Hayat stratejisinin bir boyutu

Çocukken, inşaat kenarlarındaki tuğlaları üst üste yığar, kendimize kulübecikler yapardık. Yaşı bizden büyük, şu an bile “abi” demekten imtina ettiğim bir tip gelir, o kulübeciğimize bir tekme atar, yıkıverirdi. Tabiî ikincisini yapmak için bizde ne motivasyon kalırdı, ne de arzu. Corona’nın attığı tekmelerden sonra yıkıntıları altında kalan insanlara bakıp, “Yıkıntıları altında kalmayacağımız yeni düzenleri nasıl kurabiliriz?” diye düşünmeliyiz.

BİR başarı kazandıktan veya bir işi yaptıktan sonra beklentimiz, bir ödülün gelmesi, bir başka kapının açılması veya bir başka güzele, iyiye, arzuladığımıza ulaşma fırsatı verilmesidir.

İlkokulu bitirenler ortaokula gitme hakkını veya Kur’ân kursuna gitme imkânını, bir yerde çıraklık yaparak meslek edinme fırsatını elde ederler. Sonrasında da yine aynı şekilde daha iyiye, daha güzele, daha çok arzuladığımıza ulaşmak için yeni haklar, imkânlar, fırsatlar…

Bu böyle devam ederken, bu kurulu düzenin devamına da katkı yaparız. Çocuklarımızı, yakınlarımızı, öğretmen isek öğrencileirmizi, siyasetçi isek vatandaşlarımızı bizim geçtiğimiz süreçlerden geçip daha yükseltilmiş hedeflere doğru ilerlemeleri için yönlendirir, teşvik eder, destekleriz.

Biliyor musunuz, Amerika’da huzurevlerinde ilgilenilmeyip ölen yaşlılar, İspanya’da huzurevlerinde çalışanları tarafından terk edilen huzurevi sakinleri, İsveç’te açığa çıkarılan iç yazışmalarında “Tedavi edilmelerine gerek yok” denilen 80 yaş üstü vatandaşlar, İsrail’de tedavi edilecekler sıralamasında listenin dibinde yer alanlar da kendilerine o muameleyi yapan kurulu düzenlerin devam etmesi için gece gündüz çalıştılar. Hattâ belki de, o düzen için savaştılar bile… İşte mesele bu!

Kurduğunuz, yaşatmak için hayatınızı verdiğiniz düzen de sizi yaşatmalı mı değil mi? Yoksa yaşatmamalı mı?

***

Çok bilinen ve çok basit bir mantığı olan, bir o kadar da hayatın gerçeğini haykıran bir hikâye vardır…

Çocuk, bir ağaç parçasını oymaya çalışırken, annesi ve babası ne yaptığını sorar. Çocuk, kırıp dökmesin diye dedesine aldıkları gibi kendileri yaşlanınca vermek üzere onlar için bir ahşap çanak yaptığını söyler. Bir insan, onlarca yıl avazı çıktığı kadar “Doğru! Doğru!” diye bağırdığı, yaşaması ve uygulanması için gece gündüz uğraştığı bir işlemin/muamelenin kendisine yapılmayacağını nasıl düşünebilir ki?

Birisi küçük beyniyle, bir özelliğini dikkate alıp, “Faydalı… Faydasız… Faydalı… Faydasız…” diye kategorize ettiği ve sonra da “faydasız” gördüğü insanı çöpe atıyorsa, başka bir küçük beyinlinin, bir başka ifadeyle bir büyük beyinsizin kendini belki de o âna kadar aklına gelmedik bir özelliğini dikkate alıp “faydasız” görerek çöpe atacağını her nefes aldıkça hatırlamalı ve hiç kimseye kızmamalıdır.

“Yapacak başka bir şey yok, normal bu!” gibi tepkileri verenler de aynı âkıbete hazır olsunlar!

Yahut diğer alternatif… Hepsi birden, “Bu saçmalığa bir son vermeyip günün sonunda memnun olacağımız bir sistemi neden kurmuyoruz?” diye sormalı.

Böyle bir bakış açısı başka soruları da sordurur ve cevap buldurur.

***

Ömür bu dünya için bir tane olabilir. Bu ömür bitince başka ömürler olmayacak mı? O ömürlerin de memnuniyet verici şekilde yaşanmasını nasıl sağlarız acaba?

Bunlarla ilgili soru sormayı ve cevabını bulmayı öneren ne ilk kişiyim, ne de eminim son kişi olacağım. Bu soruları soran kişi birçok alternatif cevapla da karşılaşacaktır. Gerçekten içine sinen bir cevabı uygulayarak hedefine ulaşmaya çalışacaktır.

Kurulu düzenler böyle zamanlarda da memnun ediyorsa, ona sıkı sıkı sarılıp bırakmamak lâzım.

Çocukken, inşaat kenarlarındaki tuğlaları üst üste yığar, kendimize kulübecikler yapardık. Yaşı bizden büyük, şu an bile “abi” demekten imtina ettiğim bir tip gelir, o kulübeciğimize bir tekme atar, yıkıverirdi. Tabiî ikincisini yapmak için bizde ne motivasyon kalırdı, ne de arzu. Corona’nın attığı tekmelerden sonra yıkıntıları altında kalan insanlara bakıp, “Yıkıntıları altında kalmayacağımız yeni düzenleri nasıl kurabiliriz?” diye düşünmeliyiz.

Hani bilmem kaç şiddetinde deprem olunca yıkılan binaları, içlerinde can veren insanları gördük ve “O kadar şiddete dayalı şehirleri nasıl kurabiliriz?” diye iki elimizin arasına başımızı alıp düşündük ya, onun gibi, ömrümüzün her döneminde, “İnsanların üstüne yıkılmayacak sistemleri nasıl kurarız?” diye, başımızı iki elimizin arasına alıp düşünmenin ve kurmanın tam zamanı!