
HER eski, kıymettar
değildir. Ancak yıllara rağmen değer yitimine uğramayan her şey, “klasik”
unvanını hak eder. Ve toplumlar için her alanda varlığını koruyan klasikler bir
kök, bir öz değer kimliği hükmündedir. Ve paha biçilmez birer servettir.
Ancak,
söz konusu “kök” son din İslâm’dan beslenen bir damar barındırıyorsa, insanın
adalet, hürriyet ve eşitlik gibi şartlarını koruyacağından, hesapsız ve kitapsız
biçimde kullanılan bir meta hâline getirilemeyeceğinden ve İlâhî yasalar
dairesinde canlı türlerini tüketme konforuna haiz olamayacağından, bu köklü
geçmiş, lâdinî sömürgecilerin birinci düşmanı olma vasfını korumaya devam
edecektir.
İşte
bu sebeple inanç merkezli kültürlerin asimile edilmesi için her alan ve
kanaldan misyonerlik yapan modern Haçlılar, görünürde eskiyi yenilerken, saklı
olarak insanı köksüzleştirmek için İslâm coğrafyalarında sahip olunan tüm kadim
değerlerle kavga ediyor.
Etrafımıza
şöyle bir baktığımızda, gördüğümüz, duyduğumuz, barındığımız, yediğimiz yahut
giydiğimiz her şeyin değiştiğini ve bu değişime sahip olmak için köleler gibi
çalıştığımızı ve kazandığımızı vererek “yeni”yi satın aldığımızı görürüz.
Mûsikîmiz,
mimarimiz, eşyamız, beslenme alışkanlıklarımız biteviye yenilenmelidir. Çünkü
bu, modern Haçlıların plânladığıdır.
Malûmdur
ki, insan, şartları dairesinde ve düşünce yetisiyle kültürleri oluşturma
yeteneğine sahip tek canlıdır. Ve yine insan, inandığı değerlerle oluşturduğu
kültürün transferini gelecek zamanlara taşıyacak yegâne dinamiktir. Bu
gerçeklik çerçevesinde modern dünyayı dizayn edenlerin yeni trendi, köklerle
bağı kopararak, gelecek neslin büyükanneleri, büyükbabaları ve deneyimli
hocalarıyla irtibatını kopararak tehdit ve tehlikelere karşı uyarılmalarını
engellemek.
Kimliksiz
ve tamamen kişiliksiz kalmış kitleleri sömürmek hem daha az maliyetli, hem de
daha kazançlı olacağından, modern Haçlılar, kuracakları yeni kazanç tezgâhlarının
gecikmesini engellemek için yaşlı insanları yani tecrübeyi tehdit olarak
görüyorlar.
Hâlbuki
tecrübe kıymetlidir. Batı/l bu kıymetin pekâlâ farkında ve tecrübeyi “know-how”
ve “network” şeklinde pazarlamayı profesyonellikten sayarken, pazar olarak
gördüğü toplumların kendilerine yetebilirliğini sağlayacak özgün tecrübelerden
yani yaşayan tarihten, tecrübe edilmiş deneyimlerden uzaklaştırmak istiyor.
Evet,
büyük resmin bize söyledikleri bu minvalde olunca, evladımız ve onların
geleceği için duyduğumuz endişeyle “tecrübe mektebi yaşlılarımız” ve gelecek konusunda
hassasiyetlerimizi yükseltmediğimiz takdirde, öz kültüründen koparılmış bağsız,
temel dinamiklerinden mahrum kalmış, köksüz bir neslin eyledikleriyle yüzleşmek
zorunda kalacağız. Merhametsiz, şefkatsiz, maneviyatsız bir geleceğin temelleri
atılmış olacak.
Gelecek
zamanlarımızın köklerimizle irtibatlı kaldığımız kadar ihtişamlı, evladımızın
geçmişimizde var olan maddî-manevî değerleri ve sınanmış tecrübeleri kuşandığı
kadar saadetli olacaklarına inandığımız nispette, toplumsal dinamiklerinden
beslenen, kendine has düşünce ve duygu üretimini durdurmayan ve toplumsal
gelişime katkı sağlayan gençler yetiştirmek boynumuzun borcu.
Çünkü
duyguları rehin alınmış, düşünce kabiliyeti ipoteklenmiş bir nesil, robotlaştırılmış
bir güruh olmaktan fazlasını ifade etmeyecektir.
Hem
kendi hiçleştirilişiyle yalnızlaşacak, hem duygusuzlaştıkça kendinden
öncekilere ve sonrakilere hürmet, saygı, muhabbet, vicdan ve sevgi gibi ulvi
hislerden yoksunlaşacak. Ve derken makineleşmiş bir akıl, ihmâl edilmiş bir kalp
ile zulmün kılıcı olma ihtimâli artacak. Çünkü duygudan arındırılmış akıl,
insanın canavarlaşmasını sağlayacak bir tehdit hâline dönüşecek.
Zira
insanı insan kılan akıl ipoteklendiğinde ve hissiyat köreltildiğinde, bedensel
kaygılardan başka gayesi olmayan bir varlık kalacaktır geriye.
Aklî
ve kalbî ihmâllerle inkârın eşiğinde kıvranan insan için zulüm “güç”,
merhametsizlikse “profesyonellik” olarak adlanacaktır ki Batı/lın muradı da
bundan başka bir şey değildir!
Bu
sebepledir ki, fıtrî olduğu kadar dünyevî özgüven ve özünden bir kaynak olan
yaşlılarımızla gençlerin kuracağı bağ, bir nevi varoluş hikâyesinin takdimini
okuma hükmünde olacaktır.
Modern
zamanlarda yaşlıların bir yük gibi görülmesi yaygınlaşırken, yükten kurtulan
ailelerin dağılmanın eşiğinde çırpındıkları gerçeği de inkâr edilemez. Mazinin
yaşayan şahidi büyükanne ve babaları ile iletişim kurma şansından yoksun kalan
gençlerin geleceğe doğru attığı adımlarında gayr-i ihtiyarî hesapsız bir
cesaret olacaktır. Çünkü büyükler, sese ve söze gerek duyulmadan, varlıkları
üzerinde senelerin izlerini taşıyan ve zamanın vefasızlığını haykıran bir çığlık
gibi gerçeklerden söz ederler. Onların bu çığlığını henüz okuyamayan çocuklar
ve gençlerin büyük anne-babalarına duydukları hassasiyetin sevgi olduğunu
sanmaları durumunda da bir yanılgı vardır. Aslında, kendinden daha yorgun, daha
bilgili, daha çökmüş görüntülerinin vicdanlarını harekete geçirmesi, kendi
zaman yolculuğunun akıbetini sessizce fısıldaması ve ihtiyarî bir anlayış ile
tanışmasını sağladığındandır.
Öte
yandan, yılların izini taşıyan kırışık yüzlere bakmayan ve elleri öpmeyen bir
gencin “‘Ne oldum’ değil, ‘Ne olacağım’” mesajını okuyacağı kıymetli bir pratiktir.
Yine
modernitenin buyurganlığı neticesinde metropollerde yaşayan ebeveynin gerek iş
yoğunluğu, gerek mesafe gereği çocuklarının büyük anne-babaları ile temasını
sağlayamayabiliyor. Hatta böylesi bir nimeti yitirmenin kederini taşıyan anne
babalar için çocuklarını kıymettar bir tecrübeden yoksun bırakabiliyor. Fakat
her şeyin hızla pratikleştiği şu dönemlerde muhakkak bir çözüm üretilebilir.
Meselâ, arkadaşlarının dede ve nenesi ile tanışması sağlanabilir, huzur
evlerini ziyaret etmelerini sağlayarak farkındalık oluşturulabilir. Sosyal
hizmetler bu anlamda büyük kolaylıklar sağlıyor.
Unutmayalım
ki, modernizm, Doğulu (daha net ifade ile Batı/lın varlığını izah için muhtaç
olduğu ötekiler) geçmişin huzuru ve büyüklerimiz ile irtibatı kesmekteki ısrarı
iki açıdan önemlidir: İlki, özellikle İslâm coğrafyalarını tercih ederek
tecrübeli oldukları kendi kültürlerinin acemisi kılmak ve bu acemilik üzerinden
tüketim sahalarında sömürmek; ikincisi ise, bağları ile ortak payda
barındırmayan nesillerin zihinlerini kullanarak daimî bir asimilasyonu dinamik
tutacak “post”un ucunu açık tutmak…
Bu
kısacık değerlendirme sonrasında ısrarla şu üç “mektebi” hayata geçirme hayâlleri
kuruyorum:
İlki:
“Masumiyet mektebi”nde yetişkinlerin saf akılları ve masum kalplerini hatırlamalarını
sağlamalıyız ki fıtratla kavgası olan Batı/la karşı en esaslı metodu hayata
geçirebilelim.
İkincisi:
“Zarafet mektebi” ile kadının ve erkeğin annesi olma mâkâmındaki kadınların
ruhlarına kodlanmış şefkat, zarafet, nezahet ve letafet duygularını yeniden
uyandırmalıyız ki yaratılışına uymayan kadın ruhunun örselenmesiyle hoyratlaşan
dünyamızı yeniden onarabilelim.
Üçüncüsü:
“Tecrübe mektebi” ile köklerimiz ve öz kültürümüz ile yeniden bağ kurmanın
adresini aktif hâle getirmeliyiz ki yaşanmış ve tecrübe edilmiş öğretilerin
ihlasından fayda devşirebilelim.
Bu
üç alanı, insanın saadeti için “anabilim dalı” olarak kabul ediyor, bu
periyotta bir hayat anlayışı ile hem fıtrî olan potansiyelin aktif hâle
geçirilmesi, hem varlık bilincinin gayet insanî şekilde tazelenmesi ve hem de
sentetik olmayan bir metodun hayata aksetmesi açısından dolaysız ve pratik bir
yöntem olacağına inanıyorum.
Böylece
orijinal olanı yıkıp yerine ikâme edilmeye çalışılan sentetik her formülün
hayata geçirilmesinde parmağı olan Batı/lın muradındaki “Tanrı’ya meydan okuma”
cüretine karşı sahici ve esas bir dirayet göstermeyi tercih edişimizin de
Rabbimiz nezdinde ibadet hükmünde kabul göreceğine inanıyorum.
Bu
tahayyülüm kimileri için basit bir öngörü, kimileri için ütopik ve kimileri
için de duygusal bir umut olarak gelebilir. Fakat inanıyorum ki, insanın çaresi
insanın fıtratına kodlanmış olanda, toplumların çaresi fert fert varlık
bilincini özündeki hazine ile donatmakta saklı. Tuhaftır, ancak dünyanın kürevî
oluşunun dahi bir mesaj olduğuna inanıyorum. Her insana, her coğrafyaya her
şartta bir ufuk ikram edildiğine iman ederek seyrediyorum arzı, arşı ve insanı.
İşte bu seyirle umudum pekişiyor. Bir gün bu üç mektebin bilimsel açıdan
incelenerek akademik düzlemde öğrenci kabulü yapacak mekteplere dönüşmesi için
zihnen, kalben ve fiilen (17 yıldır “Nesrin Çaylı Sanat ve Okuma Evi” adlı atölyemde
uyguladığım metottur bu) duaya duruyorum.
Ve
biliyorum, bu cennet vatanda, vatan sevdasını imandan bilen, insanın var ediliş
gayesini idrakten ve kulluk bilincinden sayarak benim gibi düşünen devlet
yöneticileri, hükûmet yetkilileri, meselesi insan olan ağabeylerim,
hanımefendiler ve beyefendiler ve de hatta pırıl pırıl zekâya sahip gençlerimiz
var.
Israrlıyım
bu tahayyülün izini sürmekte. Tek başıma yahut benim gibi düşünenlerle
buluşarak, bir gün bu hayâl, ülkemin dört bir köşesinde hayat bulacak. Hiç
olmazsa her evde bu üç mektep tedrisatı yeniden inşâ olunacak ve hayatın saadet
şifreleri, “Masumiyet Mektebi”, “Zarafet Mektebi” ve “Tecrübe Mektebi”nin
yeniden ikâmesi ile çözülecek!
Yazının bu noktasına kadar okuma sabrını gösteren annelerin, babaların ve gençlerin nesrincayli.ajanda@gmail.com adresinden bana ulaşmasını diliyorum.