Hayat bazen...

Bazen hüzünden, ağlamaktan yorulur gözlerin. Bazen sevinçten, heyecandan gitmez dizlerin. Bütün farklı mâkâmlarda şarkı gibidir hayat ve bazen acı bir gazel, bazen hızlı bir nakarat… Bazen gecenin derinliği, bazen gündüzün her şeyi unutturan hareketliliği, bazen sokak satıcılarının sesi, bazen bir hastanın yorgun nefesi, bazen Eyyub’un şifası, İsa’nın naibidir hayat.

HAYAT, bazen ılık yaz akşamlarında, bahçenin loş ışığında omzuna attığın atkına sarılarak cır cır böceklerini dinlemektir, bazen yağmur sonrası çamura batmış ayakkabılarla okul yollarına düşmek. Bazen nar çiçeği gibi rengârenk ve alımlı, bazen nar tanesi gibi şeffaf ve berrak, bazen de zakkum gibi ağzı burkan, terletip öldüren bir acıdır. 

Hayat, bazen örümceğin ağı gibi zayıf, bazen bir ananın yavrusuna bağlılığı gibi kuvvetli ve canhıraş bir bağlanma sevdasıdır. Bazen kapkaranlık zift kokan yollar, bazen iki yanı ağaçlarla çevrili iğde ve ıhlamur kokusu sunan güzergâh, bazen ocakta pişerken cızırdayan çaydanlıktan yayılan çay kokusuna uyanılan sabahlardır hayat. Ve hayat, bazen çölde kalanın boğazına damlayan serin su, bazen ölüm döşeğindekinin dünyayı dışına kusmasıdır. Hayat, bazen bir âşığın heyecanlı adımı, bazen bir hastanın ağır ve zor nefesidir. Bazen çıkılması zor, dik bir basamak, bazen kahkaha ile kayılan neşeli kaydıraktır hayat. 

Hayat, bazen kırkikindi yağmuru, bazen kar, boran, fırtına… Hayat, bazen bir yetimin buruk gözyaşı, bazen şımarık kızların kahkahası, bazen inişli çıkışlı taşlı yol, bazen bulutsuz, dingin ve asude gökyüzüdür. Ve hayat, bazen sıcaktan çatlayan dudakların kınalı ellerden içtiği bir avuç buz gibi su, bazen bir dertlinin içine akıttığı zehir, ağu… 

Hayat, bazen deniz kıyısında güneşin batışını izlemek ve ılık bir bahar sabahında bembeyaz çiçeklere bezenmiş ağaçlarda öten kuşları dinlemektir, bazen de ölü evinden yükselen ağıtlara eşlik etmek. Hayat, bazen ince kumlarda yalın ayak yürümek, bazen dostunu yolda görüp yüreğinle gülümsemek, bazen bir bebeğin avucunun içini öpmek, bazen kavgalar içinde kalmak, bazen başını alıp gidecek kadar bunalmak ve bazen karanlık kuytulara saklanmaktır. 

Hayat işte... Bazen oturursun şehinşahlar koltuğuna, bazen toplarsın çöpten paslı hurda. Öyle ya hayat, bazen çile dibeğinde dövülmek, bazen neşe gemisinin kaptan köşkünde görünmektir yahut da deniz kıyısında, güneşten yanmış ince kumlarda içini ısıtarak gezmek ve bazen insanların güneşte ucu yanmış kor gibi söz oklarını, yüreğinin kanamasına aldırmadan dinlemektir. Bir türküde titremek, bazen yağmur sonrası toprak yolda gezinmektir hayat. 

Bazen hüzünden, ağlamaktan yorulur gözlerin. Bazen sevinçten, heyecandan gitmez dizlerin. Bütün farklı makamlarda şarkı gibidir hayat ve bazen acı bir gazel, bazen hızlı bir nakarat… Bazen gecenin derinliği, bazen gündüzün her şeyi unutturan hareketliliği, bazen sokak satıcılarının sesi, bazen bir hastanın yorgun nefesi, bazen Eyyub’un şifası, İsa’nın naibidir hayat.

Hayat, bazen ilk şehidin sancılı duası, bazen olgunlaştırmak için kula değen kızgın kader güneşinin şuası, bazen kıvrımlı kırmızı bir gül gibi renkli, bazen kanlı eller gibi hoyrat ve sinsi ve acı saklı… Hayat, bazen peygamber mesleği çile, hamlıktan kemâlata geçişin evresi, insanı melekut âlemine taşıyan nefha ve bazen üstü renkli, içi baldıran zehirli tuzak. 

Hülasa, kâh neşeli ezgi diyarı, kâh gamlı ve içli bir türküdür hayat. Yaşamak büyük lokma, yutması zor ama bazen tadı damağında. İnişli çıkışlı bir labirent ve soruları bilsen de, bilmesen de içinde feveran edersin bu hayatta. Sevsen de, sevmesen de, hitamında makbere gidersin. Hayat, eski solgun resimlere bırakacağın bir iki karelik ömür, üç gün acı, üç gün neşeli alıp vereceğin nefes. Yılları aylara, ayları günlere, günleri saatlere, kısacası seni sana bölen saniyelerdir hayat. Hayat, ölümün arkadaşı, seni barigâha götürecek tabut güzergahı… Öyleyse hayata, hayattakilere “selam” tulu eden güneşe de “selam”.

Zaman zaman bulutlar kapasa da şuasını, dünya halidir, hep bahar olmaz hayat. Hep esvet de olmaz. Sisli puslu olsa da bir gün, tam fecir olacaktır bu değişmez “âdiyat”…