
BAŞKA türlüsü denenmemiş ya da akla gelmemiş olsa, iktidarı
“seçimle” devralmaktan bahseden bir cümle kurmaz hiç kimse. Zira normal
şartlarda ve demokrasilerde tabiî ki iktidarlar seçimle değişir ve diğer yollar
akla gelmez bile.
“Seçimle” vurgusu, ahlâksız da olsa diğer yolların
denendiğini ama başarılamadığını ikrardır olsa olsa.
Kısa bir süre “erken seçim” çığlıkları atan
muhalefetin bu konudaki ısrarı devam etmiyor sanki. Her ne kadar “İktidar
olduğumuzda…” diye başlayan cümleler kurulsa ve akla ziyan vergi
istisnalarından bahsedilmeye başlanmış olsa da “Haydi sandığa!” dendiği anda
afallayacaklarından, olası bir erken seçim kararında mızıkçılık yapmaya
başlayacaklarından hiç şüphem yok. Hele Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son Bakanlar
Kurulu’nun ardından yaptığı konuşmayı dinledikten sonra…
Erdoğan, Pazartesi akşamı öyle bir konuşma yaptı ki
seçim konuşmaları sönük kalır yanında. Hem 18 yılın muhasebesini yaptı kısaca,
hem de önümüzdeki dönemin ışıldayan vizyonunu sundu uzun uzun. Eğer AK Parti’nin
erken seçim karşıtlığını yaşayarak öğrenmiş ve eğer Cumhur İttifakı’nın bu
konudaki kararlı duruşunu defalarca dinlememiş olsaydık, konuşmanın sonunda bir
seçim tarihi duymayı bekleyebilirdik.
O geceyi bir seçim konuşmasından ayıran en büyük fark
ise, Cumhurbaşkanı’nın muhalefete pek ilişmemiş olmasıydı belki de.
Aslında tam da arzu ettiğim, özlediğim tarz buydu. AK
Parti, 18 yılda o kadar büyük bir icraat tablosuna sahip ki bunları anlatmak,
muhalefetle uğraşmaktan çok daha fazla vakit almayı hak ediyor bence. Gelin,
birkaç tanesini hatırlayalım…
65 milyar TL mâliyetle 567 kilometre uzunluğunda 364
tünel yapılmış. Bunların 12’sinin tamamlanması, pandemi şartlarına rağmen bu
yılın ilk 8 ayına nasip olmuş. Ve hedef, 2023’te 470 tüneli hizmete almak…
31 bin megavatlık elektrik üretimine dayalı kurulu
gücü üç katına çıkarmışız.
İhracatta 18 yıl öncesine göre yaklaşık 4 kat artışla
170 milyar dolara yükselmişiz.
“Ağaç kesiliyor” bahanesiyle kışkırtılan “Gezi” Kalkışması’na
inat, orman varlığımızı yüzde 10 artışla 23 milyon hektara çıkarmışız.
Savunma sanayii bütçemizi 15 kat artışla 75 milyar
dolara, projeleri 11 kat artışla 700’e yükseltmişiz.
540 milyar metreküp keşifle, yüzde 99 dışa bağımlı
olduğumuz doğalgaz konusunda birkaç sene sonra nefes alma umudumuzu
yeşertmişiz.
Şehir hastanelerini, havalimanlarını, karayollarını,
Çanakkale Köprüsü’nü, Kanal İstanbul’u eleştirmek için bahane bulan muhalefet,
yukarıda bazılarını saydığım konulara bulaşmaktan korkuyor hâliyle.
Durum böyle olunca, muhalefetin erken seçim istemek ya
da zamanında yapılacak bir seçimde propaganda yapmak için yeterli bir malzeme
kalmıyor elinde. O zaman da soyut kavramlarla somut icraatları unutturma
gayretine giriyorlar. AK Parti ve Cumhur İttifakı’nın karşısındaki cephenin de
şu anda yaptığı tam olarak bu.
Diktatörlük söylemleriyle desteklenen adâlet kulvarı
bunlardan en önemlisi belki. Sadece FETÖ oylarını alabilmek için 15 Temmuz dâvâlarını
sulandırmaktan, KHK’lıların ağzına bir parmak bal çalmaktan çekinmiyor
Kılıçdaroğlu. Yolsuzluk dosyaları arşa çıkan belediyeleri için ağzını açmaktan
çekinirken, güdümlü bir mafya liderinin video oyunlarını gerçek gibi göstermeyi
siyâset zannediyor.
Var olan sığınmacıları gönderme plânları yetmemiş
olacak ki henüz sorun hâlini almamış Afgan göçmenler konusunu yüzyılın
sorunuymuş gibi göstermeye çalışıyor.
Velhâsıl iktidarla uğraşacak somut malzeme yok
muhalefetin elinde; güncel ekonomik durum dışında…
Evet, ekonomi her iktidarı koltuğundan edebilecek
kadar önemli bir konu. Vatandaş devletin kasasında kaç milyar dolar
biriktiğiyle ilgilenmez. Kirasını, elektriğini, suyunu ödedikten, okul
masraflarını, mutfak alışverişini yaptıktan sonra cebinde ne kadar kaldığına
bakar. Artıdaysa ideolojik olarak bakar siyâsete. Ama bütçesi ekside olan, suçu
iktidara atmaktan çekinmez. Kısacası, vatandaş için ekonomide sebep değil,
sonuç önemlidir.
Şu anda da eski sistemle yönetiliyor olsak, en güçlü
iktidarı bile seçime zorlayabilecek bir sıkıntı var piyasada. Market fiyatları
almış başını gidiyor. Kimsenin anlam veremediği gıda enflasyonu, mevsim sebze ve
meyvelerinde bile kendini gösteriyor. Altı ayda bir maaş zammı alan emekli ve
memurlarla yılda bir maaş zammı alan özel sektör çalışanı, hesaplama sistemini
anlamadığı enflasyon oranlarını bırakın, enflasyondan çok daha fazla yükselen
temel gıda maddelerinin etkisi altında eziliyor.
Artık acilen bu piyasa fiyatlarının disipline
edilmesinin zamanı gelmiştir. “Serbest piyasa ekonomisi” denilen sistemin
vatandaşı ezmesine de, hükûmeti değiştirmesine de izin veremeyiz. Toptancı hâllerinde
çöplere dökülen sağlam sebze meyvenin, geçen yıl 3 TL olan margarinin 5 buçuk,
18 TL’ye aldığımız hazır kahvenin bu yıl hangi mâliyet artışı ile 30 TL’ye
yükseldiğinin, patatesin bir manavda 2 buçuk TL’ye satılabilirken diğerine
neden 4 TL etiket koyulduğunun, kışın buzhane mâliyetine rağmen 7-8 TL’ye
aldığımız elmanın tazesini niye 10 TL’ye almak zorunda kaldığımızın hesabı
sorulmalı!
Birkaç ay öncesine kadar yüzde 50 kapasiteyle çalışan
ulaşım sektörünün yüzde 100 kapasiteyle çalışmaya başlamasına rağmen bilet
fiyatlarını düşürmediği bir piyasada iyi niyetten bahsetmek mümkün değildir.
Kötü niyetli sektör patronlarına devletin göz yummasını da iktidar anlatamaz
vatandaşına.
Öyleyse…
Bir an önce kira artışlarıyla ilgili getirilebilen
kanunî standart, tüm tüketim ürünleriyle ilgili, hem de mümkünse geçmişe dönük
uygulanmalıdır. Taze sebze meyve fiyatları için eskiden pazarlarda uygulanan
narh uygulaması tüm satış noktaları için getirilmelidir.
İşte o zaman vatandaş, Olimpiyatlarda tarihin en
yüksek madalya sayısına ulaşmamızın, Millî Savunma Kampüsü olacak Ay Yıldız
Projesi’nin, 10 bloktan oluşan devâsa Yargıtay binasının, Libya’da, Suriye’de,
Irak’ta gösterilen üstün başarının, dünyanın her yerinde yardım eli uzattığımız
mazlumların, dünyanın gözlerini kamaştıran İHA’nın, SİHA’nın, TİHA’nın gururunu
doyasıya yaşar!
Aksi durumda ne kişi başı millî gelirin bir zamanlar 10 bin doları aşmış olması, ne enflasyonun geçmişte tek hânelere düşmüş olması, ne de yetersiz ve vizyonsuz Türk muhalefetinin gayr-i millî oluşu kurtarır Hükûmet’i. Kılıçdaroğlu’nun, şimdilik adaylık konusunda direniyor olmasının arkasındaki tek beklentisi de ekonominin vatandaşı direkt olarak ilgilendiren yüzünün düzeltilememesidir.