Hayatın saadet şifresini çözecek üç mektep

İnsanın çaresi insanın fıtratına kodlanmış olanda, toplumların çaresi fert fert varlık bilincini özündeki hazine ile donatmakta saklı. Tuhaftır, ancak dünyanın kürevî oluşunun dahi bir mesaj olduğuna inanıyorum. Her insana, her coğrafyaya her şartta bir ufuk ikram edildiğine iman ederek seyrediyorum arzı, arşı ve insanı. İşte bu seyirle umudum pekişiyor. Bir gün bu üç mektebin bilimsel açıdan incelenerek akademik düzlemde öğrenci kabulü yapacak mekteplere dönüşmesi için zihnen, kalben ve fiilen duaya duruyorum…

HER eski, kıymettar değildir. Ancak yıllara rağmen değer yitimine uğramayan her şey, “klasik” unvanını hak eder. Ve toplumlar için her alanda varlığını koruyan klasikler bir kök, bir öz değer kimliği hükmündedir. Ve paha biçilmez birer servettir.

Ancak, söz konusu “kök” son din İslâm’dan beslenen bir damar barındırıyorsa, insanın adalet, hürriyet ve eşitlik gibi şartlarını koruyacağından, hesapsız ve kitapsız biçimde kullanılan bir meta hâline getirilemeyeceğinden ve İlâhî yasalar dairesinde canlı türlerini tüketme konforuna haiz olamayacağından, bu köklü geçmiş, lâdinî sömürgecilerin birinci düşmanı olma vasfını korumaya devam edecektir.

İşte bu sebeple inanç merkezli kültürlerin asimile edilmesi için her alan ve kanaldan misyonerlik yapan modern Haçlılar, görünürde eskiyi yenilerken, saklı olarak insanı köksüzleştirmek için İslâm coğrafyalarında sahip olunan tüm kadim değerlerle kavga ediyor.

Etrafımıza şöyle bir baktığımızda, gördüğümüz, duyduğumuz, barındığımız, yediğimiz yahut giydiğimiz her şeyin değiştiğini ve bu değişime sahip olmak için köleler gibi çalıştığımızı ve kazandığımızı vererek “yeni”yi satın aldığımızı görürüz.

Mûsikîmiz, mimarimiz, eşyamız, beslenme alışkanlıklarımız biteviye yenilenmelidir. Çünkü bu, modern Haçlıların plânladığıdır.

Malûmdur ki, insan, şartları dairesinde ve düşünce yetisiyle kültürleri oluşturma yeteneğine sahip tek canlıdır. Ve yine insan, inandığı değerlerle oluşturduğu kültürün transferini gelecek zamanlara taşıyacak yegâne dinamiktir. Bu gerçeklik çerçevesinde modern dünyayı dizayn edenlerin yeni trendi, köklerle bağı kopararak, gelecek neslin büyükanneleri, büyükbabaları ve deneyimli hocalarıyla irtibatını kopararak tehdit ve tehlikelere karşı uyarılmalarını engellemek.

Kimliksiz ve tamamen kişiliksiz kalmış kitleleri sömürmek hem daha az maliyetli, hem de daha kazançlı olacağından, modern Haçlılar, kuracakları yeni kazanç tezgâhlarının gecikmesini engellemek için yaşlı insanları yani tecrübeyi tehdit olarak görüyorlar.

Hâlbuki tecrübe kıymetlidir. Batı/l bu kıymetin pekâlâ farkında ve tecrübeyi “know-how” ve “network” şeklinde pazarlamayı profesyonellikten sayarken, pazar olarak gördüğü toplumların kendilerine yetebilirliğini sağlayacak özgün tecrübelerden yani yaşayan tarihten, tecrübe edilmiş deneyimlerden uzaklaştırmak istiyor.

Evet, büyük resmin bize söyledikleri bu minvalde olunca, evladımız ve onların geleceği için duyduğumuz endişeyle “tecrübe mektebi yaşlılarımız” ve gelecek konusunda hassasiyetlerimizi yükseltmediğimiz takdirde, öz kültüründen koparılmış bağsız, temel dinamiklerinden mahrum kalmış, köksüz bir neslin eyledikleriyle yüzleşmek zorunda kalacağız. Merhametsiz, şefkatsiz, maneviyatsız bir geleceğin temelleri atılmış olacak.

Gelecek zamanlarımızın köklerimizle irtibatlı kaldığımız kadar ihtişamlı, evladımızın geçmişimizde var olan maddî-manevî değerleri ve sınanmış tecrübeleri kuşandığı kadar saadetli olacaklarına inandığımız nispette, toplumsal dinamiklerinden beslenen, kendine has düşünce ve duygu üretimini durdurmayan ve toplumsal gelişime katkı sağlayan gençler yetiştirmek boynumuzun borcu.

Çünkü duyguları rehin alınmış, düşünce kabiliyeti ipoteklenmiş bir nesil, robotlaştırılmış bir güruh olmaktan fazlasını ifade etmeyecektir. 

Hem kendi hiçleştirilişiyle yalnızlaşacak, hem duygusuzlaştıkça kendinden öncekilere ve sonrakilere hürmet, saygı, muhabbet, vicdan ve sevgi gibi ulvi hislerden yoksunlaşacak. Ve derken makineleşmiş bir akıl, ihmâl edilmiş bir kalp ile zulmün kılıcı olma ihtimâli artacak. Çünkü duygudan arındırılmış akıl, insanın canavarlaşmasını sağlayacak bir tehdit hâline dönüşecek.

Zira insanı insan kılan akıl ipoteklendiğinde ve hissiyat köreltildiğinde, bedensel kaygılardan başka gayesi olmayan bir varlık kalacaktır geriye.

Aklî ve kalbî ihmâllerle inkârın eşiğinde kıvranan insan için zulüm “güç”, merhametsizlikse “profesyonellik” olarak adlanacaktır ki Batı/lın muradı da bundan başka bir şey değildir!

Bu sebepledir ki, fıtrî olduğu kadar dünyevî özgüven ve özünden bir kaynak olan yaşlılarımızla gençlerin kuracağı bağ, bir nevi varoluş hikâyesinin takdimini okuma hükmünde olacaktır.

Modern zamanlarda yaşlıların bir yük gibi görülmesi yaygınlaşırken, yükten kurtulan ailelerin dağılmanın eşiğinde çırpındıkları gerçeği de inkâr edilemez. Mazinin yaşayan şahidi büyükanne ve babaları ile iletişim kurma şansından yoksun kalan gençlerin geleceğe doğru attığı adımlarında gayr-i ihtiyarî hesapsız bir cesaret olacaktır. Çünkü büyükler, sese ve söze gerek duyulmadan, varlıkları üzerinde senelerin izlerini taşıyan ve zamanın vefasızlığını haykıran bir çığlık gibi gerçeklerden söz ederler. Onların bu çığlığını henüz okuyamayan çocuklar ve gençlerin büyük anne-babalarına duydukları hassasiyetin sevgi olduğunu sanmaları durumunda da bir yanılgı vardır. Aslında, kendinden daha yorgun, daha bilgili, daha çökmüş görüntülerinin vicdanlarını harekete geçirmesi, kendi zaman yolculuğunun akıbetini sessizce fısıldaması ve ihtiyarî bir anlayış ile tanışmasını sağladığındandır.

Öte yandan, yılların izini taşıyan kırışık yüzlere bakmayan ve elleri öpmeyen bir gencin “‘Ne oldum’ değil, ‘Ne olacağım’” mesajını okuyacağı kıymetli bir pratiktir.

Yine modernitenin buyurganlığı neticesinde metropollerde yaşayan ebeveynin gerek iş yoğunluğu, gerek mesafe gereği çocuklarının büyük anne-babaları ile temasını sağlayamayabiliyor. Hatta böylesi bir nimeti yitirmenin kederini taşıyan anne babalar için çocuklarını kıymettar bir tecrübeden yoksun bırakabiliyor. Fakat her şeyin hızla pratikleştiği şu dönemlerde muhakkak bir çözüm üretilebilir. Meselâ, arkadaşlarının dede ve nenesi ile tanışması sağlanabilir, huzur evlerini ziyaret etmelerini sağlayarak farkındalık oluşturulabilir. Sosyal hizmetler bu anlamda büyük kolaylıklar sağlıyor.

Unutmayalım ki, modernizm, Doğulu (daha net ifade ile Batı/lın varlığını izah için muhtaç olduğu ötekiler) geçmişin huzuru ve büyüklerimiz ile irtibatı kesmekteki ısrarı iki açıdan önemlidir: İlki, özellikle İslâm coğrafyalarını tercih ederek tecrübeli oldukları kendi kültürlerinin acemisi kılmak ve bu acemilik üzerinden tüketim sahalarında sömürmek; ikincisi ise, bağları ile ortak payda barındırmayan nesillerin zihinlerini kullanarak daimî bir asimilasyonu dinamik tutacak “post”un ucunu açık tutmak…

Bu kısacık değerlendirme sonrasında ısrarla şu üç “mektebi” hayata geçirme hayâlleri kuruyorum:

İlki: “Masumiyet mektebi”nde yetişkinlerin saf akılları ve masum kalplerini hatırlamalarını sağlamalıyız ki fıtratla kavgası olan Batı/la karşı en esaslı metodu hayata geçirebilelim.

İkincisi: “Zarafet mektebi” ile kadının ve erkeğin annesi olma mâkâmındaki kadınların ruhlarına kodlanmış şefkat, zarafet, nezahet ve letafet duygularını yeniden uyandırmalıyız ki yaratılışına uymayan kadın ruhunun örselenmesiyle hoyratlaşan dünyamızı yeniden onarabilelim.

Üçüncüsü: “Tecrübe mektebi” ile köklerimiz ve öz kültürümüz ile yeniden bağ kurmanın adresini aktif hâle getirmeliyiz ki yaşanmış ve tecrübe edilmiş öğretilerin ihlasından fayda devşirebilelim.

Bu üç alanı, insanın saadeti için “anabilim dalı” olarak kabul ediyor, bu periyotta bir hayat anlayışı ile hem fıtrî olan potansiyelin aktif hâle geçirilmesi, hem varlık bilincinin gayet insanî şekilde tazelenmesi ve hem de sentetik olmayan bir metodun hayata aksetmesi açısından dolaysız ve pratik bir yöntem olacağına inanıyorum.

Böylece orijinal olanı yıkıp yerine ikâme edilmeye çalışılan sentetik her formülün hayata geçirilmesinde parmağı olan Batı/lın muradındaki “Tanrı’ya meydan okuma” cüretine karşı sahici ve esas bir dirayet göstermeyi tercih edişimizin de Rabbimiz nezdinde ibadet hükmünde kabul göreceğine inanıyorum.

Bu tahayyülüm kimileri için basit bir öngörü, kimileri için ütopik ve kimileri için de duygusal bir umut olarak gelebilir. Fakat inanıyorum ki, insanın çaresi insanın fıtratına kodlanmış olanda, toplumların çaresi fert fert varlık bilincini özündeki hazine ile donatmakta saklı. Tuhaftır, ancak dünyanın kürevî oluşunun dahi bir mesaj olduğuna inanıyorum. Her insana, her coğrafyaya her şartta bir ufuk ikram edildiğine iman ederek seyrediyorum arzı, arşı ve insanı. İşte bu seyirle umudum pekişiyor. Bir gün bu üç mektebin bilimsel açıdan incelenerek akademik düzlemde öğrenci kabulü yapacak mekteplere dönüşmesi için zihnen, kalben ve fiilen (17 yıldır “Nesrin Çaylı Sanat ve Okuma Evi” adlı atölyemde uyguladığım metottur bu) duaya duruyorum.

Ve biliyorum, bu cennet vatanda, vatan sevdasını imandan bilen, insanın var ediliş gayesini idrakten ve kulluk bilincinden sayarak benim gibi düşünen devlet yöneticileri, hükûmet yetkilileri, meselesi insan olan ağabeylerim, hanımefendiler ve beyefendiler ve de hatta pırıl pırıl zekâya sahip gençlerimiz var.

Israrlıyım bu tahayyülün izini sürmekte. Tek başıma yahut benim gibi düşünenlerle buluşarak, bir gün bu hayâl, ülkemin dört bir köşesinde hayat bulacak. Hiç olmazsa her evde bu üç mektep tedrisatı yeniden inşâ olunacak ve hayatın saadet şifreleri, “Masumiyet Mektebi”, “Zarafet Mektebi” ve “Tecrübe Mektebi”nin yeniden ikâmesi ile çözülecek!

Yazının bu noktasına kadar okuma sabrını gösteren annelerin, babaların ve gençlerin nesrincayli.ajanda@gmail.com adresinden bana ulaşmasını diliyorum.