Hayat önce içimizde yaşanır

İnsan hayatı bir bütündür. Tek veya birkaç yönden, tek bakış açısı ve yorumlamalarla değerlendirilemez, değerlendirilmemelidir de. Ailemiz, çevremiz, işimiz, kimliklerimiz, iç dünyamızı oluşturan sayısız unsurlarla varız; yaşadığımız toplumla birlikte insanlığın ve tüm varlığın bir parçasıyız.

TOPLUMSAL hayatı incelediğimizde, yaşlısından gencine karşımıza çıkan genel tablo; yorgunluk, isteksizlik, negatif düşünce, bedbinlik, karamsarlık, amaçsızlık, plânsızlık, yalnızlık, bencillik, korkular, yüksek dozda kaygılar almış başını gidiyor. “Neden böyle oluyor?” dendiğinde ise, savunma mekanizması devreye giriyor ve peş peşe onlarca mazeret sıralanıyor.

Hangi mazeret arkasına sığınılırsa sığınılsın, negatif düşünceler ve olumsuz yaklaşımlar insan psikolojisini ve dolayısı ile fizyolojisini esir alarak sıkıntıların çoğalmasına, dolayısıyla umutsuzluk ve mutsuzlukların yaygınlaşmasına yol açar. Farklı etkenlerle toplumun genelinin bilinçaltına yerleşen olumsuz bakış açılarının etkileri zamanla normal bireyleri de etkisi altına alır. Olumsuz düşüncelerin etkisi altında kalan kişilerde ruhtan bedene geçmesi gereken enerji akışı kesilir, düşünce üretimi yavaşlar, hayat ve sunduğu güzellikler büyük oranda değerini yitirir, sorusuz, sorgusuz, pasif bir hayatı kerhen yaşar hâle gelinir ve fark edemeden köleleşme gerçekleşmiş olur.

Basın-yayın, sosyal medya, aile, çevre gibi her türlü dış uyarandan bilinçli veya bilinçsiz olarak aldığımız kötücül yaklaşımlarla beslenen düşünceler, yaşadığımız durumlar ve bakış açılarından dolayı oluşturduğumuz sıkıntılar hayatımızı istenmeyen yönlere doğru yönlendirmeye başlar. Bu akış öyle sessiz ve sinsi ilerler ki çoğu zaman bunun farkında dahi varamayız, varamıyoruz da.

Bazen cellâdına âşık sendromuna dahi kapılabiliyoruz. Hayatımızı biz mi, yoksa yaşadığımız olaylar, çevresel faktörler ya da başkaları mı etkiliyor, yönlendiriyor ve biz gerçekten kendi hayatımızı mı yaşıyoruz, bunu dahi sorup sorgulayamıyoruz.

Hayat bir bütündür

İnsan hayatı bir bütündür. Tek veya birkaç yönden, tek bakış açısı ve yorumlamalarla değerlendirilemez, değerlendirilmemelidir de. Ailemiz, çevremiz, işimiz, kimliklerimiz, iç dünyamızı oluşturan sayısız unsurlarla varız; yaşadığımız toplumla birlikte insanlığın ve tüm varlığın bir parçasıyız.

Düşünceleri, olayları dış dünyayı beynimizde algılıyoruz, tepkilerimizi algılarımıza göre veriyoruz. Bu da gösteriyor ki, hayatı önce içimizde yaşıyor, sonra dışarıya yansıtıyoruz. Beynimizin çoğunu hâlâ tam olarak çözemediğimiz sınırsız bir potansiyeli var; yaşadıklarımızdan ve dış dünyadan öğrendiklerimizle oluşan düşüncelerimiz ve algılarımızla beyin potansiyelini geliştiriyor ve kullanıyoruz. Beynimizi hangi alanda kullanırsak o alanda daha çok yoğunlaşıyor ve geliştiriyoruz. Bu yönlendirmeyi de sınırsız olanakları olan fakat sınırlı olarak kullandığımız dilimiz yönlendiriyor.

Burada dili ikiye ayırmak gerekiyor: Birincisi “dış dil”, ikincisi ise “iç dil”. Bizim değineceğimiz husus ise iç dildir. Hayatı algılamamız, düşünmemiz iç dil kanalıyla olmaktadır. İç dilimiz (iç konuşmalarımız ve düşünce akışı) dış dilimizi, algılarımızı, hareketlerimizi, tavırlarımızı ve yaşamımızı yönlendirmektedir.

Eğitimimiz, kültürümüz, inanç ve değerlerimize göre olayları algılama ve bunlara göre tepki verme biçimimizin hayatımızı doğrudan etkilediği yadsınamaz bir gerçektir. Yaşadığımız hayat her yönüyle bir bütündür. Yaşarken karşılaştığımız ve karşılaşacağımız her türlü durum zorluk ve engelse hayatın değişmez gerçekleri ve tatlı cilveleridir. Aslında bu durumlar engel, zorluk değil, hayatı keyifli ve hareketli kılan faktörlerdir. Yaşadığımız, yaşanması muhtemel olay ya da olaylar ne olursa olsun, yaşamımızı zannettiğimiz gibi altüst etmez, etmemektedir de. Hayatı bir şekilde yaşıyoruz; yaşıyoruz yaşamasına da, yaşadığımız olaylar ve olayları algılama şeklimiz ve de verdiğimiz tepkiler hayat kalitemizi doğrudan etkiliyor. Bu nasıl oluyor?

Hayatımızda yaşadığımız olaylar, algılama biçimimiz, gösterdiğimiz tepki ve alınan sonuçlarda izlediğimiz yol: Hayat-olaylar-algılama-tepki-sonuç.

Bu yol izlenirken etki-tepki prensibi mutlaka devreye girer: Hayat-olaylar-algılama biçimimiz-gösterilen tepki-alınan sonuçlar-sonuçlara ve öğrenilenlere göre hayata devam.

Peki, biz bu hayatı nasıl algılıyor ve yaşıyoruz?

Hayatımızı etkileyen olaylar karşısında toplum olarak gösterdiğimiz tepki (olması gereken):

Hayat: yüzde 100 à olaylar: yüzde 10 à algılama: yüzde 10 à tepki: yüzde 10 = sonuç: yüzde 100 çözüm

Biz nasıl yapıyoruz?

Hayat: yüzde 100 à olaylar: yüzde 10 à algılama: yüzde 90 à tepki: yüzde 90 = sonuç: yüzde 100 hüsran

Asla olmaması gereken bir durumdur bu. Hayatımızı etkileyen olaylar karşısında insanların çoğunun gösterdiği olumsuz tepki budur.

Bütün olumsuzlukların üzerimize geldiğini düşünsek dahi, istisna bireysel farklılıkları çıkartırsak, olumsuzlukların yaşantımız üzerindeki maksimum etkisi yüzde 10 oranındadır. Etki yüzde 10’sa, gösterilen tepkiler de yüzde 10 oranında olmalıyken, bizde geriye kalan yüzde 90, hattâ yüzde 100, “tepki” oluyor. Dolayısıyla yaşanan olumsuzluklar karşısında maksimum yüzde 10 etkilenmesi gereken hayatımız, yüzde 100 etkileniyor!

Olayların oluş biçimi ve algılayışımızda olması gereken uyum ve vermemiz gereken tepki arasında orantısızlıksa yaşamımızı, algılamamızı, tepkilerimizi ve sonuçları altüst etmektedir. Bu durumsa karşımıza koskoca bir hüsran, hattâ hüsranlar çıkartmaktadır.


Bireyin yaptığı algı hatâlarının en başında yer alan faktörlerden bir tanesi de olayları olumsuz algılama özelliğidir. İnsan, yapısı itibarı ile bir olay karşısında hayatta kalma içgüdüsü ile olumsuza bakar. Bu özelliğinden dolayı farkında olmadan savunma sistemi olumsuza göre tepki verir. Dolayısıyla olumsuzluklar ve hüsranların altında yatan en temel faktörler, olayları algılama ve subjektif, aceleci ve düşünmeden tepki verme biçimimizden kaynaklanmaktadır. Olay karşısında itidalli, sakin, objektif yaklaşmamız, seri ve makul çözümler üretmemiz gerekirken, sağduyumuzu yitirerek, sakinliğimizi yitirip duygularımızın istenmeyen tepkilerine kapılarak makul olmayan kararlar verebiliyoruz. Sonuç olarak, çoğu zaman hüsrana uğruyor veya mağlûp oluyoruz. Sebebi; toplumsal, kurumsal, hem de bireysel yapısına hâkim olan negatif buluş açısı…

Toplumsal yapımızı ve bu yapıyı oluşturan dinamiklerimizi incelediğimizde, son derece köklü, sarsılmaz ve güçlü inanç dokularına ve dinamiklerine bağlı olduğunu görürüz. Bu dinamikler; inançlar, gelenekler, aile yapıları, toplumsal yaşam biçimi, devlete ve otoriteye saygı, bilgiye ve bilime verilen önem, eğitime ve gelişime verilen değerler gibi unsurlardır. Ne kadar olumsuzluktan bahsedilse de toplumumuzu, aile yapımızı ve insanımızı incelediğimizde çok güçlü bir doku görürüz. Bu doku güç kaybetse de temeller sağlam olduğu için hücrelerin kendisini yenileyerek potansiyellerini eyleme geçirme yeteneği ve dinamiği var. Tarihsel ve sosyolojik olarak baktığımızda, bunu “Türk gibi başla ve Türk gibi bitir” sözü ile pekiştirmişiz. Son yıllarda bu sözü bile değiştirmiş ve “Türk gibi başla ama Türk gibi bitirme” şekliyle kullanmaya başlamışız. Maalesef başlangıçları güzel yapıyor ama sonuçları getiremiyoruz.

Olumsuzu olumluya çevirmek

Olumsuz düşünceler, negatif yaklaşımlar, vesveseler olumlu düşüncelere dönüştürülebilir mi? İnsan yaşamındaki her şey değiştiği gibi bunlar da insan tarafından değiştirilebilir, dönüştürülebilir. Öncelikle değişimi isteyip üzerimizde baskı oluşturan stres, kaygı, tasa ve endişe oluşturan olumsuz düşüncelere karşı bir duruş sergileyerek direnç gösterirsek, bu düşünceler bir köşeye sıkışıp kalırlar.

Olayların ve durumların olumsuz olarak algılanması, inanç ve algı sistemimize göre tanımlanır. Bu tanımlamanın, algılamanın ve tepkilerin aslında bizim savunma sistemimizce bizi koruma adına oluştuğunu unutmayalım. Tamam, bunlar bizi korumak için oluşuyor ama bir dönem sonra kontrol edilmeyince veya kontrolü kaybettiğimizde yıkımlar oluşturabiliyor. Önyargılar, negatif düşünceler, karamsarlıklar, kin, nefret, intikam duyguları stres, kaygı, endişe ve depresyon gibi faktörlerle birleştiğinde insan için yıkımlar başlar. Kendisi ve dış dünya ile çatışmalar başlar, hattâ düşünceleri, yaşantısı, inanç ve değerleri ile çatışır hâle gelebilir.

Söylediğimiz şekliyle, düşünceler olumlu ya da olumsuz olsun, hayatın içerisinde değişebildiğine göre bunları değiştirmek de mümkündür. Beyin için doğru denen şey, aslında ona yüklediğimiz algı kalıplarından başka bir şey değildir. Beynin ana görevi hayatta kalmamızı sağlamak olduğuna göre, beyin doğruyu aramaz, somut bir olaya karşı hızlı ve kendini savunacak şekilde cevap vermeye odaklıdır. Amacı ise kişiyi korumak ve hayatta kalmasını sağlamaktır. Eğer zihnimizi olumlu yönde yönlendirip eğitmezsek, düşünceler savrularak bir düşmandan daha fazla zarar verebilecek noktaya gelebilirler.

Olumlu veya olumsuz düşünmek, doğuştan gelen bir yetenek değildir. Hayatın içinde kazanılır. Olumlu düşünmek için öncelikle farklı bakış açılarıyla bakabilmek gerekir. “Ne zaman olumlu düşünmeye kalksam bir şeyler benim olumlu düşünmemi engelliyor” diye düşünüyorsanız, düşünce açınızı değiştirmekle başlayın. Olayların olumsuz tarafına odaklanmak yerine, kendinize farklı kimlikler ve roller vererek farklı bakış açıları ile bakabilirsiniz. Bir şeyler yapmak için ilham veya birilerinden yardım gelmesini beklemeyin. Küçük hedefler koyarak adımlar atmaya başlayın.

İngiltere’de, Westminister Katedrali’nin bodrumunda, bir din adamının mezar taşı üstünde şu sözlerin yazılı olduğunu okumuştum: “Genç ve özgürken, düşlerim sonsuzken dünyayı değiştirmek istedim. Yaşlanıp akıllanınca dünyanın değişmeyeceğini anladım. Ben de düşlerimi biraz kısıtlayarak sadece ülkemi değiştirmeye karar verdim ama o da değişeceğe benzemiyordu. İyice yaşlandığımda artık son bir gayretle, sadece ailemi ve kendime en yakın olanları değiştirmeyi denedim. Ve ölüm döşeğinde yatarken, birden fark ettim ki önce kendimi değiştirseydim, ailemi ve yakınlarımı da değiştirebilirdim. Onlardan alacağım cesaret ve ilhamla ülkemi daha ileri götürebilirdim. Kim bilir, belki dünyayı bile değiştirebilirdim.”

Değişim ve gelişime dünyayı değiştirmeyi, başkalarını düzeltmeyi bir kenara bırakıp önce aynada gördüğümüz sûretin içindeki “ben”i görmekle başlamalı. Bunun için kendi kendimize yapabileceklerimiz şunlar: Kendinize, yeteneklerinize güvenin. Kendinize inanın. Hayatı bir bütün olarak görün, olumlu düşünün. Her zorluğun ve olumsuzluğun bir gün yok olacağını düşünün ve “Bunu da bir şekilde çözeceğim” deyin. Bir hatâ yapıldıysa, hemen kendinizi veya başkalarını suçlamak yerine, hatânın nedenini ve sonuçlarını değerlendirin. Yaptığınızda yine olumsuzluklar varsa, plânlamalarınızı kontrol edin, yeni plânlamalar yapıp o plânları programlara dönüştürerek eyleme geçin. Kendinizi gergin, sinirli ve benzeri olumsuz duygularla yoğun hissediyorsanız, rahatlama, gevşeme tekniklerini öğrenip kullanabilir, duâ ve ibadet edebilirsiniz. Stres, kaygı, endişe oluşturacak ortamlardan uzaklaşın. Sanat ve edebiyata bir şekilde zaman ayırın. Estetik ve kültürü besleyen aktivitelere ilgilenin. Olumsuz ve eleştirel yaklaşımlar sergileyen kişi ve kişilerden hiç uzatmadan uzaklaşın. İstenmeyen kişi ve durumlar karşısında, olaylara doğrudan müdahale etmek yerine sabredebilir, ortamdan uzaklaşabilirsiniz.

Her türlü olumsuzluk karşısında dahi olumlu düşünmeye ve olumlu tepkiler vermeye çalışmak gerek. Bir kişi size “Nasılsınız?” dediğinde nasıl ki doğal refleksle “Teşekkür ediyorum, iyiyim” diyorsanız tam da bu şekilde davranmalısınız. Elimizde olmayanlara değil de elimizdekilere odaklanmalıyız. Ânı fark edip anda kalmak ve ânın tadını çıkarmak gerekir. Bu, geçmiş veya geleceğin üzerimizde oluşturacağı baskıları hissetmeden yaşanan âna odaklanıp keyif alabilmek anlamına gelir. Geçmişe ve geleceğe dair düşünceler üretmek, anda kalmayı engeller.

Çalışıp, gayret gösterip adımlar attıysanız ve yine beklenen netîceler oluşmuyorsa, akışa bırakmak da gerek. “Hayat aktif bir öğrenme sürecidir, ben yaşadıklarımdan olumlu şeyler öğreniyorum. Her olaydan, kişiden ve durumdan hayatımı güzelleştirecek ve anlamlandıracak bilgiler ve yaşam deneyimleri kazanıyorum” diye kendi kendinize yönlendirmeler yapabilirsiniz.