muhasebesi yapsın bakalım, ne çıkacak?

İşte kadın cinâyetleri meselesiyle ilgili olarak ileri sürdüğüm tüm argümanlar, hekim (doktor) cinâyetleri için de geçerlidir.

Toplumdaki câhillik ve kültürsüzlük, bedevî feodal yapılar, eğitim seviyesinin yetersizliği, emeğe ve bilime olan saygısızlık, insanların ilmî seviyedeki yetersizlikleri, siyâsî ve ideolojik grupların tahriki gibi meseleler maalesef hekim cinâyetlerini de tetiklemekte ve kadın cinâyetlerinde olduğu gibi gün geçtikçe saldırı sıklığını da artırmaktadır. Çünkü bu toplum, bir Şark toplumudur. Şark toplumlarında bütün bunlar normal kabûl edilir ve vaka-i âdiyeden sayılır.

Hâlbuki bir hekimin nasıl yetiştiğini, zor şartlarda nasıl görev yaptıklarını, mesleklerini icra ederken nasıl cansiperâne bir şekilde çalıştıklarını ve nasıl fedakârlık yaptıklarını, bir yerimiz ağrıdığında nasıl hemen doktora koşarak medet umduğumuzu bilmeyen ve kabûl etmeyen yoktur herhâlde. O zaman bu câhilce saldırılar, işlenen cinâyetler ve dinmeyen öfkeler ne ola ki?

Tabiî ki her meslekte olduğu gibi sağlık sektöründe de sorunlu doktorlar, saygısız hemşireler ve ilgisiz sağlık personelleri vardır, olacaktır da. Ettikleri yeminlere bağlı kalmayarak geçmişte insanlar arasında dînî, ideolojik ve politik ayrım yaparak hastalarına zulmedenler de oldu, oluyor da. Nihâyetinde onlar da insan, onlar da bu toplumda yaşıyorlar. Ama bu durum, insanların hastalıklarını tedavi etmek için, hayatlarını kurtarmak için gecesini gündüzüne katarak çalışan sayın ve saygıdeğer doktorlarımızın, hemşirelerimizin, sağlık personellerimizin canlarına kastetmeyi gerektirmez herhâlde. Kim ki böyle bir şey yapıyor ve kim ki bunların yaşanmasına çanak tutuyorsa, bilmiş olsun ki, o kimse insanlık suçu işliyor!

Bu vesileyle, bu kısacık makalemi dînî, siyâsî, ideolojik ve particilik ayrımı gözetmeksizin, insanların canlarını kurtarmak ve hastalıklarını tedavi etmek maksadıyla gece gündüz fedakârca çalışan saygıdeğer hekimlerimize, hemşirelerimize ve sağlık personellerimize ithaf ediyorum…