Hayatta hiçbir şeyi küfrederek değiştiremezsiniz

Küfür ve hakaret bazı toplum ve kültürlerde “insanî bir durum” olarak kabul görse de bunun bir devlet büyüğüne (adamına) karşı uluorta, pervasızca söylenmesi ne insanî bir durum, ne duygusal ve anlık bir tepki, ne de kültürün bir parçası olarak açıklanabilir. Bu ancak densizlik, münasebetsizlik, insanî hisleri yitirmek ve “ruh sağlığı” sorunu ile açıklanabilir.

İNSAN, günlük yaşantısının birçok noktasında “küfür ve hakaret” ile karşılaşır. İşte, okulda, sokakta, açık ve kapalı alanlarda, çeşitli ortamlarda, spor müsabakalarında, siyasette, politikada veya sinirlerine hâkim olamadığı, öfke kontrolü sorunu yaşadığı birçok noktada, bir argo ifade biçimi olan “küfür ve hakaret” dilini kullanır. Küfür ve hakaret, çoğu insanın fikrinin güçlü olmadığı, bilgisinin yetmediği, cevap veremediği durumlarda sıklıkla başvurduğu yollardan biridir. Soğuk, nahoş, uzak durulması gereken, söyleyeni küçülten, söyleneni kızdıran, hoş karşılanmayacak bir davranış, bir söyleyiş, bir ifade tarzı olsa da saldırganlık ya da ağız alışkanlığı sebebiyle konuşmalar arasına serpiştirilen küfür ve hakaretler bugün, günlük hayatın (ve iletişimin) bir parçası hâline gelmiştir.

Küfür, tam olarak “Şudur” diye tanımlanabilir mi?

Küfür, bir cümlede kullanılan çirkin, ağır bir söz müdür? Ya da kaba bir davranış biçimi midir?

İnsanlar günlük yaşantılarında karıştıkları bir olay ya da sosyal medyadaki paylaşımlarına yapılan yorum ve eleştirilere sözle, yazarak, çizerek, hayvan isimleriyle, hastalık isimleriyle, psikolojik tanılarla, beden hareketiyle, çeşitli işaret ve sembollerle cevap veriyor, tepki ve reflekslerini “küfür ve hakaret” ederek ortaya koyuyorlar.

Bazı insanlar çok küfür eder, bazıları az küfürlü konuşur, bazıları da küfürlü konuşulmasından büyük keyif alıyor olabilir. İster beden dili, ister bir işaret dili, ister mimik, ister bir hayvan adı, isterse bir söz veya sembolle, her ne şekilde edilirse edilsin, hangi mecrada söylenirse söylensin, hangi anadilde yapılırsa yapılsın “küfür ve hakaret”, özgüveni eksik, medenî cesaret yoksunu, kişiliği zayıf, aciz, cahil, bilgi ve birikimi yetersiz, verecek cevabı olmayanların seçtiği bir yöntemdir.

Küfür ve hakaret, insanlara has bir davranış olabilir; ancak bir kişiye küfür ve hakaret etmek, “hoş olmayan, kaba, çirkin, ağır sözler sarf etmek”, normal bir davranış değildir. Bu davranışı kabul ve tasvip etmek de mümkün değildir. Küfre ve hakarete uğrayan bir “devlet adamı”, “devlet büyüğü” ise asla ve kat’a görmezden-duymazdan-bilmezden gelinemez. Bu, tolerans gösterilebilir bir durum değildir.

Devlet büyükleri ve devlet adamları kolay yetişmezler. Devlet yönetimlerinde devlet büyükleri ve devlet adamları çok önemli roller üstlenirler. Ortalama bir zekâya sahip her insan bunu bilir ve pekâlâ farkındadır. Devlet büyüklerinin (adamlarının) nasıl bir yönetim tarzı, yöneticilik kabiliyeti ve yönetim üslûbu izlemeleri gerektiği, o ülke vatandaşları için elbette çok önemlidir. Ve elbette devlet işlerini yürüten devlet büyüklerinin devlet yönetiminde, ulusal ve uluslararası arenada ürettikleri politikalar ve bu politikalara getirdikleri açıklamalar kadar sözleri, karakterleri, kişilikleri, tecrübeleri, üslûpları, tavırları, hayat tarzları, insanî vasıfları, bilgi ve birikimleri ile yönetim anlayışları hakkında seçmenin, vatandaşın, entelektüellerin, kanaat önderlerinin, bilim insanlarının, iş ve sanat dünyasının, yazar ve gazetecilerin yapacakları değerlendirmeler ve bunlara getirecekleri eleştiriler de çok önemlidir.

Elbette devlet adamlarının ürettikleri politikalar tartışılabilir. Elbette devlet adamlarının yönetim kabiliyetleri eleştirilebilir. Elbette devlet adamlarının ülkelerinin kalkınması ve vatandaşlarının refahı için yaptıkları hizmetleri, icraatları, faaliyetleri, yönetimdeki tutum ve davranışları ile performansları geniş bir çerçevede değerlendirilebilir. Ancak devlet büyüklerinin (adamlarının) yaptıkları hizmetlerine, temsil kabiliyetlerine, ürettikleri politika ve icraatlarına karşı bir değerlendirme, gözlem, tenkit ve eleştiride bulunulurken kat’î olarak “ölçülü” olunması, hem insanî ve ahlâkî bir vazife, hem de kanunî bir kuraldır. Aksi kabul edilemez.

Bir devlet büyüğünün (adamının) devlet ile ilgili konularda verdiği kararlara destek sağlayan, moral ve ilham veren sözler söylemeyebilirsiniz. Fakat onur, şeref ve saygınlığını rencide eden ağır sözler de söyleyemezsiniz. Sonra da yapılan ahlâksızlığı, bu aymazlığı, bu kanunsuzluğu duygusal bir tepki” olarak da değerlendiremezsiniz.

Küfür ve hakaret bazı toplum ve kültürlerde “insanî bir durum” olarak kabul görse de bunun bir devlet büyüğüne (adamına) karşı uluorta, pervasızca söylenmesi ne insanî bir durum, ne duygusal ve anlık bir tepki, ne de kültürün bir parçası olarak açıklanabilir. Bu ancak densizlik, münasebetsizlik, insanî hisleri yitirmek ve ruh sağlığı” sorunu ile açıklanabilir.   

Güzel konuşmak, doğru tespitte bulunmak, bir sorunu/meseleyi ve bunun çözüm yollarını yapıcı/yol gösterici eleştirel bir dille anlatmak, medenî ölçüler dairesinde konuşmak doğrudur. İyi bir eleştirmen, iyi bir gözlemci, iyi bir yorumcu, muhataplarına ve haklarında konuştuklarına eliyle, diliyle, sözleriyle zarar vermez. Her kim bir insanın saygınlığına saldırıyor, toplum nezdinde ve başkalarının gözünde küçük düşürecek kaba, çirkin ve hoş olmayan sözler sarf ediyorsa, bu asla kabul edilebilir bir durum değildir. Biliyoruz ki, “medenî, çağdaş veya asrî insan” denilince, muhatapları ile yüz yüze konuşan, gıyaben haklarında bahisle içinden geçenleri güzel, anlaşılır sözlerle ifade eden, diyalog yollarını açık tutan, kırıcı olmadan eleştiren kişi akla gelir.

Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’in (sav) bir hadîs-i şeriflerinde, “Kem söz sahibine aittir” dediği rivayet edilir. Sevgili Peygamberimiz bir başka hadîs-i şeriflerinde de, Mümin çok kınayan, çok lânet eden, hayâsız, pis ve çirkin konuşan kimse değildir buyurarak, kötü söz ve hakaretin mümine yakışan bir özellik olmadığını vurgulamıştır.

Her insanın hoş karşılanmayacak eleştirel bir davranışı, fiili veya sözü mutlaka vardır. Her insanın, her vatandaşın, her seçmenin, her bireyin kafasında ülkesini büyük ve güçlü hâle getireceğine inandığı ideal devlet adamı” vardır. İnsanın, aklından ve kalbinden geçirdiği her şeyi gerçekleştirmesi ve sahip olması mümkün değildir. Hoşlanılmayan, hoşa gitmeyen ya da istenilmeyen bir şeyi değiştirmek istemek, bu çabayı taşımak, inandığı o yolda ilerlemek çok doğal, olağan ve normal bir şeydir. Fakat normal olmayan, hayatta bazı şeyleri küfür ve hakaret ederek değiştirme çabasıdır.