YUSUF Kıssası, Kur’an’da
“ahsenü’l-kasas” diye geçer, yani kıssaların en güzeli. Bu niteleme, insan
elinden çıkan hiçbir edebî metnin, Yusuf Kıssası’nın belagat düzeyine
ulaşamayacağını ifade eder. Hal böyle olunca, Yusuf Kıssası’nı -baştan sona-
her yönden güzelliklerle dolu bir metin olarak ele almak durumundayız.
Edebiyat,
güzel sanatlardan bir koldur. Yusuf Kıssası’nı ise edebî metinlerin uyacağı
örnek olarak en başa almak lazımdır. Bu itibarla, bu metnin çok farklı
açılardan yorumu mümkündür. Biz bu güzel hikâye içerisinde olayların başlama ve
çözülme evrelerini işaret eden “Yusuf’un gömlekleri”ne değineceğiz.
Gerek
Tevrat ve gerekse Kur’an’daki “Yusuf ve gömlek” ilişkisine dair üç önemli aşama
vardır.
Birinci aşama:
Hayat kilim, çile nakış
Birinci
aşama, Yusuf’un gömleğinin kardeşleri tarafından yırtılması aşamasıdır. Yusuf
öyküsünün en dramatik aşaması, onun, kardeşleri tarafından kuyuya atılmasıdır. Babalarının
Yusuf’u kendilerinden daha çok sevdiğini düşünen üvey kardeşleri, onu gezdirip
eğlendirmek bahanesiyle kıra götürürler ve tenha bir yere varınca eziyet ederek
ölmesi kastıyla bir kuyuya atarlar. Durumu babalarına izah etmek için de
gömleği yırtar ve üzerine kan sürerek “Yusuf’u kurt yedi!” yalanıyla sunarlar.
Yakup,
oğullarının nefislerine uyarak Yusuf’a bir kötülük yaptıklarını hissetmekle
beraber, olayı sunulan biçimde kabullenir ve evlat acısını, sonu güzellikle
bitecek olan “sabr-ı cemil”e tutunarak dindirmeye
çalışır. Bir güzellik manzumesi halinde devam eden kıssanın her unsurunda,
çözülmesi gereken ayrı bir güzellik gizlidir. Kıssada sabrın “cemil”, yani “güzel”
sıfatıyla nitelenmesi, -öncelikle Yakup’a ve ardından bizlere- böyle bir sabrın
sonunun en güzel biçimde biteceği ve ödülünün daim olacağı yönünde bir
işarettir.
Yusuf’un
yırtılan gömlekleriyle yırtılma sonucu düşülen mekânlar arasında da bir ilişki
vardır. Gömleği ne zaman yırtılsa, akabinde Yusuf’u, hayatının seyrini
değiştiren çileli bir mekân beklemektedir. İlk bakışta iyi bir konumdan kötü
bir konuma düşüş olarak görünen bu nahoş durumun ayırıcı vasfı, Yusuf’un
iradesi dışında gelen bir dış etkenden sonra ortaya çıkmasıdır.
Kardeşlerinin
haset ve kıskançlık sevkiyle yırttıkları gömleğin ardından Yusuf’u bekleyen ilk
çileli mekân kuyudur. Kuyuya atılıncaya kadar babasının şefkatli kucağında her
türlü tehlikeden azade yaşayan Yusuf, bir dem içinde bütün dayanaklarını
kaybederek her türlü tehlikeye açık olan kuyuya düşer. Yusuf üzerinden yürüyen
bu taban tabana zıt hayat seyri, aslında tüm hayatları kapsayan genel bir
kuralı işaret eder: Düşüş ve çıkışı olmayan bir hayat yoktur.
Haset,
merhamet barındırmaz
Yusuf’un
aile içinde iki görünüşü vardır. Babası Yakup, şefkat ve merhamet nazarıyla baktığı
için Yusuf’u daima güzel görür. Onun bu bakışını, kendisine telkin edilen
sabr-ı cemilden hareketle “nazar-ı cemil”, yani “daima güzel gören bakış”
olarak niteleyebiliriz. Bu bakış, hem her baktığı şeyi güzel gören, hem de o şeydeki
güzelliği gösteren bakıştır.
Kardeşleri
ise Yusuf’a kem nazarla bakmaktaydılar. Bu yüzden onlar, Yakup’un dolunay
gördüğü yüzde kurt görüyorlardı. Buradan anlaşılır ki güzelliği belirleyen şey,
bakışın niteliğidir. Kardeşleri kem baktıran duygu “haset ve kıskançlık”, Yakup’u
güzel baktıran duygu ise “şefkat ve merhamet”tir. Bu itibarla bakış söz konusu
olduğunda, merhametle haset birbirinin zıddıdır. Daha açık bir ifadeyle, “haset,
merhamet barındırmaz”. Merhametin kaynağı İlahî nur, hasedin kaynağı ise şeytanî
zulmettir. O yüzden kem bakanlar zalim, güzel bakanlar ise müşfik ve adil
olurlar.
Yusuf’un
kuyuya atılması, değindiğimiz gibi ilk bakışta üzücüdür. Ancak bu düşüşün
sonucuna bakıldığında Yusuf açısından güzellikler vardır. Yusuf kuyuya
atılmasaydı, kardeşlerinin kini daha fazla birikeceğinden dolayı daha büyük bir
felakete maruz kalabilir ve öldürülebilirdi. Kuyuya atılmakla güvenli bir evden
ve şefkatli bir babadan ayrılsa da işin sonunda kuyu, Yusuf’a canının kurtulduğu
bir sığınak olmuştur. Çünkü kardeşlerinin öfke ve kıskançlıkları onun kuyuya
atılmasıyla sona ermiş, her meddi bir cezirin izlemesi gibi kardeşlerdeki
saldırı hissi de yerini hesap verme hissine bırakmıştır. Böylelikle Yusuf daha
fazla büyüyecek bir felaketten en az hasarla kurtulmuştur. Bu durumda
Mevlana’nın dediği gibi, “Yusuf’un kuyuya atılması, onun için baba evinde
bulunmasından daha hayırlıdır”.
Mevlana’nın
açtığı kapıdan bakarsak, Yusuf’un kuyudayken aczi tattığını görürüz. Acz,
aslında insanın en yalın ama aynı zamanda en güçlü halidir. Acz makamında
zayıf, en zayıf haliyle bulunduğundan, bu durumda insanın kaybedecek hiçbir
şeyi yoktur. Kaybedecek şeyi bulunmayanlar, kaybedecek şeyi bulunanlara göre
daha güçlüdürler. Yusuf, kuyuda bu yalın gücü idrak etmiştir. Daima şaşmaz bir
kanundur ki düşen, düştüğü oranda bir yükselme potansiyeli de taşır. Bu durumda
dip olan kuyunun zirve olan tahta geçme potansiyeli taşıdığını söyleyebiliriz.
Yusuf’un macerası, bize “aczin bittiği noktada yükselişin başladığını müjdeler”. Tam da bu duruma uygun olarak, kuyuda ölümü bekleyen Yusuf’a İlahî bir destek olan “vahiy” gelmiştir. Kuyuya atılmadan önce Yakup’un oğullarından herhangi biri olan Yusuf, kuyudan çıktıktan sonra Cenab-ı Hakk’ın peygamberlerinden biridir. Çok hazin görünen kuyu macerası, Yusuf’un sıradan beşer gömleğini yırtarak peygamber gömleği giymesiyle son bulur.
İkinci
aşama: Ateş ve su
İkinci
aşama, Yusuf’un gömleğinin Züleyha tarafından yırtılması aşamasıdır. Yusuf’un
acz gömleğini yırtıp peygamberlik gömleği giymesinin bir başka yönü daha vardır
ki şudur: Bu olay sonunda Yusuf’un Yakup üzerinden yürüyen oğulluk velayeti,
onu artık Hakk’ın gözetmesinden dolayı kulluk velayetine dönüşerek el
değiştirir. Yusuf’a, Yakup’tan ayrı düşmesine bağlı olarak, yırtılan oğulluk
gömleği yerine kulluk gömleği giydirilir. Yusuf, bu gömlek ile Mısır’a gider,
Mısır’daki azizin sarayında köle olarak istihdam edilir.
Aslında
Yusuf’un Mısır sarayındaki kölelik göreviyle kulluk gömleği giymesi büyük bir
isabetle örtüşür. Zahirde Mısır azizinin kölesi olan Yusuf, batında “Aziz” olan
Cenab-ı Hakk’ın kuludur. Kulluk gömleği giyen için en çetin imtihansa sadakat
ve istikamettir. Buradaki “kul” tabirini “herkesin Hakk’ın kulu olması”
itibariyle genel, kulluğu ise “seçilmiş olanın kulluğu” anlamında özel manada
kullanıyoruz. Dolayısıyla Yusuf’un imtihanı, kulluk imtihanıdır.
Bu
sınavın en çetin ölçüsü sadakat ve istikamettir. Sadakat, hem doğruluk, hem
bağlılık, hem de bu iki özelliğin tasdiki anlamındadır. İstikamet ise Hakk’a
giden yolcunun dosdoğru gitmesi ve yoldan çıkarıcı hiçbir şeye yönelmemesi
anlamındadır. Yusuf, Mısır sarayında büyür ve buluğ çağına erer; kulluk için
seçilmiş olan birinin tam da bu demde bir nefis imtihanına tâbi tutulacağı
anlaşılmaktadır.
Yusuf’un
olağanüstü güzelliği, sahibesi olan Züleyha’yı ona yöneltir. Güzellik,
istikamet ile giden yolcuyu en çok çeken ve yolunu kesen engellerden biridir.
Zira güzelliğin tabiatında kendine bağlama ve köle etme vardır. Züleyha,
Yusuf’un cazibesine kapılır ve ondan murat almak ister. Bir gün bu amaca uygun
bir ortam oluştuğunda, Züleyha, Yusuf’a vuslat teklif eder.
Züleyha’nın
daveti ve güzelliği de Yusuf’u etkilediğinden, o da Züleyha’ya meyleder. Ancak
Yusuf, bir peygamber olarak korunduğu için bu çetin sınavdan yüz akıyla çıkar.
Mevlana, Yusuf’un bu durumu üzerinde konuşurken şöyle der: “İlahî su ile
yıkanmış bir ateş gerek ki buluğda Yusuf gibi kaçınsın.”
Mevlana’nın
su ile ateş mecazına başvurarak anlattığı bu durum, aynı zamanda Hakk’ın
seçtiği özel kulların ilahî bir engelleyici ile hareket ettiklerini
göstermektedir. Bu mecazda “ateş” nefsi ve nefsin arzularını, “su” da ilahî yardım
ve himmeti işaret etmektedir. Bu ateşi Yusuf’un sinesine koyan, bu alevin
parladığı an onu ne ile söndüreceğini de gayet iyi bilmektedir. İşte Yusuf’un
Züleyha’dan kaçması, onun kendiliğine hâkim olan bir zatın telkinidir. Yusuf, arzu ateşine ilahî yağmurun yağması üzerine
meyil ayağını geri çekip firar ayağına kuvvet verir.
Buradan
anlıyoruz ki, Yusuf’a gelen uyarının şiddeti, onun Züleyha’ya olan arzusunun
şiddetinden daha üstündür. Böyle olmasaydı Yusuf, gelen uyarı karşısında korku
ve mahcubiyet içinde kapıya doğru koşmazdı. Bir diğer husus ise, Yusuf’un
yukarıda işaret ettiğimiz sadakat ve istikametinin denenmesidir. Burada Yusuf
ikili bir sınav vermiştir. İlkinde ekmeğini yediği efendisine sadakat,
ikincisinde ise kendisini kuyudan çıkarıp Mısır’a gönderen güce sadakat vardır.
Bu durumda sadakat, cüz’î ve küllî olmak üzere iki biçimde ortaya çıkmaktadır.
Dıştaki
sadakat, -ne kadar takdir görürse görsün- neticede küçük bir sadakattir.
Yusuf’un Züleyha’dan kaçması, bu küçük sadakatin göstergesidir. Ancak bu
sadakatin küçüklüğü, Yusuf’un konumundan dolayıdır. Değilse, bu sadakat
insanlar için aşılması imkânsız dik bir dağ gibidir. Yusuf’un bu sadakatini
küçük gösteren şey, daha büyük bir sadakat olan kulluk sadakatine nispetledir.
Yusuf, nefis ateşi ilahî suyla yıkanmış ender insanlardan biridir. Buna rağmen,
yine de ilahî gayret ile uyarılması bu dönemecin geçilmesinin ne kadar zor
olduğunu anlatmaktadır.
Yusuf’un bu uyarı üzerine kaçarken gömleğinin Züleyha tarafından çekilip yırtılması, yeni bir gömlek giyme vaktinin geldiğine işarettir. İlk gömleğin yırtılmasında da gördük ki, o şerden Yusuf için bir hayır çıkmıştır. Buradan anlaşılır ki, kula isabet eden her şer, içinde hayır barındıran örtülü bir hayırdan başka bir şey değildir. Bu noktada Cenab-ı Hakk’ın Kahhar esmasıyla helak ettiği toplumların başına gelen felaketin, görünüşte şiddetli bir şer ama sonuçta nitelikli bir hayır olduğu ileri sürülebilir. Cenab-ı Hak, azgınları topyekûn imha ederken, aslında onların azgınlıkları sebebiyle daha fazla günaha girmelerini de önlemiş olmaktadır. Bu açıdan bakınca zalim ve azgınların öldürülmesi, onlar için yaşamaktan daha iyi bir hayırdır.
Yusuf’un macerası, bize “aczin bittiği noktada yükselişin başladığını müjdeler”. Tam da bu duruma uygun olarak, kuyuda ölümü bekleyen Yusuf’a İlahî bir destek olan “vahiy” gelmiştir.
Şerde
hayır
Yusuf’un
gömleğinin Züleyha eliyle yırtılmış olması her ne kadar görünüşte şer içerse de
aslında onun yeni bir mekâna geçip yeni bir gömlek giymesini başlatan şer
kılıklı bir hayırdır. Nitekim ilk gömleği yırtıldığında baba evinden çıkarak
kuyuya düşmüştü. İkinci yırtılışta ise Yusuf’un mekânı yine değişmiş ve
saraydan zindana düşmüştü.
Yusuf’un
zindanda kalış süresi, yaygın anlayışa göre yedi yıldır. Bu yedi yıl içerisinde
Yusuf’a hikmet verilir. Ancak Yusuf’a verilen bu hikmetin rüyalardaki hikmeti
çözme olduğunu anlıyoruz. Bu hikmetin âlem şartlarıyla uyumlu hale gelmesi ise
Yusuf’un yedi yılını almıştır. Bu yedi yıllık ölçü, aynı zamanda Hakk’ın
kullarına verdiği hikmetlerin azamî süresini de belirlemektedir. Bu, “bir
hikmetin içselleştirilmesinin yedi yıl süreceği” anlamını vermektedir. Bu
durumdan anlaşılıyor ki Yusuf, zindanda yedi yıl boyunca rüyaların hikmetiyle
meşgul olmuştur.
Netice
itibariyle Yusuf’un hizmet gömleği yırtılmış ve onun yerine hikmet gömleği
giydirilmiştir. Demek ki Yusuf’un zindana atılması, onun sarayda hizmetçilik
etmesinden daha hayırlıdır. Çünkü kendine verilen hikmeti zindanda yedi yıl
boyunca talim edip öğrenmiştir. Şu halde onun için zahirde zindan olan mekân,
batında hikmet mektebinden başka bir şey değildir. Yusuf’un zindanda
bulunuşundan anlıyoruz ki hikmet, insanlardan ve âlem uğraşlarından yalıtılmış
ortamlarda içselleştirilir. Bu da bize tecrit ortamına girmeden hikmet ile
temas edemeyeceğimizi göstermektedir.
Denilebilir
ki, hikmet sahibi kim varsa, mutlak surette yalıtılmış bir ortamda talim
etmiştir. Bu itibarla Hz. Peygamber’in Hira mağarasında, Yunus’un balık karnında,
Buda’nın ağaç kovuğunda ve sufilerin çilehanelerde hikmet ile buluşması
manidardır.
Yusuf’un
giydiği hikmet gömleği, aslında bir daha yırtılmayacak ve çıkarılmayacak olan
bir gömlektir. Bundan sonraki safhada, bu gömleğin “hikmet gömleği” olduğu için
yırtılmayacağı da teminat altındadır. Hatta bunu daha kapsamlı bir şekilde
şöyle söyleyebiliriz: Yırtılan gömleklerin yerine giyilen gömlekler asla
yırtılmazlar. Yusuf, giydiği hikmet gömleğiyle, aslında sadece rüyanın değil,
her türlü müşkülün hikmetini çözmüştür. Ancak biz, kıssadaki veriden hareketle,
onu sadece rüyadaki hikmeti çözen biri olarak niteliyoruz. Oysa Yusuf, kendine
verilen bu hikmetle insanla temasa geçen her türlü şeyin hikmetini çözecek bir
düzeye gelmiştir. Hikmet gömleğini giydiğinde Yusuf’un kuyudayken kavradığı acz
bir kez daha kendini gösterir. Ancak ilkinde acziyet içerisindeyken kavratılan
acz, bu kez hikmet içesinde kavratılır.
Yusuf’un,
zindan arkadaşlarının rüyalarını yorumladıktan sonra “Beni efendinizin yanında
anın!” demesi, ona o hikmeti verenin katında makbul bulunmamıştır. Zindan
arkadaşının onu zindanda unutması üzerine Yusuf zindanda bekletilmiş ve aczi
bir kez daha yaşayarak kavraması murat edilmiştir. Aslında aczin yüksek düzeyde
kavratılması, acz sahibine bir güç ve kudret makamı verileceğine ve bu makamla
sınanacağına delalettir.
Nitekim
hikmet hali içerisinde kavranan acz, Yusuf’un, melikin malum rüyasını hikmetli
bir şekilde yorumlamasıyla son bulur. Yusuf, zindan mahkûmu olarak gönderildiği
azizin sarayına itibar kazanmış ve aziz olarak dönmüş olur. Yedi yıl önce en
dipte olduğu mekâna hizmet gömleğini yırtmış ve hikmet gömleğini giymiş biri
olarak döner.
Üçüncü
aşama: Koklamak ve görmek
Üçüncü
aşama, Yusuf’un gömlek çıkarması aşamasıdır. Yusuf’un hikmet gömleğini giymesi,
onun insan olarak tamamlanmışlığını ifade eder. Tamamlanmışlık ile kemale
ulaşmış birinin gömleğini Hakk’ın sebepler eliyle yırtmak yerine koruması söz konusudur.
Yusuf,
Mısır aziziyken kıtlık yıllarında Filistin’den kalkarak buğday almak için
Mısır’a gelen kardeşleriyle karşılaşır. Kardeşlerine onu kuyuya atmalarının
pişmanlığını yaşattıktan sonra, onların yırttıkları acz gömleğini bir kudret ve
devlet gömleği olarak ellerine verir ve bu gömleği babalarına götürmelerini
ister. Yusuf’un ilk gömleği yırtıldığında Yakup’un hasretle ağlamaktan dolayı
gözleri kör olmuştu. Yakup, bir anlamda gözlerini Yusuf’suz bir dünyaya
kapamıştı. Oğulları kurt gördüğünde, o bir güzellik yurdu görmüştü. Kardeşleri
başlangıçta nasıl ki Yusuf’un güzelliğini görmedilerse, sonunda da onun devlet
gömleğinin kokusunu alamamışlardır.
Hâlbuki
Yusuf’un gömleğinde, Mevlana’nın tabiriyle şifa kokusu ve göz açma kokusu
vardı. Ancak gömleği babalarına getiren kardeşleri ondan herhangi bir kokucuk
bile alamadılar. Ancak gömlek Yakup’a getirilirken, o, “Yusuf’un kokusu geliyor!”
diyerek o kokuyu ve o şifayı gömlek daha kendisine ulaşmadan hissetmiştir.
Yusuf’un devlet gömleği Yakup’un gözlerine sürüldüğünde, üzerindeki şifa kokusu
harekete geçerek Yakup’un soğulmuş gözlerine can vermiştir.
Demek
olur ki her kul, sırtında Yusuf’un gömleğiyle yola çıkar. Yol kurtlarla doludur
ve bu kurtlar gömlekleri yırtarlar. Her dönemeçte bir insan ve olay kurdu
belirerek bir gömlek yırtar. Beşere düşen, yırtılan gömleğine ağlamak yerine
öbür köşede kendisini bekleyen asıl gömleğe doğru yürümektir. Yusuf’un, sonunda
acz gömleğini yırtıp devlet gömleğini giymesi bu yüzden bizler için açık bir
uyarıdır. Gömleği yırtana teslim olmak yerine, gömlek dikene yönelmeliyiz.