BARIŞ, ancak bunu isteyenlerin caydırıcı güce sahip olmalarıyla gerçekleşebilir. Âyetteki “Savaş atlarını hazırlayın” ifadesi sembolik bir ifade olup, buradan anlaşılması gereken, başarı ve zaferi gerçekleştirmek için çağın ulaştığı en son bilimsel ve teknolojik imkânlardan yararlanarak düşmana karşı en etkili silahlarla, her türlü askerî eğitim, savunma ve savaş stratejisi hazırlığı yapmaktır.
Barışın ve huzurun hâkim olması için kötülerin kötülüklerine engel olabilecek her türlü hazırlığı yapmalıyız. Müslümanlar her açıdan güçlü olmak zorundadır. Manevî kalkınma ile birlikte maddî kalkınma da asla ihmal edilmemelidir.
İslâmiyet, barış dinidir. “Silm, selamet, selam” gibi barış, güvenlik bildiren kelimeler, “İslâm” kelimesiyle aynı kökten gelmiştir. Allah’ın isimlerinden biri “Es-Selam”dır. Müslümanlar, birbirleriyle karşılaştıklarında “Selamünaleyküm” derler. Mescid-i Haram’ın kapılarından biri, Babu's-Selam, Cennetin isimlerinden biri, “Daru's-Selam”dır. İslâmiyet’te asıl olan savaş değil, barıştır. Savaş, ya saldırgan düşmana ya da İslâm'ın tebliğine engel olanlara karşı yapılır. Gayri müslim ülkeler, Müslümanlara saldırmadığı ve ülkelerinde İslâm’ın tebliğine izin verdikleri ve İslâm’ı yaşamak isteyenlere engel olmadıkları müddetçe, kendileriyle savaşılmaz. Resulullah'ın şu sözü, İslâm'da barışın asıl olduğunu ifade eder:
“Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı istemeyin, Allah’tan afiyet dileyin. Onlarla karşılaştığınızda ise, sabredin. Biliniz ki, Cennet kılıçların gölgesi altındadır…”
İslâmiyet, hayatı mukaddes tanır. Bir masumu öldürmeyi, bütün insanları öldürmek gibi kabul eder. Bir hayata vesile olmayı da bütün insanların hayatına vesile olmak gibi sayar. (Maide/32. âyet) İslamiyet, öldürmek için değil, yaşatmak için gelmiştir.
“Ey iman edenler! Peygamber, size hayat verecek olan şeylere sizi çağırdığında, Allah’a ve Rasulü’ne icabet edin!” (Enfal/24. âyet)
Savaş, bir takım ön hazırlıkları, tedbirleri gerekli kılar. “İhtiyatlı olunuz!” (Nisa/ 71) âyeti, bu noktada bize yol gösterir. Hamdi Yazır, âyetin açıklamasında şöyle der: “Uyanık, ihtiyatlı bulununuz. Düşmandan sakınacak maddî ve manevî sebeplerinizi ittihaz ediniz. Silahınızı alınız.”
Şu âyet, Müslümanları kuvvetli olmaya çağırır: “Onlar (düşmanlar) için, gücünüzün yettiğince kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Bununla Allah düşmanını, sizin düşmanınızı ve Allah’ın bilip de sizin bilmediğiniz düşmanlarınızı korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (Enfal/ 60. âyet)
Hz. Peygamber (asm), âyetteki kuvvet ifadesini, kuvvet atmaktır, şeklinde açıklar. Şüphesiz bu açıklama, kuvvetin büyük ölçüde atmaya dayanması noktasındandır. Resulullah devrindeki ok-mızrak, mancınık atmak, bugün yerini bombalara, füzelere bırakmıştır. Bugünün savaşlarında da daha iyi atan savaşı kazanmaktadır.
Resulûllah, ümmetini teşvik etmiştir. Meselâ şöyle buyurur: “Şüphesiz Allah, bir tek okla, üç kişiyi cennete alır: 1. Oku yapan, 2. Onu atan, 3. Atan…”
Resulûllah, kendi devrinin şartlarına göre ok-mızrak atımını teşvik etmiştir. Resulullah’ın medhine mazhar olan Fatih Sultan Mehmed, “Kuvvet, atmaktır” sözünden ilhamla devrinin en ileri silahı olan Şahi topları döktürmüş, İstanbul’un aşılmaz sanılan surlarını bunlarla aşmıştır.
Günümüzde, hedefe kilitlenmiş füzeleri, bir anda bir beldeyi mahvedebilen bombaları yapan ve kullanan Batı, Resulullah’ın hadisini ve âyette emredilen kuvvet hazırlamayı Müslümanlardan daha iyi anlamış görülüyor!?
Üstteki âyet, savaş atları hazırlamamızı da emreder. Âdiyat suresinin baş kısmında, savaş atlarına kasem vardır. Resulullah, atı şöyle medheder: “Kıyamete kadar atın alnında hayı düğümlenmiştir.” Yani, atta devamlı hayır vardır.
Âyette geçen savaş atları, günümüz şartlarında mekanik savaş atlarını da içine alır. Tank, uçak gibi vasıtaların hepsi, âyetin şümulünde dâhildir. Âyette ok-mızrak hazırlayın, denilmeyip, kuvvet hazırlayın, denilmesi, fikrî-bedenî, ilmî, maddî ve manevî her türlü kuvveti ifade eder ve her türlü silahı içine alır. Böyle bir kuvvet, caydırıcı bir rol oynayacaktır. Âyette, “Bu kuvvetle onları imha edersiniz” denilmeyip, bununla düşmanlarınızı korkutursunuz denilmesi, bu noktaya işaret eder. Böyle bir kuvvet, düşmanlarımızı sindirecek, zalimleri zulmünden vazgeçirecek, Allah’ın dinini her tarafa ulaştırmamızda ve yeryüzünden her türlü fitneyi kaldırmamızda önemli rol oynayacaktır.
Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Davud’a demirin yumuşatıldığı anlatılır. (Sebe/10. âyet) Hz. Davud, bir mu’cize olarak demire istediği şekli vermekte, bununla silah, zırh yapmaktadır. Kur’ân’ın 114 suresinden birinin demir anlamındaki Hadid olması da düşündürücüdür. Bu surede, demirle ilgili şu ayet vardır: “Demiri indirdik. Onda kuvvetli bir sertlik ve insanlara birtakım menfaatler vardır.” (Hadid/ 25. âyet) Dikkat edilirse, günümüz savaş sanayii demir üzerine kuruludur. Kur’ân-ı Kerîm’de böyle talimatlar ve böyle işaretler varken, Müslümanların bu hakikatlerden gafil kalması; gayri Müslimlerin ise bu hakikatlere sahip çıkması, ibretle düşünülmesi gereken bir olaydır. “Ben Müslümanım”diyenler, okudukları Kur’ân’da yer alan emirleri iyi bilmek ve ona göre yaşamak zorundadırlar. Yoksa ehl-i hak iken, şu dünyada ehl-i batıla mağlûb olmaları kaçınılmaz olacaktır. Son iki yüz yıllık dönem, söylediklerimizin ispatıdır.
Kur’ân-ı Kerîm’e göre savaşta başarılı olmanın kuralları nelerdir?
1. Âdetullah’a uymak… Cenab-ı Hakk’ın insanlık âlemi için koyduğu kanunlar vardır. Meselâ çalışan kazanır, sabreden başarır… Hak dâvânın mensubu olmak, savaşta kazanmak için yeterli değildir. Nitekim Allah’ın en sevgili kulu, en büyük insan Hz. Muhammed (asm), Allah'a tevekkülle beraber, sebeplere yapışmaktan geri kalmamıştır. Meselâ Uhud’da iki zırh giymiş, Hendek Savaşı’nda hendek kazmış, sipere girmiştir.
2. Sır tutmasını bilmek… Hz. Peygamber (asm), Tebük Seferi dışındaki bütün savaşlarında hedefin neresi olduğunu önceden belirtmemiş, kinayeli ifadeler kullanmıştır. “Sizden olmayanlardan sırdaş edinmeyin” âyeti, bu konuda bize yol göstermektedir. (Âl-i İmrân/ 118. âyet)
3. Her şeyi her yerde söylememek… Resulullah döneminde çok hareketli günler yaşanmıştır. Müslümanlar Medine’ye hicret edince, kısmen emniyete kavuşmakla beraber, bütünüyle emniyette değildiler. Her an Mekkelilerin saldırma ihtimali vardı. Halk arasında zaman zaman “geldiler, geliyorlar” şeklinde dedikodular yayılmaktaydı. İşte, şu ayet böyle durumlarda yapılması gerekeni ders verir: “Onlara, emniyet veya korkuyla ilgili haber geldiğinde bunu hemen yaydılar. Hâlbuki onu, Peygamber’e ve aralarındaki ulu’l-emr olanlara (söz ve tedbir sahibi yetkililere) bildirselerdi, elbette onlar yapılması gerekeni bilirlerdi.” (Nîsa/ 83. âyet) Resulullah’ın ifadesiyle, “Kişinin her duyduğunu söylemesi, ona yalan olarak yeter”. Her duyulanın doğru olması mümkün olmadığı gibi, her duyulanı hemen her yerde söylemek de uygun değildir.
Üstte zikrettiğimiz âyette, gazetecilerin, sosyal medya kalemşörlerinin, günümüzdeki algı ustalarının(!), yazı yazan her sorumlunun da hâllerine temas eden bir ihtar vardır.
Devlet sırrı olabilecek bir haberi, haber olarak geçmek, gazetecilik açısından cazip olabilir. Ama bu haberi yaymak, düşmanların işine yarayacaksa, neşredilmemesi uygundur. Ayrıca, henüz doğruluğu kesinleşmeyen bir haberi, kesinleşmiş gibi vermek, kişi haklarını ihlal olduğu gibi, bir kısım kargaşalara da sebebiyet verir.
Şu ayete kulak verelim: “Ey iman edenler! Eğer fasıkın biri size bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat/ 6. âyet)
4. Savaşın kurallarını iyi bilmek… Resulûllah (asm), “Savaş bir hiledir” buyurur. Resulullah’ın bu sözü, bazılarınca savaşta her türlü yalan, iftira gibi şeylerin mübah olduğu şeklinde anlaşılmıştır. Hâlbuki tarihen sabit olan odur ki, Resulullah, asla yalana tevessül etmemiştir. Ama düşmanı aldatabilecek harp oyunlarını uygulamıştır. Başka yere sefer düzenliyormuş havası verip, asıl hedefine birden yönelmesi, Mekke’nin fethi öncesi, gece on bir yerde ateş yaktırması gibi durumlar buna örnek olarak verilebilir.
Yine savaşlarda uygulanan, bozguna uğramış gibi yapıp düşmanı çember içine almak, soba borularını top gibi kale mazgallarına dizmek gibi hâllerin hepsi “Savaş bir hiledir”sözünün örnekleridir. Savaşta yalanın caiz sayılmasını da bu meyanda zikredebiliriz.
5. Eleman yetiştirmek… Savaşlarda galip gelmenin en sağlam yolu, eleman yetiştirmektir.
Sonuç olarak…
Rıza-î Bâri yolunda olanların ser-levha edecekleri hususları şöyle hülâsa edebiliriz:
Müslümanlara dünyanın zalimleri hayat hakkı tanımamakta, öldürmekte, sürgün etmekte, yakıp yıkmakta ve soykırım uygulamaktadırlar. Başta ABD ve taşeronu İsrail’in soykırım uyguladığı Gazze, sırasıyla Suriye, Irak, Myanmar Arakan, Doğu Türkistan, Filistin, Mısır, Afganistan, Pakistan, Libya, Yemen ve benzeri ülkelerde zalimlerin yaptıklarını görüyoruz. Dünyanın sessizliğine rağmen, bütün zalimlere karşı koyan, mazlumlara kucak açıp destekleyen Milletimiz olmuştur. Rusya-Ukrayna savaşı için yorum yapanlar “Ukrayna Avrupalıdır, Suriye gibi üçüncü sınıf bir ülke değildir. Suriye Müslüman, Ukrayna ise Hıristiyan’dır, kültürel birliğimiz vardır” diyerek şuur altındakileri ortaya dökmektedirler. Gazze’de ise ABD’nin Evanjelist Devleti Yahidi’ye, Avrupa ise Holokost diyetini ödemektedir. Haçlı zihniyetinin hiçbir zaman kaybolmadığını, bu coğrafyada çok güçlü olmamız gerektiğini bir kez daha hatırlatmak isterim. Türkiye’mizi de karıştırarak kardeşi kardeşe düşman etmek isteyen iç ve dış hainlere karşı birlik ve beraberliğimizi, dün olduğu gibi bu günlerde de korumalıyız. Zulüm kimden gelirse gelsin, gücüne ve konumuna bakılmaksızın karşı konulmalıdır. Nice Firavunlar, Nemrutlar, Ebu Cehiller gelip geçmişlerdir. Şu unutulmamalıdır ki, zulüm ile abad olanın âhiri berbat olur. Birlik ve beraberlik ruhuna sahip olanların gerçek anlamda kurtuluşa ermeleri, tefrika belasına düşenlerin de yok olup gitmeye mahkûm oldukları bilinen tarihî gerçeklerdir. Bu dünya hayatına imtihan edilmek üzere gönderilmiş bulunmaktayız. Hayatımızın her döneminde bu gerçeği bilen mü’minler olarak yaşamamız gerekmektedir. Hem dünyevî ve hem de uhrevî konularda bize düşen, çok çalışmak ve sorumluluklarımızı yerine getirmek olmalıdır.
Kısacası biz Müslümanlar, seferden sorumluyuz. Başarı ve zafer Rabbimizden bir ikram ve bir lütuftur. Kalbi imanla dolu, yüreği cesaret yüklü, fikri yüce ideallerin takipçisi, eli sanatında mahir bir topluluk, dünyanın en kuvvetli topluluğudur. Böyle bir topluluk, sayıca az da olsa, nice çok topluluklara galip gelir. “Nice az topluluklar, nice çok topluluklara Allah’ın izniyle galip gelmiştir” (El-Bakara/ 249) âyeti bu hakikati dile getirir. Bugün Amerika’yı ayakta tutan, iyi yetiştirilen bir azınlıktır. Resulullah (asm)’ın 40 kişiyle dünyaya meydan okuması ve neticede galip gelmesi, eleman yetiştirmenin önemini gösterir. Barışın ve huzurun hâkim olması için kötülerin kötülüklerine engel olabilecek her türlü hazırlığı yapmalıyız. Müslümanlar her açıdan güçlü olmak zorundadır. Manevî kalkınma ile birlikte maddî kalkınma da asla ihmal edilmemelidir.
Son söz Kur’ân’nın…
“Âl-i İmrân/ ﴾103﴿ “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın, bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.” (Âl-i İmrân/ 103﴿ Vesselâm…
-------------------- (*) “Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz-ü felâh; Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salâh.” 17’inci yüzyılda yaşamış olan şair edip, Hekimbaşı Abdülhak Molla söylemiş. Günümüz Türkçesiyle: “Bütün devletler kurtuluş başarısını bu ibretlik sözde bulur; şayet barış istiyorsan savaşa hazır ol.”