Hayatın gerçek ritmi

Aynı hedefe inanmışlık eylem ile sınanır. İnsanın maddî bedeni mânâ âlemine işret ettiği gibi, mânâ âlemi de maddî bedene davetiye çıkarır. İnsan her an farklı hâl üzere olduğundan, her hâlin bir frekansı olur. İnsan o anki frekans ile hayatını şekillendirir. Hayatın ritmi ve frekansı, bir ömre adanmış bedenin lâyıkıyla muamele görmesiyle mümkündür.

UYUM, hayatın ilim açısından estetik ölçüsüdür. Uyumun olmadığı yerde herhangi bir ahenkten söz edilemez. Ahenkli ölçü birimi estetiğin kapısı olduğu gibi ahlâk da bu kapının anahtarıdır. Bir metinde yer alan kelimelerin birbiriyle uyumu, o metne bir biçim ve güzel bir estetik katarak tensik oluşturur.

Evrendeki en güzide yer olan Dünya gezegeni, şimdiki hâliyle bile insan hayatının devamı açısından seçilmiş tek yerdir. Şimdiki bilgiyle bile Dünya dışında insan hayatının devam edebileceği bir yer keşfedilmemiştir. Başka yerler olsa bile değişen bir şey olmayacaktır. Ancak Dünya’nın insan için seçilmiş güzide yer olması, açıkça seçilmiş bir canlı olarak insanoğlunu ortaya çıkarıyor.

İnsanın hayat içerisinde gerek maddî, gerekse manevî âlemdeki uyumu onu tensik gibi bir ahenge ulaştırır. Evrende bilinen elektromanyetik spektrum, hangi frekans aralığında, hangi dalga boyu ve enerjinin öngörüsünü kavrayan bir sistemdir? Bunun içerisinde sadece görünür ışık bölgesi, insan gözünün çıplak olarak uyumlu olduğu aralıktır. Bu aralık ise mevcut ışıklar içerisinde binde bir derecesinden daha düşüktür. Bu kadar dar bir ışık spektrumu alanında insan gözü her renge aşina bir kabiliyette donatılmıştır.  

Bir futbol topuna bir çocuğun vurmasıyla bir yetişkinin vurması aynı etkiyi oluşturmaz. Gerek maddî, gerekse manevî âlemdeki olaylarda da benzer durum geçerlidir. Maddeler ateş, ışık ve frekanslarda farklı davranış sergiledikleri gibi farklı ışık ve ısı altında da farklı davranış sergilerler. Hassas bir boya ile boyanmış maddenin yüzeyi ışığın geliş yönüne göre farklı renkte görülebilir. Işık şiddeti yani enerjisi arttıkça bir madde içerisine nüfuz etme özelliği de artar. Burada esas olan, enerjisinin artmasıyla daha derine dalması olarak görünse de temelde yatan neden, dalga boyu küçüldükçe, ışığın, maddenin atomları arasından ilerlemesinin kolaylaşmasıdır.

Bu ve benzer nedenlerden ötürü maddeler farklı frekanslarda farklı davranış sergileyebilirler. Aldıkları etkiye karşı bir tepki olarak ortada duran bu durum, maddelerin doğası hakkında da bir bilgi içerir. En temelde maddelerin farklı frekanslarda farklı tepkiler ortaya koymaları, enerjilerinin hesaplanabilir olmasını yani kuantumlu olmasını temel aldığı anlamına gelir. Bu durum aslında sürekli değil, kesikli bir hayatın temeline bir işarettir. Ancak her şeyde devamlılık esas olduğu gibi, bu tür maddî olaylarda da devamlılık öne çıkmaktadır. Birer birer sayılabilen fotonlar o kadar hızlı hareket ediyorlar ki onları sürekli görüyoruz. 

Bu tür olayların her biri günümüzde uzmanlık gerektiren alanlardır. Farklı frekans uygulanan maddeler farklı özelliklerini sergilerler. Düşük frekans uygulanan yerde iyonlar etkilenir ve ona göre davranış sergilenir. Radyo frekansı bölgesinde bir frekans uygun maddeye uygulandığında ise iki polar kutuplanması olur. Mikrodalga frekansı uygun maddeye uygulandığında ise atomlar bir hizaya gelme eğilimi gösterirler. Zira atomlar radyo frekansı bölgesine göre daha yüksek enerjide bir durumla karşı karşıya kalmışlardır.

Benzer şekilde, yüksek enerjili başka bir elektromanyetik sinyal maddeye uygulandığında ise atoma bağlı olan son yörüngedeki elektronlar yerlerinde duramaz ve titreşmeye başlarlar. Bu durum tam olarak halay çeken bir durumda halaycı başına benzer. Halaycı başı diğerlerine göre biraz daha bireysel harekete müptelâdır.

Armoni, ahenk, ritim ve daha bir sürü şey

Maddî dünyanın bu şekilde her bir bilimsel özelliğinin bir etkisi vardır. Manevî dünyanın da kendi arasında düzeyleri olması normaldir. Sabâ, Uşşâk, Rast, Segâh ve Hicâz, bilindiği üzere sırasıyla sabah, öğle, ikinci, akşam ve yatsı namazlarında okunan ezanların makamlarıdır. Bu makamlar ortama tam anlamıyla bütün varlık ile uyum için farklı şekilde okunmaktadır. Sabah Hicâz veya öğle Sabâ makamında okumak, uyumu ortadan kaldırır, en azından kulağa hoş gelmekten uzaklaşır.

Bu makamların notalar ve perdelerdeki farklılıkları da göz önünde bulundurulduğunda, işlerin ne kadar hassas ve estetik üzerine kurulduğu görülür. Her makamın kendi özelliği ve etkisi vardır.

Hissedildiği üzere Sabâ makamı dügâh perdesinde karar eden makamlardan olup, seyir özelliği çıkıcı olup günün karanlıktan sıyrılışına işarettir. Segâh, soylu bir hüzün anlamı içerir. Hüznün olduğu yer, günün sona ermesine işaret eder. Segâh makamının şişmanlık, uykusuzluk, yüksek tansiyon, kalp ve akciğer hastalıklarına iyi geldiğini ileri sürenler bile vardır. Segâh, Farsçada “üçüncü” anlamına gelir. Bu durum vakit ezanı ile karıştırılmamalıdır. Sabah ile öğle vakti birinci, öğle ile ikindi ikinci ve ikindi ile akşam üçüncü ses aralığı olarak düşünüldüğünde, üçüncü ses aralığının bitişi olarak hüzünlü akşam vaktine yol verir. Bunun gibi diğer makam ve vakitler de değerlendirilebilir.

Psikolojide bir durum vardır: Haklı dahi olsanız, eğer sesiniz olmasından gereksiz şekilde yüksek çıkıyor ise haksız duruma düşersiniz. Burada haklı iken haksız duruma düşmek, uyumsuzluğun bir neticesidir. Hayatın bütün aşamaları da böyledir.  

Eğer insan hayatta haksız ise, hata kaçınılmaz hâl alır. Bunu doğru kullanmak amacıyla “yalan makinesi” ihtiyacı ortaya çıktı. En basitinden, yalan söyleyen kişinin yüzü kızarır, terler. Bunun gibi, olaylar gündelik plânda bireyler için bir ipucu olsa da profesyonel kişiler için geçerliliğini yitirebilir. İnsan bedenine doğrudan farklı frekanslarda elektromanyetik radyasyon uygulandığında farklı etkiler çıkabilir. Bunlar olumlu olduğu gibi olumsuz da olabilir. Lazerler toplu ışıklar olduğundan, deri içerisine enjekte edilerek tabakaların içindeki istenmedik lekeler temizliğinde bu, makbul yöntemlerden biridir. Ayrıca istenmeyen kıl köklerine şiddetli lazer tutularak kökler yakılmakta ve kalıcı çözümler üretilebilmektedir.

Yön işaretleri

İnsan maddî bir beden ve manevî dünyadan oluşmuş bir canlıdır. Bu anlamda maddî yön ile uykusuzluk, endişe, ağrı kesici ve benzer durumlar için kimyasal yolla madde alabildiği gibi, frekans tedavisi de kullanabilir. Frekans tedavisi daha geç cevap verir ancak vücuda zararı azdır.

İnsanın manevî dünyası maddî dünyasından, maddî dünyası da manevî dünyasından etkilenir. En huzurlu insan, bu dünyaların uyumuyla ortaya çıkar. Beden manevî dünyaya yük olmadığı gibi, manevî dünya da bedenî kötülüklere sürüklememelidir. Bu dengenin tek yolu, doğru uyumu yakalamaktır.

İnsan, dinlemek üzere kendine uygun müziği seçer. Gençler daha çok hareketli, orta yaşlılar ise Türk sanat müziğine meylederler. Makbul bir insan için genç, orta ve yaşlı insanların birlikteliğine hitap eden hayat tarzı gereklidir. Genç, orta ve yaşlı sınıfındaki insanların uyumunu ortaya koyacak iki ana omurga bulunur: Bunlardan birisi aynı hedefe inanmak, diğeri ise bu inanılan hedefin gereklerini birlikte icra etmektir.

Aynı hedefe inanmayan insanların kalıcı uyumu söz konusu değildir. Menfaatleri bitince yolları ayrılan insanların uyumundan bahsedilemez. Ayrıca az sayıdaki aynı hedefe inananlar, çok sayıdaki farklı hedeflere inananlara üstün gelir.

Aynı hedefe inanmışlık eylem ile sınanır. İnsanın maddî bedeni mânâ âlemine işret ettiği gibi, mânâ âlemi de maddî bedene davetiye çıkarır. İnsan her an farklı hâl üzere olduğundan, her hâlin bir frekansı olur. İnsan o anki frekans ile hayatını şekillendirir. Hayatın ritmi ve frekansı, bir ömre adanmış bedenin lâyıkıyla muamele görmesiyle mümkündür.

İnsanın en büyük adanmışlığı, bir ömür ağacında olgunlaşmaktır. Olgunlaşmanın ölçüsü ise nesilleri idare eden fikrin asrın idrakine uygun şekilde sınandığını ortaya koymaktır. Genç, yetiştin ve yaşlı bireylerin kendi evrelerinde ortak eylemi ortaya koymaları gerekir.

Her yaştaki insanın ortaya koyacağı eylem, maddeden sıyrılarak mânâya evirilmekle ortak bir düzeyde birleşebilir. Bu durumu günlük hayattan yemek ile açıklamak mümkündür: Tenceredeki yemek tek kapta pişer ama herkes tabağına yiyeceği kadarını alır. Lezzet aynı, koku aynı, ama mideye giden yemekler farklı bedenlerde can bulur. Madde âlemindeki bu rızıklar mânâ âleminde de karşılık bulur.

İnsanlar işaret dilleri ile anlaşabildikleri gibi farklı lisanla da konuşabilirler. Bunların hepsi en temelde geometrik şekiller olarak yani semboller düzeyinde işlem görür. İnsanların anlaşmalarının arkasında ya menfaat vardır ya da mânâ yüklü semboller. Maddî ve manevî menfaatin insana faydası olmadığını buraya bırakmak gerekir.

Güneş, Ay ve yıldızlar, uzay serüvenlerinde belli bir geometrik şekil çizerek sembol oluştururlar. İnsanın da günlük hayatta bedenen gezindiği yerler şekiller üzerinden renklendirilse, bir kaos veya düzen çıkar. Kaosun çıktığı yerler insanın ya gündelik basit işleri veya istenmedik zaman israfının geçirdiği yerlere karşılık gelir. Düzenin çıktığı hareket ve semboller ise ilm-i mîkatta tezahür eder.

Tamlanan ve tamlayan

Evrende en güzel geometrik şekil ve semboller birbirini tekrar eden ve yumuşak eğilmelerdir. Birbirini tekrar eden şekiller bir düzenin parçasını gösterdiği gibi, bir de hayatın doğru tekrarlardan oluştuğunu gösterirler. Eğilmeler ya bir merkez etrafında ya da odak noktasında olur. Merkeze doğru eğilmek bütün insanlığın da merkezi olur. Odak noktasından eğilmek bir çemberi gösterir. Tam olduğunda çember, eksik olduğunda ise yay olur. Yay, bir anlamda hilâldir; çember ise asrın idrakine delildir.

Eğilmek, olmanın yani kulluğun özüdür. Musallî ve musalla, birbirini tamamlayan hayatın canlı ve cansız yönlerine işaret eder. Eğilmek ve zikr, birbirinin eş anlamlısıdır. Kelime olarak lügatte aynı sözcüklerle ifade edilmese de eğilmek ve zikr, bir tekrarın parçaları hükmündedir. Eğilmek odak noktasına göre çemberin bir kısmına, zikr ise çemberin tamamına karşılık gelir. İkisinin de her yaştaki birey için ortak karşılığı ibadettir.

Musallî giden, musalla da gidilecek yerdeki ilk durak olarak düşünüldüğünde, yuvarlanma akla gelir. Aslında yuvarlanma, her şeyin bir eksen etrafındaki hareketi olduğu gibi, bir insanın her türlü anlamlı hareketi de demektir.

Bir kişinin bütün anlamlı hareketleri eğilme ve zikr arasında toplandığında, bir insanı ibadet etmekten alıkoyan ne varsa kaos düzenine hizmet ettiğini gösterir. İnsanın yay ve çember hareketlerinin tamamı, küçük büyük bütün eğimli durumları hem doğruya, hem de eğime karşılık gelir.

Dünyanın düz olduğunu iddia eden kişi, bütünü göremediğinden böyle söyler. Büyük bir çemberin küçük bir kısmına bilimsel olarak düz demek yanlış olmadığı gibi, büyük merkez etrafındaki küçük dönüşleri çizgi görmek de yanlış değildir. Ancak bütün olarak yüksekten bakıldığında, küçük çizgilerin büyük çemberin parçaları olduğunu görmek gerekir.

İnsanın musallîden geçerek musallaya erişmesi hayatın bütün kıvrımlarının ilmek ilmek dokunmasıyla anlam kazanacağını gösterir. Gerçek hayatın alternatifi farklı ölçekteki eğimleridir. İki nokta bir doğruyu, üç nokta ise eğimi oluşturur. Bütün ölçekteki eğimler kıyam, rükû ve secde ile eğime erişir.

Bilim açısından bedenen ve zihnen yarın çember çizmek, alnın secdeye gitmesiyle mümkündür. Bu evrende bedenen yarım çember mânâ âleminde tam daireye karşılık gelir. Bu tam daire mânâ âleminde hayatın mutlak varlığına kesin bir delildir. Bu evrendeki yarım çember, hayatın burada bitmediğine, sözün eylemle sınandığına işaret ederken, mânâ âlemindeyse varlık âleminin devam edeceğine işaret eder. Hayatın tek gerçek ritmi budur. Bu ritim, bu evrende yarım çember, öteki evrende ise tam daire oluşturarak hayatın anlamını tamamlar. Farkında olunsun ya da olunmasın, bütün insanlık bunu arıyor. İnsanın şu hayatta huzurlu bir yaşam sürmesi için bu uyuma şiddetle ihtiyacı vardır.