Hayatı hak üzerinden mi, ödev üzerinden mi tanzim etmeli?

İslâm, bir din olarak insanlara haklarından çok ödevlerinden bahseder. Bu yüzden İslâm inancı, düşüncesi ve fiilleri, “ahlâk” ve “edep” eksenli olarak gelişmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de hukukî kanunlar va’z eden ayetlerin sayısı çok azdır. Birileri ise bu durumu İslâm’ın zaafı zannederek saldırıyorlar. Fakat onlara buradan bir ekmek çıkmayacağını peşinen söyleyeyim. Ahlâk ve edep hukuktan daha yüksek bir olgunluk gerektirdiği için, ahlâklı ve edepli bir toplumun içtimaî hayatında hukuka çok az ihtiyaç duyulur.

GEÇEN gece bir arkadaşım telefonla aradı. Ölüme sebep olma bakımından “Koronavirüs” ile “grip” arasında bir fark bulunmadığını, Kovid-19 aşısının çok da fazla koruyuculuğunun olmadığını, insanların aşı olmaya zorlanmasının “insan temel hak ve hürriyetlerine” müdahale olduğunu uzun uzun anlattı. Benden de bu düşüncelerine katılıp katılmadığımı sorarak bir nevi destek istedi. Ama umduğunu bulamadı sanırım.

Arkadaşlarımdan başka biri ise, Kovid-19 aşısı meselesinin “sorumluluk” üzerinden düşünülmesi gerektiğini yazdığı için bir a-sosyal medya hesabında linçe uğradı.

Bu iki durum, öteden beri zihnimi meşgul eden, “hayatın ‘hak’ üzerinden mi, yoksa ‘ödev’ üzerinden mi okunması gerektiği” konusunu öne almamı hızlandırdı.

Öteden beri “insan hakları” söyleminin savunuculuğunu yapan bazı arkadaşlar, İslâm dünyasında bu konunun gelişmediğinden şikâyet ederlerdi. Ben de onlara hep şöyle derdim: “Evet, İslâm dünyasında ‘insan hakları’ söylemi ortaya çıkmadı, Batı’da ortaya çıktı. Lâkin bu durum Batı’nın gelişmiş, bizim ise geri kalmış olduğumuzu göstermez. Çünkü özelde İslâm, genelde ise din, hayatı ‘hak’ üzerinden değil, ‘ödev’ üzerinden inşâ eder.”

Şimdi, bu tezimi biraz açma vaktinin gelmiş bulunduğunu düşünüyorum.

Lâdinî bir hayat yani dini yok sayan, görmezden gelen bir toplum düzeni kurulmak istendiğinde, ister istemez, sistemin hukuk üzerine inşâ edilmesi gerekiyor. Bu da zorunlu olarak “hak” meselesini merkeze taşıyor. Bu yüzden Batı’da ferdin toplum ve devlete karşı korunması için “insan hak ve hürriyetleri” söylemi ortaya çıkmış ve gelişmiştir. (Şimdi konumuz olmadığından, Batılıların kendi dışındaki toplumları “insan” olarak görmedikleri için “insan hakkı” olarak dillendirdikleri hususları onlara verme gereği duymadıklarını anlatmayacağız burada.)

İslâm, bir din olarak insanlara haklarından çok ödevlerinden bahseder. Bu yüzden İslâm inancı, düşüncesi ve fiilleri, “ahlâk” ve “edep” eksenli olarak gelişmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de hukukî kanunlar va’z eden ayetlerin sayısı çok azdır. Birileri ise bu durumu İslâm’ın zaafı zannederek saldırıyorlar. Fakat onlara buradan bir ekmek çıkmayacağını peşinen söyleyeyim. Ahlâk ve edep hukuktan daha yüksek bir olgunluk gerektirdiği için, ahlâklı ve edepli bir toplumun içtimaî hayatında hukuka çok az ihtiyaç duyulur.

Hak ve ödev karşıtlığını şöyle bir misâl ile açabiliriz sanırım: Batılı diyor ki, “Zulme uğramamak bir insan hakkıdır”. Müslüman ise diyor ki, “Kimseye zulmetmemek benim ödevimdir”. Hattâ ilâve ediyor: “Zulme uğrayana yardım etmek de benim ödevimdir.” Daha da ileri giderek bir de şunu söylüyor: “Zâlime mâni olmak da benim ödevimdir.”

Bir şeyin insan tarafından ödev ittihaz edilmesi ahlâkî bir husustur. İnsanın kendisini bir kötülükten korumaya çalışması ise hukukî bir husustur. Lâdinî bir toplum inşâ edenler, ister istemez hukuka, dindar bir toplum inşâ edenler ise ahlâka ve edebe dayalı bir sistem kurmuşlardır. Elbette bu durum, “Biri varsa diğeri yok” demek değildir. Sadece birinin asıl, diğerinin tali olması durumudur.

Aşı karşıtı bir arkadaş ile konuşurken, “O hâlde sen, hastalanırsan hastaneye yatmazsın herhâlde?” diye sorduğumda, “Ne münasebet? Ben vergilerimi veriyorum, tedavi olmak benim de hakkım. Aşı olmayışım, tedavi olma hakkımı elimden almaz” diye karşılık verdi.

Geçen gün, haberlerde Kovid-19 hastası bir kadının minibüsten inmek istememesi hâdisesinde izlediğimiz gibi, hayata hak üzerinden bakanlar, hep kendilerini önceliyorlar. Halk diliyle söyleyecek olursak, “bencil” davranıyorlar. Hâlbuki bu kadın hayatını ödev üzerinden tanzim etseydi, hastalığı başkasına bulaştırma endişesinden ötürü, hasta hasta asla minibüse binmeye kalkışmazdı. Bu hâdisede görüldüğü gibi, hak üzerinden hareket edildiğinde zorunlu olarak hukuk devreye giriyor ve kadın, polis zoruyla minibüsten indiriliyor.

Hak ve ödev bahsine misâl olması bakımından, eski İstanbul beyefendilerinin vapura binerken, “Siz önden buyurun efendim” diye birbirlerine hürmet edip yol verirken vapuru kaçırdıkları anlatılır. Ama şimdiki İstanbullular, “Sen önce geçeceksin!”, “Ben önce geçeceğim!” diye birbirlerini öldürüyorlar.

Ezcümle, hayatı hak üzerinden tanzim etmek ile ödev üzerinden tanzim etmek arasında bir boyut farkı vardır. Tercih sizin! Lâkin şunu bilin ki, hak üzerinden hareket etmek sizi “benmerkezciliğe”, ödev üzerinden hareket etmek ise “diğerkâmlığa” götürecektir.