Hayatın estetik çizgileri

Atom altı parçacıktan atoma, atomdan moleküllere, moleküllerden madde/cisim ve galaksilere kadar bütün hareketler tekrarlanabilir bir ifadeyle anlaşılabilir. Bunun olması, atom/zerre ile galaksilerin hepsini aynı anda görebilen bir akla işarettir.

PERİYODİK cetveldeki maddeler (elementler) üzerine uygulanan kimyasal işlemle elde edilen yeni maddeye “türev” denir. “Bu değişimde, aslında atomik düzeyde elektron miktarlarıyla veya molekül düzeyinde değişiklik ile yeni madde ifade ediliyor” denilse yanlış olmaz. Temelde atomu oluşturan parçacıkların niceliklerinde bir değişim ile yeni madde elde ediliyor. 

Buradaki “atom” kavramının maddenin bütün özelliğini taşıyan en küçük yapı olduğuna dikkat edilmelidir. Yoksa elektron, proton, nötron ve kuark gibi çok sayıda atom altı parçacıklar malûmun ilâmı olur. Bir maddenin bütün özelliğini taşıyan en küçük yapı nasıl atom ise, canlının bütün özelliğini taşıyan en küçük yapı da hücredir. 

Bu noktadan bakıldığında, maddenin bütün özelliğini taşıyan en küçük yapının atom olması, eski dilde “zerre” ile ifade edilmektedir. Şimdilerde fen bilimcileri, bu zerreyi “kuantum noktalar veya parçacık” olarak ifade etmektedirler. Buna göre parçacık, hacmi olan bir cisimden atoma kadar maddenin gezdiği yeri gösteren hem maddî, hem de temsilî bir kavram olarak düşünülebilir.

Bağımlı değişkenin bağımsız değişkene göre değişim miktarı matematikte “türev” olarak bilinir. İlk bakışta yukarıda izah edilen kimyasal pencereden farklı gibi bir görüntü ortaya çıkmaktadır. Bu durum matematiksel olarak bir formülasyon ile gösterilir. Böylece türev, “değişimi” ölçmek için kullanılmaktadır. Bu değişim olayı bağımlı değişkene sahip olan bir maddenin minimalist ve maksimalist durumlarına da karşılık gelir. Bu iki uç nokta, hareketli bir cismin/maddenin enerjilerinin değişim yerlerini gösterir. Birinde kinetik enerji en yüksek durumdayken, diğerinde potansiyel enerji en yüksek durumdadır. İkisi arasında her iki enerji de birbirine eşittir.     

Cisimlerin bu minimalist ve maksimalist salınımları tam olarak bir atomun, zerrenin, molekülün veya maddenin salınım hareketine karşılık gelir. Böyle bir hareketin en küçük canlı olan hücredeki karşılığı ise potasyum ve kalsiyumun hücre içerisine girip çıkma hareketleridir. Böyle bir kavramın “değişim” ile ifade edilmesinin matematikteki diğer anlamı ise “teğet”tir. Teğet, aynı zamanda değişimin de bir ölçüsüdür. Böylelikle gerçek sayılardan gerçek sayılara giden tek değişkenli fonksiyonların teğetini türev olarak görmek gerekir.

Herhangi bir kimyasal yolla birden fazla madde karıştırılıp yeni maddeler/türevler elde edilebilir. Birden fazla maddenin karıştırılıp aşure çorbası gibi çok lezzetli yeni maddelerin elde edilmesi, akla kolay ve uygun gelmektedir. Birbirine bağlantılı kavramların aynı bağımsız değişkene göre sırasıyla türevlenmesi, hareketli cismin/maddenin farklı fiziksel özelliklerini elde etmek için kullanılır. Bu durumu günlük hayattan bir örnekle açıklamak gerekir. Bir cismin aldığı yol alınan zamana göre türevlenirse, cismin hızı elde edilir. Benzer şekilde, hızın da zaman göre türevlenmesiyle cismin ivmesi elde edilir. Bu işlemin tersiyle de doğru olup integral ile ivmeden hıza, hızdan da alınan yola ulaşılır. Yolun ve hızın türevi gibi çok sayıda birbiriyle bağlantılı kavramın bir ifadede gösterilmesi mümkündür. Bunların her biri günlük hayatta birer teknolojik alete karşılık gelir. 

Sabit ve artan süratle ilerleyen cismin yol alma ifadeleri sırasıyla yolun birinci derecesi ve karesiyle ilgilidir. Benzer şekilde, yolun farklı üstelleriyle ifade edilebilen olaylar vardır. Buradaki ifadelerin de hepsi birlikte değerlendirilebilir. Türevleri ve üstelleri alınan ifadelerin hepsi toplamda sıfıra eşit olacak şekilde tek denklem altında yazılabilir. Hareketli bir maddenin/cismin kimyasal, biyolojik/canlı, elektronik ve fiziksel gibi bütün hareketlerine karşılık gelen makroskobik ve mikroskobik bütün hareketlerini ifade eden denklemler de bir denklem olarak “tek çatı” altında toplanabilir. Diğer bir ifadeyle, atom altı parçacıktan atoma, atomdan moleküllere, moleküllerden madde/cisim ve galaksilere kadar bütün hareketler tekrarlanabilir bir ifadeyle anlaşılabilir. Bunun olması, atom/zerre ile galaksilerin hepsini aynı anda görebilen bir akla işarettir.

Bu hareketlerin tamamı fen ve sosyal alan içinde birlikte değerlendirildiğinde, atomdan galaksilere, hücreden gergedana kadar bütün hareketli cisimlerin matematiksel ifadelerinin birlikte tek çatı altında toplanması bir maddî veya temsilî parçacık ile açıklanması ve anlaşılması mümkündür. Böyle bir mümkünat en temel ve estetik bir öğretinin kadim ölçütlerde olduğunu gösterir. Bu durum hiç şüphesiz hayatın en önemli sanat çizgilerinden birisidir. 

Böyle bir durumun maddî parçacıklar olarak düşünülmesi akla yatkın dururken, hava zerreleri biraz akıldan ırak durur. Ancak gerek atom ve atom altı parçacıklar, gerek canlıların hareketi ile hava taneciklerinin hareketi hep aynı kuram ve kavram düzeyinde kalır. Bu kuram düzeyi tek bir kalemden çıkmış gibi hep minimalist ve maksimalist uç noktaları olan seviyeler arasında salınmanın canlı sanatlarıdır. Bu durumun açık ve net olarak bir işareti göstermesi akla uygun durur.  

Varlığı sakat bırakmamanın formülü

Buraya kadar olan noktadan şunu açık olarak çıkarmak mümkündür: “Maddî evren” dediğimiz fizik/şahadet âleminde her olayın mutlaka bir bilimsel ve akıl ile anlaşılabilir yönü vardır. Bazı durumlar şimdilik anlaşılmamış ve bazı hastalıkların çaresi şimdilik bulunmuş olmasa bile mutlaka bunların varlığı akla en uygun olandır.

Fizik/şahadet âlemde olan her şeyin metafizik âlemde de projesinin çizilmesi beklenen bir durumdur. Ancak buraya geçmeden önce, bu evrendeki olayların öğrenilmesi ve öğretilmesi gibi aşamalarına da bakmak gerekir. Bu öğretilerin birisi bilimsel olarak görülürken, diğeri hikmet olarak mutlaka anlaşılmalıdır. Aksi durumda farklı çizgide giden bilim ve hikmet topal kalır. 

Bilimsel çerçevede eğitim-öğretim sistemleri bu işlerin bilim yönünü oluştururken, hikmet cihetinden de Peygamber Efendimizin (sav) hem bilimsel, hem de hikmet yönünde öğretisine ihtiyaç vardır. Zira “Evren duran dalgalardan meydana gelmiş bir denizdir” ifadesini kullanan Peygamber Efendimizin (sav) bu cümlesi, baştan beri bilimsel pencereden açıklamaya çalıştığımız bütün matematiksel ve fennî formüllerin hepsini kapsamaktadır. Böyle bir ifadenin İslâm dünyasında yayın olarak bilinmesine gereken özen gösterilmelidir. Burada Peygamber’in bu ifadesinin bir kutsal öğreticinin ne denli önemli olduğuna olan ihtiyacı da ortaya koymuştur.  

Dolayısıyla peygamberlik kurumu mutlaka hayatın estetik çizgilerinden biridir ve bu asla akıllardan çıkarılmamalıdır. Böyle bir müessese ile bilimsel müessese birlikte, ikili bir çizgi oluştururlar. Gerek bilimsel, gerekse Peygamberimizin (sav) ifade ettiği yukarıdaki beyan, bir işaret olarak görülmelidir. İşaretin anlamı, “yoldaki insanları ayırmak” amacıyla kullanılır. Bu işaretleri iki türlü anlamak gerekir: Bunlardan birincisi atomdan galaksilere kadar evrendeki hareketli her şeyin izleri olarak düşünmektir. Diğeri ise Kur’ân-ı Kerim’deki ayetlerden her biri olarak düşünülmelidir. Evrendeki cisimlerin izleri, yukarıdaki şekilde cisimlerin hareketleri olarak anlaşılabilir.

Kur’ân-ı Kerim’deki ayetler olarak anlaşılması durumu, canlı örnekle olaya bakmayı gerektirir. İsra Sûresi’nin kırk dördüncü ayetinde geçen “Her şey O’na hamd edip O’nu tesbih eder” ifadesindeki “O” zamiri, “Hû” (Hüve) kelimesinin karşılığı olarak anlaşılabilir. Bu iki zamir, aslında evrendeki bütün her şeyin çizdiği izleri de çağrıştırır. Bilimsel anlamdaki bu bakışın yanında hikmet ve metafizik açıdan da bakıldığında zamirin kullanılışı dikkat çekicidir. Bu noktaya aşağıda detaylıca değineceğiz. 

Burada şunu ifade etmek gerekir ki, Kur’ân-ı Kerim’deki her bir ayetin hem öğrenilmesi, hem de öğretilmesi gerekir. Öğretenin, öğrenecekler ile aynı mayada olması akla uygun olandır. Bu nedenle Kur’ân-ı Kerim’in her şeyi ile sözden öze ve eyleme/fiillere dökülmesine canlı bir örnek gerekir. Ki bunun Peygamber Efendimiz (sav) olması, estetik çizginin üçüncüsü olarak görülmelidir.

İsra Sûresi’nin kırk dördüncü ayetinde geçen zamirler ile Kelime-i Tevhid ve İhlâs Sûresi’nin birinci ayetinde geçen zamirler birbirleriyle ilişkili görülebilir. Bu tür örnekler çoğaltılabilir. Ancak esas olan nokta şu ki, maddî evrendeki atom, zerre ve hava parçacıklarının çizdikleri yol ve izler ile Kur’ân-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin (sav) işaret ettikleri tek bir hedefi göstermektedir. 

Evren, Kur’ân-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz ile oluşan büyük üçlü estetik çizgiler, hayatın omurgasını oluşturur. Bunlardan bir tanesini diğerlerinden ayırmak, estetiğin bozulması ve normalden çıkış olarak görülebilir. 

Bu büyük üçlünün işaret ettiği mânâyı birbirinden ayrı düşünmek, topal ördek gibi yürümeye doğru götürür. Bu nedenle bu üçlü ile birlikte hayata bakılmalıdır. Zira gerek Batı, gerekse Doğu dünyasında bu yönde fikir iktidarını görmek neredeyse yok denecek kadar azalmıştır. Böyle bir fikrin Batı’dan beklenmesi de hiç doğru bir tutum olmayacaktır. Ayrıca bütün dünyanın böyle bir fikir iktidarına ihtiyacı vardır.

Büyük üçlünün işaret ettiği zamirin sahibi olan Yüce Tartıcıdan kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bu Yüce Yaratıcının konumuzla doğrudan bağlantısını söyleyebileceğim (yanlış ise affediniz) isim, “Allah” (cc) İsmi ve Zâtıdır. 

Zât

İnsan evrendeki en güzide canlıdır ve çok özeldir. Bu nedenle de halifedir. İnsanın böyle değerli cevherlerinin yanında cüz’i iradesine de bakmak gerekir. Karar vermede başrol oynayan iradenin insan benliğinden etkilenmesi olasıdır. İnsan, bir olay karşısında anlamlandırma ve yorum yaparken kendisindeki cevherler ile karar verir. İrade sahibi insanın verdiği yorum ve kararlarda ne derece büyük üçlü estetik çizgisinde olduğu çok önemlidir. Bu karar onun kaderinin de çizgisi olacaktır. 

Evrendeki bütün atom, galaksi ve hava zerrelerinin birlikte değerlendirilmesi ve gösterdiği anlamın tasdik edilmesi, İsra Sûresi’nin kırk dördüncü ayetinde geçen zamirler ile Kelime-i Tevhid ve İhlâs Sûresi’ndeki “Hû” veya “Hüve” zamirlerinin Allah’a (cc) râci olması maksattır. Böyle bir hayat çizgisinde atom, hava ve zerrelerin fizik âlemle ilintili kısmı, besmeledeki “be” harfinin altındaki nokta ile özetlenmiştir. Evrendeki bütün formüllerin de bu noktaya derç edildiği görülebilir. 

İnsanın kıymetli bir canlı olması ve Yüce Yaratıcının güzide muhatabı olması nedeniyle “insan, isim, ene/benlik ve Allah” (cc) kelimelerindeki “elif” harfi, metafizik ve fizik âlemin köprüsü şeklinde anlaşılabilir. Besmele cümle olmadan önce “isim” şeklinde bir kelime ile metafizik âlemde Allah’ın (cc) varlığına “elif” ile bir delildir.

Elif, fizik âlemde insandaki ene/benlik ve zerre/atom kavramlarının birlikte anlaşılmasını gerekli kılıyor. Zerrelerin hareketinden neşet eden İlâhî ismin Allah (cc) olması, insanın benlik/ene ve atom/zerre denkleminde salındığını göstermektedir.

Metafizik âlemde elif düşüp “bismi” ile besmele başlarken, fizik âlemde “be” harfinin altındaki noktanın her şeyin hareketine işaret etmesi, bir iradenin eseridir. Bu hareketin işaret ettiği İlâhî ismin Allah (cc) olması ise metafizik âlemdeki büyük proje sahibinin aynı zamanda fizik âlemin de sahibi olduğunu gösterir. Besmeledeki “elif”in gizlenip fizik âlemde Allah (cc) ismiyle tecelli etmesi, gerek metafizik, gerekse fizik âlemlerin hepsinin Allah (cc) (Arapça) ismindeki “elif” ve “Hû” arasından ibaret olduğunu göstermektedir.

Bu nedenle büyük estetik üçlü çizgi ile evrendeki bütün insanların en azından Allah (cc) isimli yüce bir yaratıcıyı bulması tam da bu nedenle zorunludur. Aynı zamanda metafizik âlemde “elif”in isim kelimesinde bulunurken besmelede gizlenmesi, ardından da Allah (cc) İsminde tekrar aşikâr olması, Allah’ın (cc) rahmetinin metafizik ve fizik âlemde her şeyi tam mânâsıyla kuşattığının delilidir. Aynı zamanda bu delil, Allah (cc) isminde “elif” ve “Hû”nun birlikte yer almasıyla da taçlandırılmıştır. İnsanlar bu nedenle büyük üçlü ile Allah’ı (cc) tanımak ve bilmekle mesut olurlar.

Son söz

Bilim, olaylara dair belli kısımları alıp incelemekle meşgul olduğundan, estetik çizgileri de ayırmıştır. Bu nedenle Türkiye gibi çok az sayıdaki ülkenin büyük üçlü çizgiyi birlikte eğitim-öğretim sürecinde öğretmesi, dünyada fikrî iktidarın taçlanmasının yegâne vesilesi olacaktır.  

Günümüzde hayatın bu estetik çizgilerinin birlikte değerlendirilmemesi nedeniyle alınan yaraların tedavisi, bir neslin kaybına mâl olacaktır. En azından bizim gibi nadir ülkelerin bu büyük üçlü ölçeğinde eğitimdeki müfredatı yeniden gözden geçirmesi zorunludur. Aksi durumda Batı’nın kirli fikir ve yaşam selinin önünde sürüklenmekten kimse kendini alıkoyamayacak görünüyor. İhmâl edilen her gençliğin yok sayılan birer “isim” olduğu unutulmamalıdır. Zira her bir birey bir âlemdir.

Böyle bir oluşumu yapacak ve estetik çizgilerin birlikte öğretileceği gerek ilkokul, gerekse üniversitelerde çok fazla engel görünmemektedir. Burada da yetkili bireylerin irade sergilemesi gerekir. Bu iradenin tecelli etmesinde en büyük destekçinin “elif” ve “Hû”nun birlikte yer aldığı Allah (cc) olacağı da hiç şüphe götürmez bir hakikattir.