HAYATI ve insanı değerli kılan şey
nedir? Hayatın anlamı insan olmaktır. İnsan olmadan hayatın anlamı
da olmaz. Diğer canlılar için hayat yemek, içmek, gezmek, eğlenmek ve
çoğalmaktan ibaretken, insanlar için bunlarla birlikte ama bunların da çok
ötesinde görmek, algılamak, anlamak, tefekkür etmek, keşfetmek veya bir amaç,
bir dava uğruna mücadele etmektir.
Hayatın
anlamı insan yaşamında bir sorun olmuştur her zaman. Bu sorun ancak ölümle son
bulur. Bu sorunun cevabını ancak ölüm verebilir. Çünkü herkes için sonuç,
kaçınılmaz olan ölümdür. Yaşadıkları hayatta zengin, fakir, güzel, çirkin
ayrımı olmadan her insan bir gün ölür. O hâlde hayatın anlamı, ölüme ve ölüm
sonrasına hazırlanmaktır.
Kimine
göre hayatın anlamı iç huzuru yakalamak, kimine göre âşık olmak, kimine göre
adalet için çalışmak, kötülüklerle mücadele etmek ve erdemli yaşamaktır. İnsan
olmak, her şeyden önce insan olan herkese değer vermektir. Toplumda yer alan her grubun, her kesimin veya her topluluğun
İslâm’ı yaşama, yayma, ibadet etme gibi konularda birçok güzel çalışması
bulunmaktadır. Bu çalışmalara baktığımızda görüyoruz ki, her biri İslâm’ın
ancak yüzde yirmisini kapsayan bireysel ibadetlerden oluşmaktadır. Oysa
İslâm’ın yüzde seksenini oluşturan kısmı hükmündeki cihat ve şehadet, mücadele,
tebliğ, hak ve adalet, eğitim ve nesil, emek ve çalışma, sevgi ve şefkat,
sağlık ve neslin korunması ve de diğer toplumsal ibadetlerin yaşanması,
sorumlulukların yerine getirilmesi için cemaatlerin bir çalışması bulunmuyor. En
büyük sömürü ve emek hırsızlığı olan faizin ortadan kaldırılması için kimler
mücadele etmektedir meselâ? En azından kişisel olarak boykot edilmesi için,
zulüm ve haksızlıkların ortadan kaldırılması, adaletin sağlanması, savaş, kin,
intikam ve öfke yerine şefkat, sevgi ve barışın hâkim olması, adalet ve
özgürlüğün sağlanması için gayret eden az sayıda insan topluluğu bulunmaktadır.
İnsanlık ve insan olmak, temelde bu kavramların iyi
anlaşılması, algılanması ve yaşanmasıyla alâkalı bir durumdur. Hak ve adaletin
sağlanmadığı bir dünyada insan olmak ne kadar mümkündür? Barış ve sevginin
hâkim olmadığı bir dünyada biz ne kadar insanız yahut insanlığımız ne kadardır?
Savaş, sömürü, haksızlık, baskı, işgal, çatışma ve kaosun derinleştiği bir
dünyada “insan” denen varlık hangi sorumluluklarını yerine getirmiş olabilir? Kötülüklerle,
zulümle, haksızlık ve adaletsizlikle mücadele etmek, işgal ve sömürü karşısında
tavır almak, insan olmanın en temel özellikleridir.
İnsan olmanın en asgarî özelliği ise zülüm ve haksızlık
karşısında mücadele etmektir. Sevgi, merhamet, şefkat, hoşgörü ve barışı
yeryüzüne hâkim kılarak iyilikleri yaşamak ve yaşatmaktır. Dünya üzerinde
yaşanan işgal, sömürü, açlık, susuzluk, fakirlik, iğfal, cinayet, katliam,
savaş ve diğer haksızlıklar karşısında susan insan, insanlıktan ne kadar
nasiplenmiş olabilir? Yeryüzünde insanlar aşağılanıp hayvanca muameleye tâbi
tutulurken tepkisiz ve sessiz kalan insan, insan olmanın özelliklerine sahip
olabilir mi?
İnsan olmanın en önemli özelliklerinden biri olan aileyi,
toplumu, insan neslini ve geleceği, ekonomiyi ve devleti geliştirip korumadan,
ahlâk, helâl ve haramda hassasiyet sahibi olmadan ne kadar insan olunabilir?
İslâm’dan uzaklaştıkça her geçen gün insanlıktan da uzaklaşmaktadır insanoğlu.
İnsan olandan uzaklaştıkça medeniyet ve ahlâktan da uzaklaşmaktadır.
İşgal, savaş ve sömürünün sona erdirilmesi, açlık ve
susuzluğun bitirilmesi, aşırılıkların ortadan kaldırılması için topyekûn hak
ve adaletin sağlanması için ortaya konulan mücadeleye “cihat” denir. İşte bu
cihat ibadetini yaşatan kaç tane grup veya topluluk bulunuyor yeryüzünde? Günümüzde
cemaatlerin en büyük handikapları, kapalı devre toplumculuk oyunu oynamalarıdır.
Büyük çoğunluğunun dünyevileştiği yazılıp çizilmektedir. Hatta birçok aydın ve
yazar bu gerçeği ifade etmektedir. Toplumsal ibadet olan cihadı ne kadar insan
topluluğu yaşatmaya çalışmaktadır? İnsan olmak, her şeyden önce cehaletle
cehdetmek, kötülük ve haksızlıklarla mücadele etmektir.
Hiçbir gerçeği çevremizdeki gelişme ve
yönlendirmelerden bağımsız düşünemeyiz. Müslümanların İslâm’ın yüzde
yirmisine denk gelen bir kısmının içinde kaldıkları, diğer ibadetler, özellikle
de cihat konusunda hiç çalışma yapmadıkları görülmektedir. İslâm dünyasındaki
zulmün ortadan kaldırılması ya da faizin yasaklanması için hangi cemaatin hangi
projesi vardır? Bu konularda çok az sayıda insanın projesi bulunmaktadır.
“Tasavvuf” denince tarikatlar elbette küçümsenemez ve önemsiz
bulunamaz, “din” denince elbette cemaatlerin rolü inkâr edilemez; ancak bu
kesimlerin sadece kişisel ibadetlerin içine hapsoldukları, İslâm’ın en temel ve
toplumsal konularının dışında kaldıkları görülmektedir. Oysa günümüzde her
birimizin bir şekilde bir grup/topluluk ile ilişkisi bulunmaktadır. Dünya Müslümanları
kan ağlarken, büyük zenginlik sahibi bazı cemaatlerin kılını kıpırdatmayıp
sadece kendi öğrencilerini, kendi yurtlarını, kendi mensuplarını düşündükleri inkâr
edilemez. Ülkede darbeler yapılırken meydana çıkamayan büyük bir cemaatin bugün
ekonomik gücüne ne kadar büyük güç kattığını kim ne ile ve nasıl izah edebilir?
Bu aymazlığı kim nasıl inkâr edebilir? Oysa İslâm’ın insanlıktan istediği, bu
cemaatlerin yapmakla meşgul oldukları bireysel ibadetlerden başka yüzde seksenini
teşkil eden büyük toplumsal ibadetleri bulunmaktadır. Bizi sorumluluktan
kurtaracak olan da bu ibadetlerdir.
İnsan olmanın anlamı, Yaratıcısının/Sahibinin kendisinden istediği düzlemde yaşamaktır.