Hayvanlık nâmına

Onlar tanrısal bir lütuf ama boynuzlu koyunun boynuzsuz koyuna soracağı hesap günü de gelecek. Öyleyse bütün hayvanların yakamıza yapışacağı o gün için bugün bir kez daha onların gözlerine bakmak gerek. Bakalım, o vakit gelince yüzlerine bakacak yüzümüz olacak mı?

“TELLİ turnam, selâm götür sevdiğimin diyarına/ Üzülmesin, ağlamasın, belki gelirim yanına…” 

Hasret acısı, her sözü mubah kılar bırakıversen. İnce sızıları bir telli turna taşır yâre.

Faruk Nafiz’in, “Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da/ Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek” dediği ölümsüz dizelerdeki gibi, bir âhunun dağdan dağa seyre değer koşuşudur sevgilinin cilvesi.

Şirler pençe-i kahrımdan olurken lerzan/ Beni bir gözleri âhuya zebûn etti felek” diye yazmamış mı Yavuz Sultan Selim’in kalemi bir zamanlar?” Aslanlar, pençesinin gücünden tir tir titrerken, âhu gözlü bir dilber, koca padişahın gönlünü yerle bir etmeye yetiyor işte! Aslanı, âhusu, dizelerde aşkın mürekkebine karışıyor.

Kutsal dizelerde âyet olmuş karıncalar var bir yanda da Sultan Süleyman’ın ordusu geçerken konuşan. Bir yanıyla da küçücük bedeniyle rızkını araması gözlerden kaçmayan… Karıncayı bile incitmemek, merhametin mihenk taşı insanoğlunun gözünde.

Ama ne çâre ki, yasak meyveyi yesin diye Havvâ’ya tuzak kuran ve şeytanla anlaşan bir “yılan”dır. İticidir, soğuktur, ürkütür ve rüyaya girse “düşmana” yorarlar. Ama efsaneleşmiş bir yılan daha var Sevr mağarasında yıllarca Peygamber hasreti çeken…

Yeşilbaşlı gövel ördek/ Uçar gider göle karşı/ Eğricesin tel tel etmiş/ Açar gider yâre karşı”… Türkü olup dolanmış dile yeşilbaşlı gövel ördek. Sobanın başındaki minderde mırıldayan, sevildikçe huzur veren, naz ederek miyavlayan bir kedi mi nankör Allah aşkına? Bir köpeğin gözlerindeki hayâdan korkarım vallahi! Edebinden başını eğip gittiğinde kendimden utanırım. “Aç köpek” derken bir garibe, kapıdaki hizmetkâra ya da bir mafya fedaisine, nasıl dilleri varıyor ki? Köpeğin, sahibine sadâkatinden başka nesini gördüler ki küfürlerine onun adıyla başladılar?

Yiğit at kendine kamçı vurdurmaz” derim lâf yerini buldukça. Atın asaletini hatırlarım. Şahlandığında, koştuğunda, kendine hayran bırakan atın ar duygusuna bakın ki, kamçı yememek için yorgunluk belirtisi göstermiyor.

Annem derdi “Kara davar yattığı yerden belli olur” diye. Davarlar yatacağı yeri temizleyip yatarlarmış; kedi, köpek de gözü rahatsız edecek şeylerden çekinirler, değil mi? Hayvanları aşağılarda görenler için diyorum ki, “Edebin alt sınırı buysa, insanoğlunun edebi çok yükseklerde olmalı”. Hâl böyle olunca, hayvanlardan öğrenecek pek çok şeye muhtacız.

Koyunun yavrusuna “kuzu” demişler. Koyun değilim ama merhamet ettiğim her çocuğa “Kuzum” diyorum. “Ana kuzusu”, ne güzel bir tamlama öyle! Aklıma akşamüstü dağlardan köye dönen koyunlarla kuzularının buluşması ve aç kuzuların analarını bulup emmesi geldi.

Hani dünyanın vefasızlığına içerleyince dilimizden dökülür bir cümle, “Aslanı kediye boğduran dünya!” diye ah çekeriz. Oğlumuzla gurur duyduğumuzda “aslanım, koçum” diye severiz. Aslan gücün, krallığın makâmına kurulmuştur çoktan. Ama öküzü tarlada çifte koştuğumuz yetmez, her hakaretin içine süreriz. Bir acayip insanoğlu!

Gül bülbüle, bülbül güle yâr olmadı gitti”, öyle değil mi? Şair Fuzuli haklı çıktı. Ayrılık acımızın başrol oyuncusu oldu bülbül. Öyle içli ötüşüne sebep, güldü. “Bir karga kadar olamadım” dedi kardeşini öldürdükten sonra Kabil. Cümle kutsal kitapta ölümsüzleşti. Kargadan öğrenecek bir şeylerin altını çizerken aklımızda, Hüdhüd kuşu Belkıs’tan haber getirdi Süleyman’a (as). Bir yanda da örümcekler ağ yapıyor, güvercinler yumurtluyordu Muhammed (sav) aşkına.

Fil ordusu Ebrehe’ye geçit vermezken, Ebabil kuşları taş yağdırdı Kâbe’nin Sahibi aşkına. Bir balık yuttu kaçan peygamberi, tevbesi kabul olana dek bekletti karnında.

Üç maymunu oynadık asırlardır. Tavşan kaçtı, tazı tuttu. İhanet çetelerine köstebekler sayesinde sızdık. Ticarete atıldığımız gün başladık tilki kurnazlığına.

Leylek leylek havada”… Bakın, gerçekten havada! Baharın cıvıltısı, gönül şenliği kapıda… Ruhumuzdaki en yüce yerden bir kartal havalanıyor mağrur ve kararlı. Enginlere doğru uçuyor, uçuyor… Rüzgâra karşı olanca gücü ile… Bir martı çığlığına eş…

Ayıdan dost olmuyor, domuzdan da post”. “Eşeğe altın semer de vursalar eşek yine eşek”. Ama ne var ki, hergelede bey eşeği olmak bir ayrıcalık…

İlk horoz sesi, güneşin doğacağına ilk müjde, seher vakti yakarışlara uyanış… Arıya vahyediş ve çiçek çiçek dolaşıp öz toplaması için ilk emir alış ve ilk bal peteği yapış…

Ambarların kıyısını köşesini delip yol bulan ama rızık peşindeyken tuzaklara düşen yahut zehirlenen fareler, batan gemiyi ilk terk etmeleriyle nâm salmışlar insanlar arasında. Bir uğur böceği parmağa konsun diye sabırla beklenedursun, “Kurtlar puslu havayı severmiş” derler. Nerede bir ortalık karışacak olsa, niyeti bozuk olanlar fırsat bilirler böyle zamanları. Çakallar, akbabalar pay almak için oradalar.    Sosyeteden biri kurulurken vizon kürküyle ceylan derisi koltuğa, dernek başkanı ve üyeler, sokak çocuklarını kurtarmanın yollarını ararlar.

Deveye sormuşlar: “Boynun neden eğri?” “Nerem doğru ki?” demiş. Bu mu yani insanların deveden anladığı?! Akıllarda hörgücü mü kalmış sadece baştan ayağa bir yanlışın ifadesi için? Bir acayip insanoğlu! Aşağılarken de, yüceltirken de onların adını anmadan geçemez. “İnsanlık nâmına” derler, ayırırlar kendilerini.     

Öyleyse insanlık nâmına korusunlar o hayvanları. Aşklarını, nefretlerini, her türlü duygularını dile getirirken hayvanlar olmadan cümle bile kuramazlar. Yer içerler, üstüne binerler, giyerler, severler ama nankör olan insanoğludur; döven, söven, işkence eden, katleden, yakıp yok eden de odur, başkası değil. Göçmen kuşlar olmasa, balıklar olmasa hattâ, Allah’ın örnek vermekten çekinmediği sivrisinek bile olmasa hayatın tadı tuzu kalmaz.

Onlar, yaratılış sebeplerine vefa göstererek aynı kaldılar. Bala şekeri biz katmadık mı? Eşeğe fazla yükü biz yüklemedik mi? Köpek açsa, biz bıraktığımız için aç. Süte olmadık şeyi biz eklemedik mi? Tavuğun, yumurtanın genleriyle oynarken, çakallara, tilkilere özür borçlandık. Leyleğin getirdiği baharı biz mahvettik; çünkü karları, bulutları küstürdük. Onlar sadece bizim hayatımıza güzellik kattılar. Sivrisinek ısırığını tatlı tatlı kaşımak da hayatın bir parçası hâlbuki…

Kurtların uluması ve karga sesleri bile güzel bülbüle, kanaryaya denk olmasa da. Eşeğin sıpasının gözleri güzel… Tavusun rengârenk kanatları gibi, hayvanların her biri diğerinden güzel… Onlar tanrısal bir lütuf ama boynuzlu koyunun boynuzsuz koyuna soracağı hesap günü de gelecek. Öyleyse bütün hayvanların yakamıza yapışacağı o gün için bugün bir kez daha onların gözlerine bakmak gerek. Bakalım, o vakit gelince yüzlerine bakacak yüzümüz olacak mı?

Ben insanlığımdan utanıyorum onların masumiyetinden. Birinin canı yandığında bile “Dur” diyemediğim için... Âyetlere, şiirlere, aşklara ve hayatın her ânına eşlik eden hayvanlara bir teşekkür kabilinden olsun bu satırlarım. Kabirlerin ayakucuna konulan kuş sulukları, ölenlere rahmet sebebi olsun! Kuş evleri, kedi evleri ve kapı önlerine bırakılan yiyecekler, dikilen meyve ağaçları teşekkürümüz olsun!

Gerçekten bir deve, bir at, bir eşek, insanı sırtında taşıyor. İnsan bu, herhangi bir yük değil. Cevahir yük, öyle böyle bir şey değil. Öyleyse insan da taşıyabilmeli kalbinde sevgisinin yükünü. Bir hayvanın hakkını, hukukunu bilmeli.

Biz, biraz kuş olduk uçtuktan sonra, biraz balık olduk yüzdükten sonra. Onlar varlıklarını kime adadıklarının farkındalar. Bize şefkatten bir kıvılcım gerek bundan böyle…