
“DÜNYANIN binbir türlü hâli var” derler ya, hakikaten öyle. Kâinata yayılmış binbir sızı, kalplerin ritminde tınlayan binbir elem, binbir farklı şehirde binbir keder…
Bazı açlık, susuzluk… Bazı savaş ve terör… Kimi toprakları ırkçılığın katranlı sularıyla sulamışlar; verimsiz bir tabaka kaplamış tarlaları, eksen ekilmiyor, eken biçilmiyor. Kimi diyarlarda evlerin edebini, ahlâkını Batıcı masalların rengiyle allamışlar dıştan süslü beden duvarları; içten çürümüş kolonlarla aileler, komşular, akrabalar enkaz altında... Kimi kalpleri işgal etmişler de içeride sevgiye dair ne varsa zımparalamışlar; sevginin, vefanın ve merhametin tozları ücralara sürüklenmiş, şöyle elle tutulur, gözle görülür bir sevgi yumağı bırakmamışlar.
Bütün acıları ve sancıları çakıl taşlarıyla doldurulmuş tenekeler içinde yokuşlardan yuvarlamışlar. Öyle bir gürültüyle hengâmı sarıyor ki sükûnetin bahçesinde günlük kıpırdanışlara dert yananlar, duydukları sesi tabiatın kendinden biliyor da tek bir tepkime bile göstermeden ömrü tüketiyorlar.
Fakat yine de birileri, en yakînen duyduğu vaveyla adına ya yeni bir ses çıkarmanın ya da bu satranç tahtasındaki taşlardan birine düşünülmüş bir hamle bırakmanın derdinde.
Duyarsızlaşan, ıssızlaşan ve gitgide bütün marazları tabiatın akışına atfedip tek bir tepkimeye bile girmeyen ruhlar bir yana, âleme bir dokunuş bırakabilmek uğruna elini ve dilini olay yerine feda edenler bir yana…
Dünyanın binbir türlü hâli varsa, milyonla da hâl ehli var. Kendi derdinin kuyusundan çıkışı bekleyen kadar, kuyulara halatlar derleyip merdivenler inşâ ederek uzatanlar var. Hiç olmadı, dipsiz karanlıklara mum yakanlar, fener tutanlar, elektrik üretip ışığı kuyulara dost eyleyenler var. Güneş olanlar da var, güneşin cömert ışımaları önüne duvarlar örüp kuyulardan bir cılızca huzmeyi çalanlar da var. Güneş olup yanacak cesareti ya da erki olmayıp da ışığa yol açmaya ömür adayanlar da var. Su kuyuları açıp susuzluğu giderenler de var, bir bardak su taşımaya gücü yetip de elinden geldiğince kurumuş dudakları nemlendirenler de var. Hiçbirini yapamadığından su kuyuları açılsın diye feryat edenler de var, su taşıyanların yollarındaki engelleri ve engebeleri düzlüğe çevirmeye gayret edenler de.
İnsan duyarsız, sağır ve kör değilse, dünyanın binbir derdinden yalnızca birine dahi olsa ya ses çıkarıyor, ya el uzatıyor ya da bunları yapanların yollarını açmaya emek veriyor. Ve kalben sağır ve körleri kâinatın sızısında etkisiz unsur olarak düşündüğümüzde siteme ve dahi parmakla işaret etmeye lüzum kalmıyor.
Fakat gayret edenler ile görmezden gelenler arasında bir kavim var ki verdikleri faydadan ziyade âleme zarar ile temas ediyorlar. Bu kavmin ileri gelenleri âlemin bir sancısını diline doluyor, bu sancı üzerinden kendini duyarlı ve üstün insan perdesinden besteliyor. Duyduğu alkışlarla pasif direnişinin yorgunluğunu dinlendiriyor. Bir derde temas ettiğinin misliyle o derde temas etmeyenlerin yoklamasını almaya zaman harcıyor. Yarayı sarmak için sarf edeceği maddî-manevî iktidarını, o dertle hemhâl olmayanları taşlamaya heba ediyor.
Fakat daha vahim olanı, taş attığı insanlar da dünyanın başka bir derdini haykırmakla, başka bir yarayı sarmakla içiyorlar zamanı. Âlemin sancılı bir köşesini tutan ekabir, bir başka sancılı köşeye kendini feda etmişleri taşlamakla uğraşıyor. Bir cemiyetin kalp ağrısını dile getiren, bir başka cemiyetin derdiyle dertlenenleri duyarsız, kör ve sağır makulede yuhalıyor.
Kardeşim! Bu hâlinizle gök kubbede yankısı bitmeyecek bir tını bırakamazsınız. Bir derdi dile getirirken, o derdi dile getirmemişleri afişlere asmakla o derdi dindiremezsiniz. Bir sancıya incelen kalbinizi o sancıyı duymamış ama başkaca acılara ömür adamışları yok hükmünde saymakla sancıyı susturamazsınız.
Âleme fayda vermek için ellerde gül taşımak gerek. Onca öfkenin, nefretin, ırkçılığın, savaşın, katliamın tef çaldığı şu yerkürede, bir eline de taş alanlar, o taşı başka dertlerle hemhâl olanlara attıklarında faydasız bir faydacılık felsefesinin absürt ve vasat kımıldanışlarıyla âleme katiyen merhem olamayacaklar.
İnsan bilgisi kadar, kalbi yettiği nispette, melekeleri el verdiğince, Rabbin ruha ve akla nakşettiği ilhamla ve hengâmın, mekânın, makamın izin verdiği ölçüde bir derde temas etmeye ömrünü verebilir. Binlerce ayrı derde sadece sözlü temas ile girizgâh yapanlar, bir derdin dermanına ömrün sükûnetli ve ferah bahçelerindeki güvenliği feda edenlere çamur attığında, çamurlu ellerinin izi bütün gayretli dokunuşlarında kâinata sızıyor.
Bir derdi haykırdığınızda, bu haykırışın bir taşı yerinden oynatabilme ihtimâlinin ne kadar düşük olduğunu, ancak halis bir niyetle o haykırışa nefes tüketenlerin kalplerindeki sancıya, Allah’ın rahmet ve merhametiyle etki yetkisi kazandırılabileceğini hatırlamalı.
O’nun yardımıyla bir değil, binbir taşı bile yerinden oynatabileceğimiz gerçeğini unutmamak gerek. Bir haykırış, bir çakıl taşını bile olması gereken yere taşıyamaz. Ama o haykırışın sahibinin ciğerlerinde hakikî bir iman, halis bir niyet ve sadece fayda sağlamaya rafine bir gayret varsa, işte sırf bu salih duruşun takdiriyle Yaradan, binbir hantal kayayı bile olması gereken uzaklara konduruverir.
Ama zaten etkisi atmosferde bir cılız yankıdan öteye gidemeyecek haykırışlarla yola revan olanlar, bir de aynı çığlığın ses tonuna sahip olmadılar diye birilerini karalamaya kalkınca, bırakın devasa kayaları yerinden oynatmayı, bir çakıl taşını -elle dahi- yerinden oynatamaz, oynatsa bile doğru adresi siddin sene bulamaz. Çünkü bütün temaslar ve bütün hayırlar, insanın gücü dahlinde değil, Yüce Rabbin “Ol” emrinde nihandır.
Bir derde temas ile derman olabilmek için Rabbin yardımını dilemek gerek. Rabbin yardımına mazhar olabilmek için de arı duru ve rafine bir derdi kalbe nakşetmek gerek. “Hem bir derde derman olayım, hem de başka dertlere derman olmaya ömür adamışlara, sırf benimle aynı derde temas etmediler diye sövüp sayayım” demekle hiçbir çığlık şerri örselemiyor, hayrı âbâd etmiyor. Rabbin yardımı için elini ve dilini hayra uğurlamadan evvel, kalbindeki nefret yüklü odaları temizlemen, hasetle dışa vuran haykırışından tariz yüklü kelimeleri elemen gerek. İşte o zaman senin-benim cılız gayretimiz, Rabbin “Ol” emrinin müjdesine vasıl olabilir. İnşallah.