Hayvanlar dünyasından kadim bir dost: At

Eski Türklerde görülen göçebe yaşam tarzı ve hürriyet düşkünlüğü gibi sebeplerle atlara oldukça fazla önem verilmiştir. Bu önem, atları Eski Türklerin askerî, ekonomik, sosyal, dinî hayatlarının içine kadar sokmuş, Eski Türklerin dilinde, destanlarında yer almasında etkili olmuştur. Türklerin atlara olan bu bağlılığı, diğer milletlerin ilgisini çekecek seviyededir.

DÖRTNALA koşan bir atı, rüzgârda dalgalanan yelelerini izlerken aldığım keyif sırasında düşünüyorum atlara olan sevgimin ne zaman ve nasıl başladığını. Tam olarak bilmiyorum, bilmeden de seviyorum asil, bir o kadarda duygusal olan bu hayvanları…

Atları yakından göreniniz vardır elbette. Yanına yaklaştığımda büyüklüğünden ürküyorum aslında. Atın büyüklüğünden mi, yoksa benim korkumdan mıdır, üzerine binip kanatlanırcasına uçma şansım olmadı hiç. Bir ya da iki kez bakıcısının eşliğinde yürüyüş yapma imkânım oldu sadece. Aslında bu cümleleri yazıya dökme nedenim tam da bu!

Kimimiz için tarlasında sabanını çeken, kimilerimiz için yükümüzü taşıyan, unumuzu öğütmek için değirmeni çeviren, kimi zamanlarda anaların çocuklarının beşiğini bağlayıp emanet ettiği, söğüt yaylalarında Ertuğrul Gazi’ye yoldaş olan, Sina çölünde Sultan Yavuz’u sırtlayan, Kanunî’ye kırk altı yıllık hükümdarlığında 43 bin kilometrelik yolda binek olan, Haliç kıyılarında Fatih’i fethe doğru taşıyan vefalı dostlarımız…

Büyük Üstad Necip Fazıl’ın “At’a Senfoni” isimli eserinde ifade ettiği gibi, “Peygamberimizi Miraç Gecesi’nde İlâhî visâl âlemine uçuran, ışıktan hızlı vasıtanın, ‘Burak’ isimli kanatlı at şeklinde yaratılışındaki hikmet, Allah tarafından atın mânâsına bağışlanmış ne büyük şereftir”.

“At, avrat, silah” üçlemesi, hepimizin bildiği gibi kıymet anlamında başkasına emanet edilemeyecek üç kelime. Bu kıymetlerden biri olan atın, çeşitli kaynaklardan edinmiş olduğum ortak bilgiler doğrultusunda, tarihte yaklaşık 55 milyon yıl önce ortaya çıktığı ve ehlileştirilmeden önce Asya ve Avrupa’nın çeşitli yerlerinde yaşadığı bilinmektedir. Aynı zamanda birçok evrimsel değişim geçirmiş olan atın insan hayatının ayrılmaz bir parçası hâline gelmesi de oldukça eskilere dayanmaktadır. Değişik iklimlere uyum sağlaması ile dayanıklılık ve hızda süreklilikte rakipsiz olan atların, tarih sahnesinde meydana gelen gelişmelerde oynadığı rolün büyüklüğü tartışmasızdır.

Arapçada binek ve yük hayvanı olan ata “dabbe, matiyye”, Farsçada “semend, tusen” denir. Evcilleri olduğu gibi, Amerikan bozkırlarında “Mustang” ve Altay dağlarının her iki yanındaki açık arazilerde “Prezevalski” denen yabanî atlar, sürüler hâlinde yaşarlar.

Atların özellikleri nelerdir?

İnsanlara hizmet eden hayvanların en sâdık ve yeteneklilerinden olan atlardan, ulaşımdan yük taşımaya, savaş, yarış ve günlük hayatın birçok alanında faydalanılmaktadır. En meşhur ırkları, Arap ve yine menşei Arap atına dayanan İngiliz atıdır. Aynı zamanda silah ve top sesine kolaylıkla alışan bu asil hayvan, sahibine son derece bağlıdır. Cesur ve atılgan olan atın gözleri başının üzerindeki iki çıkıntı üzerinde yer aldığı için, kendisine yaklaşan tehlikeyi çok önce fark ettiği söylenmektedir.

Erkeğine “aygır”, dişisine “kısrak”, yavrusuna “tay” denir. Küçükbaşlı ve kısa kulaklıdır. Yelesi ve kuyruk ucu uzun kıllıdır. Ömürleri 20 ilâ 30 sene civarındadır. Genellikle asil olmalarıyla tanınsalar da pek çok insanın bilmediği bir diğer özellikleri de hassas canlılar olmalarıdır. Evcil atlar, sahiplerini hiçbir zaman terk etmezler. Ağırlığı neredeyse 1 tonun üzerindedir. 2 metreden yüksek ve 6 metreden geniş bir engeli atlayabilir. Saatte 64 kilometre hız yapabilir. Olağandışıdır; çünkü tüm bunları ağırlığının yüzde 20’sini aşan ağırlıkta bir insanı sırtında taşırken yapabilir.

Makinelerin yaşam alanımızda birçok yerde kullanılmaya başlanmasına dek birçok sahada kuvvetin, üstünlüğün ve başarının sembolü olan at, bu makinelerin gücünün tespit edilmesi noktasında da ölçü kabul edilmiş ve “beygir gücü” terimi literatüre girmiştir. (Bir beygirgücü -HP-, 76 kg/kuvvet/metredir.)

Atın boyu, “Cidago kemiği” denilen bir kemikten ölçülmektedir ve bu kemik, hayvanın vücudundaki hareketsiz en yüksek noktadır. Atın boynunun bitip sırtının başladığı noktada yükselmektedir. Eğer hayvanın boyu 150 santimden kısaysa “midilli” (pony), uzunsa “at” olarak sınıflandırılır. Bir yavru 11 ayda dünyaya gelir. Doğduktan birkaç dakika sonra ayağa kalkabilir.

Atları çoğunlukla, “Yere düşmeden, ayakta nasıl uyuyorlar?” diye merak ettim. Şöyle ki... Bacak kemiklerinin kilitlenebilme özelliği vardır atların. Sürüler hâlinde yaşayan atlarda, uyku sırasında sürüden biri uyanık olur ve etrafı gözetler. Yetişkin atların sürüden ayrılmamalarına karşı, genç atlar zaman zaman sürüden uzaklaşabilirler.

Atların kısa tüyleri olmasına rağmen, vücut sıcaklarının ayarlanmasında yardımcı olmaktadırlar. Ortalama sıcaklıkları 38 derece olup, kışın tüyleri uzar ve yaz aylarında dökülür. Atın rengine “don” adı verilir. Başlıca at donları yağız (kara), al (kızıl-kahve, kırmızıya çalan atkestanesi rengi), beyaz, doru (gövde kahverengi, yele, kuyruk ve ayakların uçları kara), kula (gövde koyu sarı, yele, kuyruk ve ayakların uçları kara), kır (koyu kıllarla karışık ak), boz (al don üzerine ak kıllar) ve ahreçtir (kıllar beyaz ve kırmızı, yele ile kuyruk siyah). Bu renkler de kendi aralarında “kuzguni yağız, donuk yağız, kirli yağız” gibi çeşitli gruplara ayrılıyor.

Atların evcilleştirilmesi

Genetik bir araştırmanın sonucuna göre, atlar bundan 6 bin yıl önce Ukrayna otlakları, Güneybatı Rusya ve Batı Kazakistan’da evcilleştirildi. PNAS dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, evcilleştirilmiş atlar yol boyunca kısraklarla çiftleşerek Avrupa ve Asya’ya yayıldılar.

Cambridge Üniversitesi’nden bir grup tarafından yapılan araştırma, atların evcilleştirilmesi ile ilgili iki farklı teoriyi bir araya getiriyor. Arkeolojik bulgulara göre atlar Avrasya Bozkırlarında (Ukrayna, Güneybatı Rusya ve batı Kazakistan) evcilleştirildiler. Uzmanlara göre atlar, binmek ve et ile sütünden yararlanmak amacıyla kullanıldılar. Ancak Avrasya Bozkırlarının batısında bulunan antik çömleklerdeki at sütü kalıntıları gibi arkeolojik bulgular, mitokondrial DNA’lardan elde edilen kanıtlarla çelişiyor. Bu araştırmalara göre atların evcilleştirilmesi, Avrupa ve Asya’da birçok farklı yerde yaşandı.

Yapılan yeni araştırmada Avrupa ve Asya’daki sekiz ülkede yaşayan 300 attan alınan nükleer DNA örneklerini incelendi. Genetik veriler evcilleştirilme konusunda mevcut senaryolara bakmak için geliştirilen bilgisayar modellerine aktarıldı.

Cambridge Üniversitesi Zooloji Bölümü’nden Dr. Vera Warmuth, “Bu, atların ilk olarak Avrasya Bozkırlarının batı bölgesinde evcilleştirildiğini gösteriyor ve evcilleştirilmenin yayılmasıyla çok sayıda yabani at bu sürece dâhil oldu” diyor. Bu teori, sadece anneden aktarılan genleri içeren mitokondrial DNA kanıtların neden atların farklı zaman ve farklı yerlerde evcilleştirildiğini gösterdiğini açıklıyor. Atlar esaret altında kolayca çiftleşip üreyemedikleri için, yabani kısraklar, evcilleştirilmiş at sürülerinin sayısını arttırmak için kullanılmış. Modern atlara en yakın yabani at olan Przewalski'nin atının hikâyesi de budur.(1)

Evcil atlar, sahiplerini hiçbir zaman terk etmezler. Ağırlığı neredeyse 1 tonun üzerindedir. 2 metreden yüksek ve 6 metreden geniş bir engeli atlayabilir. 

Atlar hakkında ilginç bilgiler

Atların bacakları, yalnız ağır yükleri taşıyabilmeleri için değil, aynı zamanda da hızlı koşabilmeleri için özel yaratılmıştır. Atlarda, diğer hayvanlarda olduğu gibi köprücük kemiği yoktur. Bu da onların daha büyük adım atabilmelerini sağlar. Ayrıca atların bacaklarında hızlandıkça harcadıkları kuvveti düşüren, buna karşın hareket edebilme yeteneklerini arttıran bir kemik-kas mekanizması vardır. Bu mekanizmanın çalışmasını otomobillerdeki vites sistemine benzetebiliriz. Hızlanan bir arabanın vitesini büyütmesi gibi, atlar da hızlandıkça âdeta vites büyütürler. Bu sayede itme için harcanan güç azaltılırken, hareket yeteneği artar.

At sert zeminde yürür ya da koşarsa, tırnakları çabucak aşınır. Aynı zamanda ayakları yaralanır ve yürüyemez hâle gelir. İşte bu durumu engellemek için atların ayaklarına nal çakılır. Ayrıca nal, atın hareket etmek için harcadığı kuvveti önemli ölçüde destekler ve tırnaklara gelen basıncı dağıtarak dengeler.

Eski Türklerde görülen göçebe yaşam tarzı ve hürriyet düşkünlüğü gibi sebeplerle atlara oldukça fazla önem verilmiştir. Bu önem, atları Eski Türklerin askerî, ekonomik, sosyal, dinî hayatlarının içine kadar sokmuş, Eski Türklerin dilinde, destanlarında yer almasında etkili olmuştur. Türklerin atlara olan bu bağlılığı, diğer milletlerin ilgisini çekecek seviyededir. Batılı yazarlardan Sidonius, “At, başka bir kavmi sadece sırtında taşır, fakat Hun kavmi at sırtında ikâmet eder” demiştir. Avrupalılarsa Hunları, “ata yapışık kavimler” diye adlandırmışlardır.(2)

Atlar, insanların yüz ifadelerini okuyabiliyor

Atların sosyal zekâya sahip olduğu bilinir. Geçmişte yapılan çalışmalar, atların, insanların yüz ifadelerini anlayabildiğini göstermişti. Yakın zamanlarda Sussex ve Portsmouth Üniversitelerinde çalışan bir grup araştırmacının yaptığı deneyler ve gözlemler, atların aynı zamanda duygusal hafızaya sahibi olduğunu, geçmişte gördükleri insanların duygusal hâllerini hatırlayabildiklerini gösteriyor. L. Proops, K. Grounds, A. V. Smith ve K. McComb tarafından yapılan araştırmanın sonuçları, Current Biology’de yayımlandı.

Araştırmacılar, deneyler sırasında evcil atlara kızgın ya da mutlu bir insan yüzü fotoğrafı göstermişler. Birkaç saat sonra fotoğrafı gösterilen kişiler, yüzlerinde hiçbir duygusal ifade olmaksızın atların karşısına getirilmiş. Sonuçlar, atların daha önce kızgın yüz ifadeli fotoğraflarını gördükleri insanlara karşı daha olumsuz bir algıya sahip olduklarını gösteriyor. Atların insanlara karşı davranışlarında belirgin değişiklikler gözlemleniyor. Bu yetenek sayesinde atlar, kendileri için tehlikeli olabilecek insanları tanıyabiliyorlar.

Bilim insanları kendi aralarında yüz ifadelerini anlayan atların, insanların da yüz ifadelerinden etkilendiklerini ortaya çıkardı. Sinirli veya çatık kaşlı bakıldığında atın kalp atışlarının hızlandığı, gülümseyerek bakıldığında ise atın kalp atışlarının yavaşladığı gözlemlendi.(3)

Ümit ediyorum ki, atlara karşı olan sevgim ve bu sevgi neticesinde onlara dair ulaşabildiğim kadarıyla edinmiş olduğum bilgileri paylaşma noktasında sizlere sıkıntı etmemişimdir.

At, kedi, köpek, balık, koyun, keçi, hiç fark etmez, hemen hemen hepimizin küçükken ya da büyüyünce beslediği veya büyümesine, yaşamına tanıklık ettiğimiz hayvanımız olmuştur. Hiç hayvan beslememiş olsak bile, besleyenlerin mutluluğununa mutlaka şahit olmuşuzdur.

Hayvanlar, insanı yeri geldiğinde dinlendiren, mutluluk veren, bir o kadar da sorumluluk veren canlılardır. Yaşadığımız dünyayı hayvanlarla paylaşıyoruz. Doğadaki her şey denge üstüne yaratılmıştır ve her yaratılanın bir görevi olduğu gibi, hayvanlar da tabiatın olmazsa olmazlarıdır. Bir hayvan cinsinin noksanlığı neticesinde doğanın dengesinin bozulması kaçınılmazdır.

Bunun yanında, doğadaki eksikliğin verebileceği yıkımdan bahsederken diğer taraftan onların sadece insana hizmet etmekten başka bir işe yaramadığını düşünenler, toplumda azımsanmayacak kadar önemli seviyedeler. İnsanoğlu her şeyde menfaatini düşündüğü gibi, hayvanlardan binek olarak, etinden, sütünden, yününden faydalanıyorlar. Bu sırada da zaman zaman umarsızca onlara zarar verme yolunu seçebiliyorlar. Oysa doğada kendilerine bahşedilen hayatı sürdürebilmekten başka bir gayeleri olmayan bu hayvanlara eziyet etmenin, son derece yanlış bir davranış olduğunu bilmediklerini düşünüyorum.


BBC News Türkçe

At.gen.tr

TÜBİTAK Bilim Genç,Dr. Mahir E. Ocak