Hayattan rengi alın

Renk hayattır. Renkler bir hayat tarzı, insanla bütünleşen yaşama zevkidir. Renklerle yaşarız hayatı. Renklerle ifade ederiz her şeyi. Hayat renklerle anlamlandırır kendini.

“O, geceyle gündüzü, ayla güneşi hizmetinize verdi; yıldızlar da O’nun emrine boyun eğmişlerdir. Bunda aklını kullanan bir topluluk için önemli ibretler vardır. Sizin için yerden türlü renklerde bitirdiği şeyler de böyle; bunda da düşünüp taşınan bir topluluk için büyük ibret vardır.” (Nahl, 12-13)

***

Yıllar önce ulusal ölçekli bir boya firması, bir reklâm kampanyasında “Hayattan rengi alın, geri neyi kalır ki?” sloganı ile ürettiği yeni “boya” ürününü hedef kitleye medya kanalları üzerinden tanıtıyor, bunu yaparken geniş tüketici kitlelerinin bu ürünü tercih etmelerini sağlıyor, aynı zamanda renklerin insan hayatında ne kadar önemli bir yer tuttuğuna dikkat çekiyordu.

Yapılan her reklâm ve tanıtımın amacı yeni mal, ürün veya hizmet hakkında tüketicilere enformasyon vermek, tüketicilerin ilgisini o ürün üzerine çekerek satın almalarını sağlamaktır.

***

Renksiz bir dünyada yaşamak ne kadar mümkün? Çevresini saran canlıların ten, saç ve gözlerinin, gökyüzünün, bulutların, denizlerin, dağların, ovaların, bitkilerin, hayvanların sahip olduğu, onlarca nesnenin ve cansız varlığın üzerinde veya içinde taşıdığı, birinin diğerlerinden kolaylıkla fark edilmesini sağlayan renkler olmasaydı insanlar bunları nasıl ayırt edebilir, nasıl tasnif ve tasvir eder, nasıl teşhis ve tespit ederlerdi? Veya insan, sahip olduğu duyu organlarıyla kendini tehdit eden bir “şey”in eşkalini renklerin yardımı olmadan ifade edebilir miydi? Yahut Allah’ın cüz’î irade bahşettiği insanoğlu, yine Allah’ın kendisine verdiği aklı ve insanî yaratıcılık yeteneği sayesinde bugün sahip olduğu her şeyi renksiz birer “şey-nesne-madde” olarak icat ve imâl etseydi (yani yaratsaydı) dünya hayatı ve günübirlik yaşam nasıl olurdu?

***

Günlük yaşantıda, kurulan iletişimlerde, yaptıkları tercihlerde insanlar için renk, büyük bir öneme sahiptir. İnsanlar yaşadıkları ve sahibi oldukları binaların, konutların, yapıların kırılan, dökülen, bozulan veya deformasyona uğrayan iç ve dış mekânlarını çeşitli şekil ve renklerle süsleyerek zevklerine göre döşüyorlar. Hani “Renkler ve zevkler tartışılmaz” diye bir atasözümüz var ya, tıpkı bu atasözünde söylendiği gibi, insanlar yaşamaktan, vakit geçirmekten keyif aldıkları ortamları iç dünyalarına göre dekore ettiriyor, renklerini ve zevklerini “Ben böyle olmasını istedim” diyerek tartışma konusu bile yapmıyor.

Sizin irrite olduğunuz, içinizi karartan, duygularınızı altüst eden bir renk, diğer bir insanın iç dünyasını genişleten, içini açan, ona ferahlık veren, nefes almasını sağlayan bir “tercihe” dönüşüyor.

***

Renkler yalnızca inşaat, iç ve dış mimari veya dekorasyon işine ve meslek dalına hitap eden sektörel üreticilerin, insanlara “Haydi! Yeni yılın yeni renkleri bunlar!” diyerek “kır, dök, yeniden yap” alışkanlığı kazandırdığı ya da yapboz dürtüsünü harekete geçirdikleri bir algı yönlendirme yöntemi de değildir. Renkler aynı zamanda üretim, tüketim, satış, reklâm ve pazarlama sektörlerinin araştırma-geliştirme konusudur.

Renkler psikiyatride, danışanlara uygulanan terapilerde, onların iç dünyalarına yapılan yolculukta bir ulaşım aracıdır. Renkler insanın içindeki enerjiyi, eksik olan yanı tanıma ve tamamlama duygusudur; insanın aynasıdır aslında.

***

İş, aile, meslekî ve sosyal çevreden, ekonomik yaşantıdan, kültürel etkinliklerden ve modadan etkilenerek çeşitli anlamlar yükleriz renklere. Tercih ettiği rengin içinde estirdiği hava, dışa yansıttığı (aksettirdiği) enerji, duygularını ve ruhunu şekilden şekle sokar, uyumlu ve uyumsuz oluşları hayatını etkiler, zamanla bir parçası, tarzı olur insanın.

Bazı renkler ferahlık verirken, bazıları karamsarlık yükler insanın iç âlemine.

Sinirlenince yüzünün kızardığı, korkunca renginin attığı, bazen de mosmor kesildiği renklerle ifade edilir. Yaşanan üzücü bir olayda ya da hüsranla bitmiş bir aşkın ardından “kara”lara büründüğü söylenir. Aşkları kırmızı, hayâlleri pembe rengin temsil ettiği iddia edilir. Çok fazla iyimser olanları “boş yere hayâl kurmakla” suçlar, zihinlerinden geçirdikleri, gerçekleşmesini özlemle bekledikleri şeylerin uzak bir ihtimâl olduğunu anlatabilmek için “tozpembe” bir dünyada yaşadıklarını ima ederiz.  

Meselâ, her yıl ahenk içerisinde dönüşüm yaşayan mevsimlerin de renkleri vardır. Sarı sonbaharın, bereketin ve toprağın ise kahvedir rengi. Saflığın, bozulmamışlığın, barışın ve kışın rengi beyaz, gücün ve tutkunun ise siyah... Yaz mavi, ilkbahar yeşildir. Tatil denince mavi ve yeşil akla gelir; denizin maviliğinde sakinleşir, doğanın yeşilliğinde huzur bulur insan.

Aynı zamanda paranın, inancın ve kutsalın rengidir yeşil…

***

Renk hayattır. Renkler bir hayat tarzı, insanla bütünleşen yaşama zevkidir. Renklerle yaşarız hayatı. Renklerle ifade ederiz her şeyi. Hayat renklerle anlamlandırır kendini.

Herhangi bir yerde, herhangi bir yaşanmışlığı anlayabilmek/anlatabilmektir hayat. Kendinden bir şeyler katmak, doyasıya yaşayabilmektir hayat. Bir gökkuşağının kartelasında tüm güzellikleri görebilmektir hayat. Farklı toprakların, farklı kültürlerin ama aynı ortak sevincin, acıların ve mutlulukların rengidir hayat.

***

Gözlerinizi kapatın, bir süre öyle kalın. Her şeyin birbirinin benzeri olduğu, aynı tornadan çıkmış, aynı kalıba dökülmüş, aynı renge boyanmış yeknesak bir dünya tasavvur edin... Sonra, doğup büyüdüğünüz, yetiştiğiniz çevreyi, içinde yaşadığınız sosyokültürel yapıyı, sosyoekonomik ortamı, hedeflerinizi, beklentilerinizi, meslek standartlarınızı, yaşam kalitenizi etkileyen, sevmek, sevilmek, mutluluk, fedakârlık, saygı, sevgi, hoşgörü, tahammül, sabır, tevazu, kırgınlık, küslük, darılma, incinme, sevaplar, günahlar, inançlar, değerler, semboller, normlar, mâkâm, mevki, şan, şöhret, daha onlarca kavram ve onlarca duygu, uyum sağladığınız veya sağlayamadığınız, fikir birliği ve çatışma yaşadığınız her şeyi, dünyanın realitelerini gözlerinizin önüne getirin ve şu soruyu sorun kendinize: Homojen bir toplum yaratmak, homojen hayat kurmak mümkün mü?

***

İnsanların, kendileri ve nesneler arasında dış görünüşleri aksettiren renkler sayesinde doğru bir bağlantı kurduğunu fark ettiğinizde, günahıyla sevabıyla, kötüsüyle iyisiyle, çirkiniyle güzeliyle, turasıyla yazısıyla, yanlışıyla doğrusuyla, hayatın tüm zıtlıklarıyla var ve bir anlam taşıdığını anladığınızda, herkesin aynı olmak zorunda olmadığına ve farklı düşünmeye hakkının olduğuna kanaat getirdiğinizde, farklı inanç ve kültürlere tahammül etmeyi öğrendiğinizde, renkler ne kadar farklı olsa da duyguların ve kaygıların ortak olduğunu hissettiğinizde cevabı buldunuz demektir.

Evet, medyada dönen o reklâm filmini ve sloganını yıllar sonra hatırlıyorum da, güven duygularının yitirildiği, sadakat hissinin köreltildiği, küçük menfaatler uğruna insanların birbirini yediği, manevî kıymet ölçülerinin yok edildiği, aile bağlarının ayrılık makasıyla kesildiği, koltuk, mâkâm ve mevki uğruna arkadaşlığın, dostluğun kolayca bitirildiği, toprağın üstüne bakılıp altının unutulduğu bir zamanda hayattan rengi alın, geri ne kalır ki?