Hayat rehberimiz Kur’ân ve akıl nimeti (1)

Allah’ın bildirdiği hakikatleri gizlemek, onları birer çıkar aracı olarak kullanmak, Allah’ın indirdiklerini belirtilen yüce hedeflerden saptırmak çok ağır bir günahtır. Bu günah karşılığında elde edilen menfaat maddî olarak ne kadar fazla olursa olsun işlenen suçun ağırlığına nispetle son derece önemsiz kalacağından, ayette bu menfaat için “az bir karşılık” tabiri kullanılmıştır.

“NÂSA iyilik emreder de kendinizi unutur musunuz? Hâlbuki kitap okuyorsunuz, artık akıl etmez misiniz?” (Bakara, 44)

Hazreti Allah’ın (cc) insanlara lütfettiği sonsuz nimetlerin en başında “akıl” nimeti gelir.

“Akıl”, sözlük anlamı itibarı ile “menetmek, engellemek, alıkoymak, bağlamak, sığınmak ve tutmak” gibi mânâlara gelir. Terim olarak, “duyu vasıtalarıyla idrak etmek sureti ile bilinmesi mümkün olan şeyleri bilme ve anlama gücü, iyiyi kötüden ayırma kabiliyeti, varlığın hakikatini idrak melekesi, maddî olmayan fakat maddeye tesir eden cevher” demektir.

Akıl, insana verilen en büyük nimettir. Ancak bu nimet, küfür ve inançsızlık hâlinde en büyük musibete dönüşür. Böyle bir durumda, akılsız bir hayvan, akıl sahibi bir insandan hem daha mutlu, hem de daha az zararlı ve yıkıcıdır. Çünkü Rabbini tanımayan bir akıl, sahibine işkence çektirir, başkalarına belâ ve musibet üretir.

Kur’ân-ı Kerim’in 49 yerinde “akıl” kelimesi geçmektedir. Yine Kur’ân’ın birçok ayet-i kerimesinde “Akletmez misiniz?” suali yer alır.

İnsanı yaratılan diğer varlıklardan ayıran, onun bütün davranışlarına anlam kazandıran, İlâhî emirler karşısında sorumlu kılan da akıldır. “Hidayet çağrısına kulak vermeyen” kâfirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Kur’ân-ı Kerim’de Allah-u Teâlâ, “Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir, bu sebeple düşünemezler” (Bakara, 171) buyurur. Bu konuda Âlemlerin Efendisi Peygamberimiz (sas), “Kişiyi ayakta tutan akıldır. Aklı olmayanın dini de yoktur” buyurmaktadır (Camiu’s-sagir 4-528).

Kur’ân’ı sadece onu okumak olarak anlayanların aksine, Kur’ân, beşeriyetin hayatındaki en emin -hilkatinden ebediyetine kadarki yolculuğunda- başvurması gereken/başvuracağı rehber, dünyevî ve uhrevî her meselede hiçbir şeyi eksik bırakmayan bir kılavuzdur. Müfessirlerin ve akıl nimetinin şükrünü eda eden âriflerin ortak kanaati şudur: Allah, ayetlerini yalnızca insanlar inançlarını, amellerini, din ve dünya hayatlarını doğru bilgiye dayandırsınlar, istikamet üzere olsunlar, kendilerini her türlü yanlış inançtan, kötü davranışdan korusunlar, kısaca dalâletten korunup hidayeti bulsunlar diye indirmiştir.

Bu durumda Allah’ın bildirdiği hakikatleri gizlemek, onları birer çıkar aracı olarak kullanmak, Allah’ın indirdiklerini belirtilen yüce hedeflerden saptırmak çok ağır bir günahtır. Bu günah karşılığında elde edilen menfaat maddî olarak ne kadar fazla olursa olsun işlenen suçun ağırlığına nispetle son derece önemsiz kalacağından, ayette bu menfaat için “az bir karşılık” tabiri kullanılmıştır. Bu suretle kutsal değerleri kullanarak çıkar sağlayanların bu sayede yiyip içtikleri şeyler gerçekte Cehennem ateşidir. Allah onları Kendisine muhatap almaya değer bulmayacak, onları arındırmayacak ve sonuçta acı bir azaba çarptırarak cezalandıracaktır.

İlâhî ikazın kulaklarımıza küpe olsun diye belirttiği gibi, onlar, Allah’ın ayetlerini çıkarlarına araç edinerek asıl anlamlarını gizleyecek biçimde yorumlayıp gerçek anlamlarından saptırmak suretiyle dünyevî bakımdan dalâleti hidayete, uhrevî bakımdan da azabı bağışlanma ve kurtuluşa tercih etmiş bulunmaktadırlar. Bilinmelidir ki, Yüce Furkan, her şeyi aklımıza göre yazmaz. Onda, öğrenci defterindeki matematik problemlerinin çözümü, dilbilgisi kitaplarındaki imtihan beyitlerinin gramer yönünden tahlilleri, Brezilya veya başka coğrafyaların dağlarının sayıları, Fransa veya başka ülkelerdeki ırmakların uzunlukları yoktur. Başka bir misâl olarak, o Kur’ân ki, size elma sandığı sunmaz. Mucize-i Beyan olan Kur’ân şu işareti verir: “Yeri döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar yaratan ve orada bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O’dur. Geceyi de gündüzün üzerine O örtüyor. Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (Rad, 3)

Biraz evvel, “Kur’ân elma sandığı sunmaz” demiştik, ancak onun yerine size yeryüzünü ve kendisiyle elma ağacına sahip olacağınız istidadı verir. Size fizik kanunlarını sıralamaz, düşünme metodu verir ve düşünceyi fizik kanunlarını bilmekte kullanmaya yöneltir. Aklen en münasip olanı da budur. Ayrıca Kur’ân bildirir ki, kâinatta bulunan her şey ölçülü bir sınır içerisindedir, belli nispetlerle ayakta durmakta ve değişmez ilişkilere sahip bulunmaktadır. Bütün bunlara dair insanlara verilen bilgi azdır. Allah onların bilmediklerini de yaratacak, sonradan gelecek insanlara daha öncekilerin bilmediklerini de öğrenme imkânı verecektir. Kur’ân, devamlı olarak Allah’ın tuğrasını taşıyan tabiat kanunlarına işaret eder ve bağlılarının dikkatlerini onları kullanmaya, faydalanmamız için onların emrimize verildiğine dikkati çeker: “Hepsi Kendisinden olarak, göklerde ve yerde olan her şeyi size âmâde kıldı.” 

Bu emre verme ve istifadeye sunma sadece geçici dünya hayatında faydalanmak için değil, sonraki ve devamlı hayatta hakikî fayda yolunu/yordamını sunarak içinde yaşadığımız demi ve sırrını anlamamıza işaret ve delil olması gayesiyle arz edilmiştir: “İyice düşünen bir topluluk için bunlarda elbette işaretler vardır.”

Kur’ân akaid kitabıdır fakat kalbi inançla meşgul eden, aklı çalıştırmaktan ve bediî (estetik) güzelliği tatmaktan uzaklaştıran bahislerden ibaret de değildir. Aksine, yaratılanı ve ondaki güzelliği incelemek yoluyla Yaradan’ı bulmak işlemi üzerine inancı yerleştiren ayetlere sahiptir.

Aynı zamanda Kur’ân bir kanun kitabıdır fakat sadece hükümleri bildiren, kanun metinlerinden ibaret olan, bir Jüstinyen kodu niteliği taşıyan bir metinler bütünü değildir. Hükümlerini inanca bitiştiren ve Yaradan’a bağlayan bir kanun kitabıdır.