Hayatın can damarı: İlişkiler

“Bir insanın hayatına değer biçmek zordur. Kimileri bunların geride bıraktıklarıyla ölçülebileceğini söylerler. Kimileri inançla ölçülebileceğine inanırlar. Kimileri ise sevgiyle… Geri kalanı ise hayatın hiçbir anlamı olmadığını söyler. Bana göre değeriniz, hayatına değer kattığınız insanlara göre biçilir.”

“ALLAH’IM! Egoizm, çekememezlik ve kıskançlıkla karışmış cehalet ve başıboşluğumu, düşmana savaş, dosta saldırı aracı yapma!” (Ali Şeriati)

Dilimizin sınırları, dünyamızın sınırlarıdır

Kelimeler herkes için farklı şeyler ifade eder. Farklı hayatlardan kopan parçalar gibidirler. Bir kelimenin sadece sözlük anlamına bakarak o kelimeyi çözümleyemeyiz.

Kelimelerin özüne inmek, hayatı algılamakta derinleşmekle mümkün. Örneğin “yalnızlık” kelimesi… Halil Sezai’nin yalnızlıktan anladığı ya da anlatmak istediği ile Ali Şeriati’nin anladığı aynı şey değildir. Bir grup insanın eli boşluktan ya da şükürsüzlükten girdiği bunalımdan kaynaklanan yalnızlık ile Şeriati’nin zulme başkaldıran ilkeli tutumu nedeniyle yaşadığı yalnızlık mukayese bile edilemez.

Şeriati der ki, “İnsan, insan olma merhalesine yaklaştığı oranda daha fazla yalnızlık hisseder”. Şeriati’ye göre herkes ile aynı düzeyde olan, zamanın rengini almış, herkesin rengini kendi rengi edinen, herkesle anlaşabilen, her şekliyle ve boyutuyla varlıklara denk olan bir kimse yalnız değildir. Oysa büyük bir kalabalık var yalnızlıktan yakınan ve sürü psikolojisi içerisinde kendini yalnız hissettiğinin farkında olmayan.

İşte yalnızlık örneğinde olduğu gibi, kelimeler tek başlarına kurudur, yavandır, çok fazla bir şey ifade etmezler! Kelimeler, hayat içerisinde yer buldukları kadar ve geliştikleri düzlem itibariyle, bazen de şahısların üzerlerinde taşıdıkları hâlleriyle anlamlı ve değerlidirler. Bu sebeple kelimelere farkındalıkla yaklaşmak önemlidir. Çünkü hayatı kelimelerle anlamaya, tanımlamaya, ifade etmeye çalışırız. Wittgenstein’in söylediği gibi, “Dilimizin sınırları, dünyamızın sınırlarıdır”.

Hikâyelerimiz, bizim anlatıcılarımızdır

Bir şekilde sınırlarını çizdiğimiz ya da çizilen sınırlar içerisinde kendimize yer bulduğumuz yaşantılarımız var. Hayatı farklı şekillerde tanımlayan pek çok fikirle karşılaşıyor, bu fikirleri farklı algılayan ve ifade eden insanlar içerisinde yaşamayı sürdürüyoruz.

Bir kelime ile başlayan hayattaki yolculuğumuz esnasında kelimelerimiz çoğalıyor, değişiyor, farklılaşıyor. Etrafımızdaki insanlar, biz, yaşantımız, zaman, koşullar az ya da çok değişiyor.

Hikâyelerimiz var ve bu hikâyelerin içinde kendimizi bir anda buluveriyoruz. Bu, insanın dünyaya geldiği andan itibaren böyle. Hepimiz bu dünyaya fırlatılmış insanlarız. Chris Cleave’nin “Küçük Arı” adlı kitabında ifade ettiği gibi, “Nerede başlayıp nerede bitireceğimize biz karar veremeyiz. Hikâyelerimiz, bizim anlatıcılarımızdır”.

Hikâyeler tek kişilik değildirler

Tek başına bir hikâye olan ve içinde bin bir çeşit hikâye barındıran hayat içerisinde en önemli şeylerden biri ilişkilerdir. Kaldı ki, zaten hikâyeler tek kişilik değildirler. “Sizin bir kısmınızı bir kısmınıza imtihan vesilesi kıldık” ayeti, ilişkileri anlamak adına önemlidir.

İlişkiler, hayatta kalabilmek ve birlikte yaşamak için bir zaruret oldukları kadar, duygusal olarak da insanın beslendiği gereksinimilerdir. Her ne kadar ilişkiler konusunda zemini sağlam bir kültür oluşturulamamış olsa da, belli konularda en azından insanın içgüdüleri ve fiziksel ihtiyaçları itibariyle hemfikir olunan ortak sonuçlar mevcuttur.

İnsanları ortak paydada buluşturan değerler vardır. Her ne kadar hayatı karmaşıklaştıran yaşam koşulları olsa da, bu değerler basit ve kişinin kendisi üzerinde çalışarak ortaya koyabileceği tavırlarla hayat bulacağı için ilişkilere de anlam katarlar. Ortak bir paydada buluşulamasa bile, bireysel ve sosyal farkındalık ve bu farkındalığın sürdürülmesi, ilişkileri olumlu yönde etkileyecektir. İnsanlarda farkındalık oluştukça ve arttıkça, zaman içerisinde ilişkiler de belki daha tanımlanabilir hâle geleceklerdir.

Ancak ilişkilerdeki bulanıklık ve sıklıkla ortaya konan karanlık tablolar insana yalnızlığı sevdirebilir. Böyle bir durumda kafa rahatlığı için insanlardan uzak durmak tercih edilebilir.

Oysa sosyal bir varlık olarak dünyaya gelen ve sorumluluk alması için irade bahşedilen insanın böyle bir lüksü yoktur. Yaratan, her şeyde, koyduğu her kuralda insanı gözetir. Allah’ın emirlerine riayet etmek, insanın, ilk önce yararı kendisine olan iyiliktir. Münzevi bir kaçış, bir nevi sorumluluktan kaçıştır. Kafka, “Özgürlükten ve sorumluluktan korkuluyor. O nedenle insanlar kendi yaptıkları parmaklıklar ardında boğulmayı yeğliyorlar” der.

İnsan, doğasına aykırı yaptığı her eylemin sonucunda kendi zindanını büyütür. Ancak çoğu insan, kendi zindanı büyüdükçe ve o zindan içerisinde rahat ettikçe özgürleştiğini sanır.

Sağlıklı bir hayat, iyi ilişkilerle inşâ edilir

İnsanı sağlıklı ve mutlu kılan şeyleri tespit etmek amacıyla “Harward Yetişkin Gelişim Çalışmaları” adı altında 75 yıl önce başlamış ve günümüzde hâlen devam etmekte olan bir araştırma yapılmaktadır. 60’ı hâlâ hayatta ve 90’lı yaşlarında olan 724 kişinin katılımıyla başlayan araştırma, bugün 2 bin kişinin sağlık durumlarından işlerine ve ev yaşantılarına kadar bütün hayat hikâyelerinin incelenmesiyle devam etmektedir.

Bu araştırmanın güncel verilerini incelemeden önce, “Y kuşağı” olarak bilinen 1980-1999 yılları arasında doğanlara yöneltilen “Hayattaki en önemli hedefiniz nedir?” sorusuna verdikleri cevaplara bakmakta yarar var. Bu soruyu cevaplayanların yüzde 80’den fazlası “zengin olmak”, yüzde 50’si ise “meşhur olmak” istediğini söylemiş. Peki, insanın sağlıklı ve başarılı olması, zengin olması ya da meşhur olmasına mı bağlıdır?


75 yıl önce araştırmaya katılan Harward ikinci sınıf öğrencileri ve Boston’un çok yoksul bir muhitinden seçilen 724 kişinin de hayattan beklentileri, günümüz gençlerinden farklı değil. Bu insanların zaman içerisinde bir kısmı maddî refaha ulaşmış, bir kısmı sınıf atlamış ya da gerileme kaydetmiş, bir kısmı şizofreni gibi hastalıkların pençesine düşmüştür. Günümüze gelindiğinde araştırma üç sonuca ulaşmıştır.

1. Sosyal ilişkiler yararlıdır ve yalnızlık öldürür

İlk sonuç: Sosyal ilişkiler yararlıdır ve yalnızlık öldürür.

Aileye, arkadaşlara, topluma daha sosyal bir şekilde bağlı olan insanların daha mutlu, bedensel olarak daha sağlıklı ve daha uzun yaşadıkları anlaşıldı. Diğerlerine göre daha yalnız olan insanların daha mutsuz oldukları, sağlıklarının orta yaşlarının başlarında bozulduğu, beyin fonksiyonlarının daha erken gerilediği ve yalnız olmayanlardan daha az yaşadıkları ortaya çıktı.

2. Önemli olan, yakın ilişkilerin mahiyetidir

İkinci sonuç: Sadece sahip olunan arkadaşların sayısı ya da karşılıklı saygıya dayalı ilişkilerin olup olmaması değil, önemli olan, yakın ilişkilerin mahiyetidir.

Anlaşmazlıkların ortasında yaşamanın insan sağlığına zararlı olduğu ortaya çıktı. Örneğin şiddetli geçimsizliğin ya da muhabbetin olmadığı evliliklerin sağlığa zararlı olduğu, belki de boşanmaktan daha kötü olduğu anlaşıldı. Ayrıca güzel ve sağlıklı ilişkilerin koruyucu olduğu tespit edildi.

50’li yaşlarda en tatminkâr ilişkileri olan insanlar, 80 yaşında en sağlıklı olanlardı. İyi ve samimi ilişkilerin, insanları yaşlılığın bazı sonuçlarından koruduğu gözlemlendi. Hayatlarına tanıklık edilen en mutlu erkekler ve kadınlar, 80’li yaşlarında bedenen acıları olduğu hâlde ruhen mutlu olduklarını ifade ettiler. Bunun yanında, mutsuz ilişkileri olan insanlar, bedenen acıları olduğunu söyledikleri günlerde, bunun duygusal acılarıyla birlikte daha da arttığını bildirdiler.

3. İyi ilişkiler sadece vücudumuzu değil, beynimizi de korur

80’li yaşlarında, partnerle güvenli bir ilişki içinde olmanın koruyucu olduğu anlaşıldı Öyle ki, ihtiyaç duyduklarında birinin diğerine gerçekten güvenebileceği hissedilen ilişkileri olan insanlar, hafızaları daha uzun süre kuvvetli kalan insanlardı. Partnerine tam olarak güvenebileceğini hissedemediği ilişkide olanlar, erken hafıza zayıflığı çeken insanlardı.

Elbette iyi ilişkiler de her zaman sorunsuz olacak değiller. 80’lerindeki yaşlıların bazıları birbirleriyle her gün münakaşa etse bile, eşlerine gerçekten güvenebileceklerini hissettikleri sürece, zor zamanlarında bu kavgalar hafızalarını olumsuz etkilemiyor.

Değeriniz, hayatına değer kattığınız insanlara göre biçilir

Araştırma, şöhret, zenginlik ve yüksek başarının, iyi bir hayata sahip olmanın koşulu olmadığını ortaya çıkardı. “En başarılı insanlar, aileler, arkadaşlar ve toplumla ilişkiler üzerine eğilen insanlardır” sonucuna ulaşıldı.*

“The Bucket List” adlı, Rob Reiner’in yönettiği 2007 yapımı ABD filmi, kanser ile mücadele eden, farklı hayatlardan gelmiş iki insanın aynı hastane odasında kalmalarıyla başlayan dostluklarını ve bu dostluğun hayatlarına yansımalarını konu edinir. Ölümü bekleyen bu iki insan, ölmeden önce yapmak istediklerinin bir listesini çıkarırlar ve bunları gerçekleştirmek için birlikte yola koyulurlar. Böylelikle hayatlarının son evresinde kendileriyle barışarak sonlarını anlamlı hâle getireceklerdir.

Yazımı bu filmdeki, hayata ve insana dair manidar tespitlerle bitirmek istiyorum.

“Bir insanın hayatına değer biçmek zordur. Kimileri bunların geride bıraktıklarıyla ölçülebileceğini söylerler. Kimileri inançla ölçülebileceğine inanırlar. Kimileri ise sevgiyle… Geri kalanı ise hayatın hiçbir anlamı olmadığını söyler. Bana göre değeriniz, hayatına değer kattığınız insanlara göre biçilir.”


*Araştırma verileri aşağıda belirtilen videodan alınmıştır. “What makes a goodlife? Lessons from the longest study on happiness”, Robert Waaldinger. Bkz: Youtube, TED Talks.