BİR başarı kazandıktan veya bir işi yaptıktan sonra
beklentimiz, bir ödülün gelmesi, bir başka kapının açılması veya bir başka
güzele, iyiye, arzuladığımıza ulaşma fırsatı verilmesidir.
İlkokulu bitirenler ortaokula gitme hakkını veya Kur’ân
kursuna gitme imkânını, bir yerde çıraklık yaparak meslek edinme fırsatını elde
ederler. Sonrasında da yine aynı şekilde daha iyiye, daha güzele, daha çok
arzuladığımıza ulaşmak için yeni haklar, imkânlar, fırsatlar…
Bu böyle devam ederken, bu kurulu düzenin devamına da katkı
yaparız. Çocuklarımızı, yakınlarımızı, öğretmen isek öğrencileirmizi, siyasetçi
isek vatandaşlarımızı bizim geçtiğimiz süreçlerden geçip daha yükseltilmiş
hedeflere doğru ilerlemeleri için yönlendirir, teşvik eder, destekleriz.
Biliyor musunuz, Amerika’da huzurevlerinde ilgilenilmeyip
ölen yaşlılar, İspanya’da huzurevlerinde çalışanları tarafından terk edilen
huzurevi sakinleri, İsveç’te açığa çıkarılan iç yazışmalarında “Tedavi edilmelerine gerek yok” denilen
80 yaş üstü vatandaşlar, İsrail’de tedavi edilecekler sıralamasında listenin
dibinde yer alanlar da kendilerine o muameleyi yapan kurulu düzenlerin devam
etmesi için gece gündüz çalıştılar. Hattâ belki de, o düzen için savaştılar
bile… İşte mesele bu!
Kurduğunuz, yaşatmak için hayatınızı verdiğiniz düzen de
sizi yaşatmalı mı değil mi? Yoksa yaşatmamalı mı?
***
Çok bilinen ve çok basit bir mantığı olan, bir o kadar da
hayatın gerçeğini haykıran bir hikâye vardır…
Çocuk, bir ağaç parçasını oymaya çalışırken, annesi ve
babası ne yaptığını sorar. Çocuk, kırıp dökmesin diye dedesine aldıkları gibi
kendileri yaşlanınca vermek üzere onlar için bir ahşap çanak yaptığını söyler. Bir
insan, onlarca yıl avazı çıktığı kadar “Doğru! Doğru!” diye bağırdığı, yaşaması
ve uygulanması için gece gündüz uğraştığı bir işlemin/muamelenin kendisine
yapılmayacağını nasıl düşünebilir ki?
Birisi küçük beyniyle, bir özelliğini dikkate alıp,
“Faydalı… Faydasız… Faydalı… Faydasız…” diye kategorize ettiği ve sonra da
“faydasız” gördüğü insanı çöpe atıyorsa, başka bir küçük beyinlinin, bir başka
ifadeyle bir büyük beyinsizin kendini belki de o âna kadar aklına gelmedik bir
özelliğini dikkate alıp “faydasız” görerek çöpe atacağını her nefes aldıkça
hatırlamalı ve hiç kimseye kızmamalıdır.
“Yapacak başka bir şey yok, normal bu!” gibi
tepkileri verenler de aynı âkıbete hazır olsunlar!
Yahut diğer alternatif… Hepsi birden, “Bu saçmalığa bir son vermeyip günün sonunda
memnun olacağımız bir sistemi neden kurmuyoruz?” diye sormalı.
Böyle bir bakış açısı başka soruları da sordurur ve cevap
buldurur.
***
Ömür bu dünya için bir tane olabilir. Bu ömür bitince
başka ömürler olmayacak mı? O ömürlerin de memnuniyet verici şekilde
yaşanmasını nasıl sağlarız acaba?
Bunlarla ilgili soru sormayı ve cevabını bulmayı öneren
ne ilk kişiyim, ne de eminim son kişi olacağım. Bu soruları soran kişi birçok
alternatif cevapla da karşılaşacaktır. Gerçekten içine sinen bir cevabı
uygulayarak hedefine ulaşmaya çalışacaktır.
Kurulu düzenler böyle zamanlarda da memnun ediyorsa, ona
sıkı sıkı sarılıp bırakmamak lâzım.
Çocukken, inşaat kenarlarındaki tuğlaları üst üste yığar,
kendimize kulübecikler yapardık. Yaşı bizden büyük, şu an bile “abi” demekten
imtina ettiğim bir tip gelir, o kulübeciğimize bir tekme atar, yıkıverirdi.
Tabiî ikincisini yapmak için bizde ne motivasyon kalırdı, ne de arzu. Corona’nın
attığı tekmelerden sonra yıkıntıları altında kalan insanlara bakıp, “Yıkıntıları altında kalmayacağımız yeni
düzenleri nasıl kurabiliriz?” diye düşünmeliyiz.
Hani bilmem kaç şiddetinde deprem olunca yıkılan binaları,
içlerinde can veren insanları gördük ve “O
kadar şiddete dayalı şehirleri nasıl kurabiliriz?” diye iki elimizin
arasına başımızı alıp düşündük ya, onun gibi, ömrümüzün her döneminde, “İnsanların üstüne yıkılmayacak sistemleri
nasıl kurarız?” diye, başımızı iki elimizin arasına alıp düşünmenin ve
kurmanın tam zamanı!