Hayatımızın tek derdi “iyileşmek”

Her an her şeyin yeniden hayat/şifa bulduğu âlemde, şifadan nasibe pay için önce hastalıklarımızın doğru teşhise ihtiyacı vardır. Sonrası mı? Hayatın içinde her kusurumuzu hastalık, nasibdâr olduğumuz her iyi eylemi de şifa bilmeli yahut “Aşk derdiyle hoşem, el çek ilacımdan tabîb” diyebileceğimiz bir derdimiz olmalı!

HAYATIN içindeki genel duruşumuz ile hâle/gidişata dair ayrıntılar olarak tanımladığımız hususları kimimiz mutluluk-mutsuzluk veya güzel-çirkin, kimimiz huzurlu-huzursuz veya iyi-kötü olarak değerlendirse de, esasen konuyu “iyileşme ve hastalık” odağında harman/derman etmemiz gerektiği kanaatindeyim.

Neden paylaşıyoruz? Bir iş veya paylaşımın tohumunda ne var ise, filiz olarak da muhakkak o göverir. Bir bardak su ikram ederken, bir dilim ekmeği paylaşırken gönlümüzden ne geçiyor? Her işe “Besmele” ile başlamanın künhüne varmanın bir yolu da burada saklıdır. Besmele, bu anlamda sadece bir işin başlangıcına işaret etmeyi değil, ondan önce hissiyatımız, fikriyatımız, niyetimiz ve maksadımız başta olmak üzere topyekûn bir tutarlılık hali için “çekilmeyi” murat/ifade eder. Evvela Hakk rızasından, sonra insanın özünden uzak olan/uzaklaştıran duygu ve düşünceler, bir iş veya bir paylaşımın ruhunu da bittabiî zehirler.  

Bir işten muradımız, bir paylaşımdan kastımız, “niyetimiz” mi? İyi ve arî bir ruh halini havî bir niyete sahip olmak bu noktada yeterli olmayabilir. Aynı şekilde, maksadımızı niyetten ibaret bilmek de bizi “ideal ve iyileştirici” bir düzleme taşıyamayabilir. O halde “yönünü şaşırmadan/yolunu kaybetmeden” doğru hedefe ulaşmak için önce konum bilgisi icap etmektedir.

Niyetimiz maksadımızı, maksadımız niyetimizi ne kadar karşılıyor? Niyetimizin ve maksadımızın “neresinde” olduğumuzun idrakinde olmamız bu noktada ehemmiyet arz eder. Bir işe başlamadan önce veya yaptığımız bir paylaşımın öncesinde alışkanlığa dönüşmüş bir niyetin kimliği henüz net değildir. Dolayısıyla bu yapısıyla niyet, maksadın da -doğal olarak- gerisindedir. Bu noktada maksat “öz” ise, niyet “dış görünüş”tür. Maksat içe dönüktür ve içinde bulunduğu öznesine dahi kimi zaman gizemli bir duruşu vardır. Maksadımız “sıhhatli bir iyi” olsa dahi onun idrakinde olup niyetimiz ile onu –başta kendimize- görünür kılıp somut olarak tayin etmeyince –her iki unsur yan yana, kol kola yürümeyince- sonuç, birbirini bulamayan ve birbirine âmâ sevgililerin -yarım kalmış- hallerine ve hikâyelerine misal olur. 

Sahi, sahih olanın, sıhhatimizin neresindeyiz? Bu noktada “sahih” olan maksada ve niyete, “sıhhatli” olan ise hissiyatımıza tekabül eder. Maksadın da, niyetin de öncesinde var olan ve her ikisinden daha canlı, daha yakîn ve ketum olan, farkındalığı için zamanın akışına kat’î bir “Dur!” çekmemiz, sesini duymak için yaşam alanına dâhil olup haricî seslere kulağımızı kapamamız icap eden unsur, şüphesiz hissiyatımızdır. Kimi zaman anî bir refleks ile tespit etmek lazım gelen hissiyatımızın ne olduğunu/ne olmadığını bilebilmek için istenmedik ve hareket kabiliyeti yüksek düşüncelerden uzaklaşmak, algılama yetimizin üstündeki yüklerden arınmak/korunmak ve aklı “dosdoğru” kullanmak gerekir. Zira hissiyatımız, umduğumuz ve olmasını arzu ettiğimiz “ideal”in ötesinde olduğunda “mantığa bürünme” hali, berisinde olduğunda ise “itidal”den uzaklaşacak bir coşkun tavra meyletme hali tezahür eder. Bu durumda hissiyatımızın sahici görüntüsü ile aramızda oluşacak perde, onun olduğundan farklı algılanmasına neden olabilir. Söz konusu bu durum, müteakip süreçte niyet ve maksadımızın doğru şekillenerek sahih bir çizgide sıhhat kazanmasını ve birbirini bulmasını da zorlaştırır.

Şifaya adım adım… İyileştirmek, “Şâfî” ismi ile sonsuz rahmet ve merhamet sahibi olan Yüce Mevlâ’ya mahsustur. Ancak iyi olacak hastanın ayağına doktorun niye geldiğini, “iyi olacak hasta” tabirindeki “iyi”nin ne veya kimler olabileceğini, neden şifa bulduğunu, şifayı ne ile bulduğunu -bir an için- düşünmek bile bizi “şifa”ya bir adım daha yaklaştıracaktır.

Her an her şeyin yeniden hayat/şifa bulduğu âlemde, şifadan nasibe pay için önce hastalıklarımızın doğru teşhise ihtiyacı vardır. Sonrası mı? Hayatın içinde her kusurumuzu hastalık, nasibdâr olduğumuz her iyi eylemi de şifa bilmeli yahut “Aşk derdiyle hoşem, el çek ilacımdan tabîb” diyebileceğimiz bir derdimiz olmalı!