DÖRTNALA koşan bir atı, rüzgârda
dalgalanan yelelerini izlerken aldığım keyif sırasında düşünüyorum atlara olan
sevgimin ne zaman ve nasıl başladığını. Tam olarak bilmiyorum, bilmeden de
seviyorum asil, bir o kadarda duygusal olan bu hayvanları…
Atları
yakından göreniniz vardır elbette. Yanına yaklaştığımda büyüklüğünden ürküyorum
aslında. Atın büyüklüğünden mi, yoksa benim korkumdan mıdır, üzerine binip
kanatlanırcasına uçma şansım olmadı hiç. Bir ya da iki kez bakıcısının
eşliğinde yürüyüş yapma imkânım oldu sadece. Aslında bu cümleleri yazıya dökme
nedenim tam da bu!
Kimimiz
için tarlasında sabanını çeken, kimilerimiz için yükümüzü taşıyan, unumuzu
öğütmek için değirmeni çeviren, kimi zamanlarda anaların çocuklarının beşiğini
bağlayıp emanet ettiği, söğüt yaylalarında Ertuğrul Gazi’ye yoldaş olan, Sina
çölünde Sultan Yavuz’u sırtlayan, Kanunî’ye kırk altı yıllık hükümdarlığında 43
bin kilometrelik yolda binek olan, Haliç kıyılarında Fatih’i fethe doğru
taşıyan vefalı dostlarımız…
Büyük
Üstad Necip Fazıl’ın “At’a Senfoni” isimli eserinde ifade ettiği gibi,
“Peygamberimizi Miraç Gecesi’nde İlâhî visâl âlemine uçuran, ışıktan hızlı
vasıtanın, ‘Burak’ isimli kanatlı at şeklinde yaratılışındaki hikmet, Allah
tarafından atın mânâsına bağışlanmış ne büyük şereftir”.
“At,
avrat, silah” üçlemesi, hepimizin bildiği gibi kıymet anlamında başkasına
emanet edilemeyecek üç kelime. Bu kıymetlerden biri olan atın, çeşitli
kaynaklardan edinmiş olduğum ortak bilgiler doğrultusunda, tarihte yaklaşık 55
milyon yıl önce ortaya çıktığı ve ehlileştirilmeden önce Asya ve Avrupa’nın
çeşitli yerlerinde yaşadığı bilinmektedir. Aynı zamanda birçok evrimsel değişim
geçirmiş olan atın insan hayatının ayrılmaz bir parçası hâline gelmesi de oldukça
eskilere dayanmaktadır. Değişik iklimlere uyum sağlaması ile dayanıklılık ve
hızda süreklilikte rakipsiz olan atların, tarih sahnesinde meydana gelen
gelişmelerde oynadığı rolün büyüklüğü tartışmasızdır.
Arapçada
binek ve yük hayvanı olan ata “dabbe, matiyye”, Farsçada “semend, tusen” denir.
Evcilleri olduğu gibi, Amerikan bozkırlarında “Mustang” ve Altay dağlarının her
iki yanındaki açık arazilerde “Prezevalski” denen yabanî atlar, sürüler hâlinde
yaşarlar.
Atların
özellikleri nelerdir?
İnsanlara
hizmet eden hayvanların en sâdık ve yeteneklilerinden olan atlardan, ulaşımdan yük
taşımaya, savaş, yarış ve günlük hayatın birçok alanında faydalanılmaktadır. En
meşhur ırkları, Arap ve yine menşei Arap atına dayanan İngiliz atıdır. Aynı
zamanda silah ve top sesine kolaylıkla alışan bu asil hayvan, sahibine son
derece bağlıdır. Cesur ve atılgan olan atın gözleri başının üzerindeki iki
çıkıntı üzerinde yer aldığı için, kendisine yaklaşan tehlikeyi çok önce fark
ettiği söylenmektedir.
Erkeğine
“aygır”, dişisine “kısrak”, yavrusuna “tay” denir. Küçükbaşlı ve kısa
kulaklıdır. Yelesi ve kuyruk ucu uzun kıllıdır. Ömürleri 20 ilâ 30 sene
civarındadır. Genellikle asil olmalarıyla tanınsalar da pek çok insanın
bilmediği bir diğer özellikleri de hassas canlılar olmalarıdır. Evcil atlar,
sahiplerini hiçbir zaman terk etmezler. Ağırlığı neredeyse 1 tonun üzerindedir.
2 metreden yüksek ve 6 metreden geniş bir engeli atlayabilir. Saatte 64
kilometre hız yapabilir. Olağandışıdır; çünkü tüm bunları ağırlığının yüzde 20’sini
aşan ağırlıkta bir insanı sırtında taşırken yapabilir.
Makinelerin
yaşam alanımızda birçok yerde kullanılmaya başlanmasına dek birçok sahada
kuvvetin, üstünlüğün ve başarının sembolü olan at, bu makinelerin gücünün
tespit edilmesi noktasında da ölçü kabul edilmiş ve “beygir gücü” terimi
literatüre girmiştir. (Bir beygirgücü -HP-, 76 kg/kuvvet/metredir.)
Atın
boyu, “Cidago kemiği” denilen bir kemikten ölçülmektedir ve bu kemik, hayvanın
vücudundaki hareketsiz en yüksek noktadır. Atın boynunun bitip sırtının
başladığı noktada yükselmektedir. Eğer hayvanın boyu 150 santimden kısaysa “midilli”
(pony), uzunsa “at” olarak sınıflandırılır. Bir yavru 11 ayda dünyaya gelir.
Doğduktan birkaç dakika sonra ayağa kalkabilir.
Atları
çoğunlukla, “Yere düşmeden, ayakta nasıl uyuyorlar?” diye merak ettim. Şöyle
ki... Bacak kemiklerinin kilitlenebilme özelliği vardır atların. Sürüler hâlinde
yaşayan atlarda, uyku sırasında sürüden biri uyanık olur ve etrafı gözetler.
Yetişkin atların sürüden ayrılmamalarına karşı, genç atlar zaman zaman sürüden
uzaklaşabilirler.
Atların
kısa tüyleri olmasına rağmen, vücut sıcaklarının ayarlanmasında yardımcı
olmaktadırlar. Ortalama sıcaklıkları 38 derece olup, kışın tüyleri uzar ve yaz
aylarında dökülür. Atın rengine “don” adı verilir. Başlıca at donları yağız
(kara), al (kızıl-kahve, kırmızıya çalan atkestanesi rengi), beyaz, doru (gövde
kahverengi, yele, kuyruk ve ayakların uçları kara), kula (gövde koyu sarı,
yele, kuyruk ve ayakların uçları kara), kır (koyu kıllarla karışık ak), boz (al
don üzerine ak kıllar) ve ahreçtir (kıllar beyaz ve kırmızı, yele ile kuyruk siyah).
Bu renkler de kendi aralarında “kuzguni yağız, donuk yağız, kirli yağız” gibi
çeşitli gruplara ayrılıyor.
Atların
evcilleştirilmesi
Genetik
bir araştırmanın sonucuna göre, atlar bundan 6 bin yıl önce Ukrayna otlakları, Güneybatı
Rusya ve Batı Kazakistan’da evcilleştirildi. PNAS dergisinde yayınlanan
araştırmaya göre, evcilleştirilmiş atlar yol boyunca kısraklarla çiftleşerek
Avrupa ve Asya’ya yayıldılar.
Cambridge
Üniversitesi’nden bir grup tarafından yapılan araştırma, atların
evcilleştirilmesi ile ilgili iki farklı teoriyi bir araya getiriyor. Arkeolojik
bulgulara göre atlar Avrasya Bozkırlarında (Ukrayna, Güneybatı Rusya ve batı
Kazakistan) evcilleştirildiler. Uzmanlara göre atlar, binmek ve et ile sütünden
yararlanmak amacıyla kullanıldılar. Ancak Avrasya Bozkırlarının batısında
bulunan antik çömleklerdeki at sütü kalıntıları gibi arkeolojik bulgular,
mitokondrial DNA’lardan elde edilen kanıtlarla çelişiyor. Bu araştırmalara göre
atların evcilleştirilmesi, Avrupa ve Asya’da birçok farklı yerde yaşandı.
Yapılan
yeni araştırmada Avrupa ve Asya’daki sekiz ülkede yaşayan 300 attan alınan
nükleer DNA örneklerini incelendi. Genetik veriler evcilleştirilme konusunda
mevcut senaryolara bakmak için geliştirilen bilgisayar modellerine aktarıldı.
Cambridge Üniversitesi Zooloji Bölümü’nden Dr. Vera Warmuth, “Bu, atların ilk olarak Avrasya Bozkırlarının batı bölgesinde evcilleştirildiğini gösteriyor ve evcilleştirilmenin yayılmasıyla çok sayıda yabani at bu sürece dâhil oldu” diyor. Bu teori, sadece anneden aktarılan genleri içeren mitokondrial DNA kanıtların neden atların farklı zaman ve farklı yerlerde evcilleştirildiğini gösterdiğini açıklıyor. Atlar esaret altında kolayca çiftleşip üreyemedikleri için, yabani kısraklar, evcilleştirilmiş at sürülerinin sayısını arttırmak için kullanılmış. Modern atlara en yakın yabani at olan Przewalski'nin atının hikâyesi de budur.(1)
Evcil atlar, sahiplerini hiçbir zaman terk etmezler. Ağırlığı neredeyse 1 tonun üzerindedir. 2 metreden yüksek ve 6 metreden geniş bir engeli atlayabilir.
Atlar
hakkında ilginç bilgiler
Atların
bacakları, yalnız ağır yükleri taşıyabilmeleri için değil, aynı zamanda da
hızlı koşabilmeleri için özel yaratılmıştır. Atlarda, diğer hayvanlarda olduğu
gibi köprücük kemiği yoktur. Bu da onların daha büyük adım atabilmelerini
sağlar. Ayrıca atların bacaklarında hızlandıkça harcadıkları kuvveti düşüren,
buna karşın hareket edebilme yeteneklerini arttıran bir kemik-kas mekanizması
vardır. Bu mekanizmanın çalışmasını otomobillerdeki vites sistemine
benzetebiliriz. Hızlanan bir arabanın vitesini büyütmesi gibi, atlar da
hızlandıkça âdeta vites büyütürler. Bu sayede itme için harcanan güç
azaltılırken, hareket yeteneği artar.
At
sert zeminde yürür ya da koşarsa, tırnakları çabucak aşınır. Aynı zamanda
ayakları yaralanır ve yürüyemez hâle gelir. İşte bu durumu engellemek için
atların ayaklarına nal çakılır. Ayrıca nal, atın hareket etmek için harcadığı
kuvveti önemli ölçüde destekler ve tırnaklara gelen basıncı dağıtarak dengeler.
Eski
Türklerde görülen göçebe yaşam tarzı ve hürriyet düşkünlüğü gibi sebeplerle
atlara oldukça fazla önem verilmiştir. Bu önem, atları Eski Türklerin askerî,
ekonomik, sosyal, dinî hayatlarının içine kadar sokmuş, Eski Türklerin dilinde,
destanlarında yer almasında etkili olmuştur. Türklerin atlara olan bu bağlılığı,
diğer milletlerin ilgisini çekecek seviyededir. Batılı yazarlardan Sidonius, “At,
başka bir kavmi sadece sırtında taşır, fakat Hun kavmi at sırtında ikâmet eder”
demiştir. Avrupalılarsa Hunları, “ata yapışık kavimler” diye adlandırmışlardır.(2)
Atlar,
insanların yüz ifadelerini okuyabiliyor
Atların
sosyal zekâya sahip olduğu bilinir. Geçmişte yapılan çalışmalar, atların,
insanların yüz ifadelerini anlayabildiğini göstermişti. Yakın zamanlarda Sussex
ve Portsmouth Üniversitelerinde çalışan bir grup araştırmacının yaptığı
deneyler ve gözlemler, atların aynı zamanda duygusal hafızaya sahibi olduğunu,
geçmişte gördükleri insanların duygusal hâllerini hatırlayabildiklerini
gösteriyor. L. Proops, K. Grounds, A. V. Smith ve K. McComb tarafından yapılan
araştırmanın sonuçları, Current Biology’de yayımlandı.
Araştırmacılar,
deneyler sırasında evcil atlara kızgın ya da mutlu bir insan yüzü fotoğrafı
göstermişler. Birkaç saat sonra fotoğrafı gösterilen kişiler, yüzlerinde hiçbir
duygusal ifade olmaksızın atların karşısına getirilmiş. Sonuçlar, atların daha
önce kızgın yüz ifadeli fotoğraflarını gördükleri insanlara karşı daha olumsuz
bir algıya sahip olduklarını gösteriyor. Atların insanlara karşı
davranışlarında belirgin değişiklikler gözlemleniyor. Bu yetenek sayesinde
atlar, kendileri için tehlikeli olabilecek insanları tanıyabiliyorlar.
Bilim
insanları kendi aralarında yüz ifadelerini anlayan atların, insanların da yüz
ifadelerinden etkilendiklerini ortaya çıkardı. Sinirli veya çatık kaşlı
bakıldığında atın kalp atışlarının hızlandığı, gülümseyerek bakıldığında ise
atın kalp atışlarının yavaşladığı gözlemlendi.(3)
Ümit
ediyorum ki, atlara karşı olan sevgim ve bu sevgi neticesinde onlara dair ulaşabildiğim
kadarıyla edinmiş olduğum bilgileri paylaşma noktasında sizlere sıkıntı
etmemişimdir.
At,
kedi, köpek, balık, koyun, keçi, hiç fark etmez, hemen hemen hepimizin küçükken
ya da büyüyünce beslediği veya büyümesine, yaşamına tanıklık ettiğimiz
hayvanımız olmuştur. Hiç hayvan beslememiş olsak bile, besleyenlerin
mutluluğununa mutlaka şahit olmuşuzdur.
Hayvanlar,
insanı yeri geldiğinde dinlendiren, mutluluk veren, bir o kadar da sorumluluk
veren canlılardır. Yaşadığımız dünyayı hayvanlarla paylaşıyoruz. Doğadaki her
şey denge üstüne yaratılmıştır ve her yaratılanın bir görevi olduğu gibi,
hayvanlar da tabiatın olmazsa olmazlarıdır. Bir hayvan cinsinin noksanlığı
neticesinde doğanın dengesinin bozulması kaçınılmazdır.
Bunun
yanında, doğadaki eksikliğin verebileceği yıkımdan bahsederken diğer taraftan onların
sadece insana hizmet etmekten başka bir işe yaramadığını düşünenler, toplumda
azımsanmayacak kadar önemli seviyedeler. İnsanoğlu her şeyde menfaatini
düşündüğü gibi, hayvanlardan binek olarak, etinden, sütünden, yününden
faydalanıyorlar. Bu sırada da zaman zaman umarsızca onlara zarar verme yolunu
seçebiliyorlar. Oysa doğada kendilerine bahşedilen hayatı sürdürebilmekten
başka bir gayeleri olmayan bu hayvanlara eziyet etmenin, son derece yanlış bir
davranış olduğunu bilmediklerini düşünüyorum.
BBC News Türkçe
At.gen.tr
TÜBİTAK Bilim Genç,Dr. Mahir E. Ocak