Hazan sesleri

Rûhunuzu prangaladığınız her gün hakikatten daha da uzaklaşırsınız çünkü. Pencerenizden giren serinliği iliklerinizde hissedin. Düşüncelerinizi istiflediğiniz yerlerinden yavaşça çıkarmanız gerektiğinin işaretidir bu. İçinize çöken yalnızlık hissi sizi yanıltmasın.

“BİZE hazanı anlat” dedi yaşlı olan bir adım öne çıkarak. Ve içlerinden en bilge sayılanı konuşmaya başladı kabuklaşmış kelimeleriyle. “Hazan” dedi, “Yaratılmış bin bir tonun ahenginde kaybolmaktır benim için. Üzerinde gezdiğim toprağın ıslağı, bereketidir o gökteki bulutun vesîle olduğu”…

Yeryüzündeki değişime aynadır güz. Nasıl ki yaratılmış olan, bir gün ebediyete uzanan yolda yokluğa mahkûmsa, sararmış yapraklar da bir bir ayrılır aramızdan öylece. Savurur tüm gücüyle kulaklarda uğuldayan yel insanlığı. Ölüm çığlıkları mezarlıklardan kalkıp şehrin bacalarına, pencerelerin pervazlarına konar şimdilerde; ateşin kızılımsı sıcağı teninizden uzaklaşır, hayatınız berraklığını kaybedebilir belki de. Sarı benizli, soğuk nefesli bir hayâletin insanoğlunun peşini bırakmamasında yatan hakikat yerleşsin kalplerinize.

Ve elinde tuttuğu kırmızı kapaklı kitaptan okudu bilge: “Bilin ki, gerçekten Allah, ölümünden sonra yeryüzüne hayat verir.”

Gökten inen yağmur zerrelerinin kalplerinizi temizlemesine izin verin. Yaz sıcağında kavrulmuş gönüllerinize serin sular değsin derinden. Meleklerin nûrunu hissedin içinizde, yıkanmış rûhunuz uzansın göğün altında, çamurunuz yavaş yavaş aksın da izinin yeryüzünde kalmasını dileyin.

Karamsar zihinlerinizi, ısınmak için yaktığınız sobanın aydınlığında yeniden canlandırın. Gözlerinizde hârelenen alev fikrinize sızsın. Yakın tüm benliğinizi orada, var olun geriye kalanla. Güz mevsiminin savruluşlarında ölümü hissedin, yok olmanın tesellisini arayın Kitap’ta. Dinginleşin yavaş yavaş.

Devam etti sonra...

Buğday taneleri, nasırlaşmış ellerden kara toprağa süzülür birazdan. Yükselir semâya yakarışlar, duâlara karışır yağmur kokusu. Tenhalara saklanmış binlerce hayat beslenir “Âmin”lerden. Azık edilen bir parça ekmek, bir baş soğan artar da yeter tüm insanlığa.   

Bir başka tarlada sabahın erken saatlerinde rızık peşine düşmüş insanlara rastlarsınız ellerinde aynı yara, dillerinde aynı duâ olan. Her kazma darbesinde toprak tespih eder Yaratan’ını; tohum baş vereceği günü beklerken sabırla “Hû” der, elleri nasır bağlamış olan “Hayy”. Sabahın bereketli aydınlığı örtü olur onu işleyene. İçtiği her yudum su ibadet…

Sonra usuldan besmele çekti bilge, huzurda olduğunu hissettiren bir duruşla okudu Yüce Kelâmı: “O’nu hamd ile tespih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların tespihlerini anlamazsınız. Doğrusu O, Halîm olandır, Bağışlayandır.”    

“Mevsimlerin sesine kulak verin” dedi bilge, “Meydana gelen değişimden haberdar olsun zihniniz”. Rûhunuzu prangaladığınız her gün hakikatten daha da uzaklaşırsınız çünkü. Pencerenizden giren serinliği iliklerinizde hissedin. Düşüncelerinizi istiflediğiniz yerlerinden yavaşça çıkarmanız gerektiğinin işaretidir bu. İçinize çöken yalnızlık hissi sizi yanıltmasın. Çünkü tüm çığlıklar en sessiz zamanlarda duyulabilir.    

Ve mevsimlerden hazan ki, her bir günü ölüme meftunluk kokar için için. Kurumuş yaprakların dallardan süzülüşüne şâhit olmak, ömür denen takvimden bazı sâhifelerin birer birer koparılmış olduğu anlamını taşır. Dinleyin, bu gurbet diyarda toprağın size yol göstermesine izin verin. Pencereden odanıza dolan ıslak toprak kokusunu duyduğunuzda, maddenizin o ve yalnızca O’ndan olduğunuzu hatırlayın. Ve dahasını okudu bilge: “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.” 

Sonra derin bir nefes aldı. “İçinizde yatan tüm duyguları sırtlayıp uzun bir yürüyüşe çıkın” dedi halkına, “Göğü omuzlarınızda hissedin. Gri bulutlar size eşlik edecektir. Ağaç dallarının hışırtısı sizi dinlendirsin. Kurumuş yapraklar yolunuza rehber olsun. Sarının bin bir tonu gözlerinize armağan kalsın. Güzden dönerken yurdunuza, heybeleriniz hayret ve haşmet dolsun”... “Öyle ki” dedi bilge, “Fikretmek hiç bu mevsimdeki kadar güzel olmamıştı”...