Hayâlleri okullaştırmayan eğitim kültürü

Devlete bağlı kurumlarda çalışmanın yolu hâlâ “diploma sahibi” olmak ve çoğu meslekî yeterlilikle alâkası olmayan “bir yığın sınava tâbi” tutulmaktan geçiyor. Peki, insanları hayata hazırlamaktan çok uzak, belli bir kalıptan öteye taşmasına müsaade etmeyen bir eğitim sisteminin sonucunda alınan diploma, mezuniyeti tescillemek ve devlete bağlı kurumlarda çalışmak dışında ne işe yarar ki?

TAKDİR edersiniz ki, Türkiye’nin gelişim göstermekte en çok sıkıntı yaşadığı alanlardan biri eğitim. Yıllardır öğrenciler üzerinde pek çok “eğitme” yöntemi denendi. Müfredat üzerinde, sınav sisteminde pek çok kez değişikliğe gidildi. “En”ler notlarla belirlendi ve o notlar hayatın önemli bir zaman dilimini geçirmeyi gerektiren meslek seçimlerinde etkili oldu.

Bu uzun yıllar böyle devam etti. Sistem şiddetle eleştirilse de not sistemi toplumun değer ve kabul mekanizmasında dengeleyici rolünü uzun yıllar kaybetmedi. Devlete bağlı kurumlarda çalışmanın yolu hâlâ “diploma sahibi” olmak ve çoğu meslekî yeterlilikle alâkası olmayan “bir yığın sınava tâbi” tutulmaktan geçiyor. Peki, insanları hayata hazırlamaktan çok uzak, belli bir kalıptan öteye taşmasına müsaade etmeyen bir eğitim sisteminin sonucunda alınan diploma, mezuniyeti tescillemek ve devlete bağlı kurumlarda çalışmak dışında ne işe yarar ki?

Neyse ki okul, yalnızca diplomadan ibaret değil. Arkadaşlıklar kurmak, insan tanımak, eğitimciler aracılığıyla öğrenme yolculuğunda yeni bir pencere açmak, farklı bakış açılarından beslenmek için güzel bir imkân. Hele üniversite, farklı yüzleri, kültürleri bir araya getiren bir ortam oluşturuyor. Bu zenginliğin içinde özellikle memleketinden, ailesinden ayrılıp gelmiş gençler, yanlarında onları gözeten aileleri olmadan başlarının çaresine bakmayı öğreniyorlar.

Bu bahsettiklerim, eğitim sistemine dâhil değil. Ama özellikle üniversitenin insana kattığı en önemli şeyler olsa gerek. Çünkü katkısı çok yönlü deneyimler bunlar ve ileriye dönük alınacak kararlarda büyük ihtimâl etkili olacaklar.

İnsan her yerde ve her şekilde bir şeyler öğrenir. Eğitim sisteminin (bu doğal mekanizmanın) bir parçası olması gerekirken bilgi, niçin şimdilik filmlerde gördüğümüz (ve filmlerde kalmasını istediğimiz) beslenme hapları gibi yapay, tatsız tuzsuz bir şekilde yalnızca ihtiyaçlara binaen (ki o da tartışılır) öğrenciye sunuluyor? Çoğu eyleme dökülemeyecek bilgilerin süslü kaplarda, ağızda hoş bir tat bırakacak şekilde sunulması da bilginin yapısının bozulmuş ve doğallığını kaybetmiş olması sebebiyle bir şey ifade etmiyor.

Yine de hayâllerini henüz okullaştırmamış* az sayıda insan, ateşe su taşıyan karınca misâli, öğrenmeye açık zihinlerin özgürleşmesi için ellerinden geleni yapıyorlar.

Çocuk eğitiminde iki temel gerçek var. İlki, çocuğun olduğu gibi kabul edilmesi; ikincisi, çocuğun gelişimine uygun ortam oluşturulması… Bunları ailede, okulda, hayatın her alanında başarabilsek, “Dünyaya gelen büyüyor” gerçeğinin her anlamda karşılığını bulacağız gibi görünüyor. Dünyaya her insan zaten herhangi bir sağlık sorunu olmadığı sürece mükemmel donatılmış bir şekilde geliyor. Bizim yapacağımız en önemli şeyse bunu bozmamak.

Bu bir hayat felsefesi aslında! İnsanın öğrenmeden edemeyen yapısını sistematik ve çok yönlü hâle getirme girişimi...

Konya’nın Ilgın ilçesinin Mehmet Akif Ersoy Ortaokulu Müdürü Yusuf Sevinç böyle insanlardan biri...**

Okulun köşesindeki mütevazı odasından büyük fikirlerle çıkan ve öğrencilerine umut olan bir müdür Yusuf Sevinç. Mehmet Akif Ersoy Ortaokulu öğrencileri, ÖSYM’nin yaptığı sınavların yanı sıra, spordan sanata pek çok alanda ödüle lâyık görülmüş.

Yusuf Hoca kısıtlı imkânlara, elverişsiz fizikî koşullara rağmen öğrenmeye açık, cıvıl cıvıl öğrencilerle dolu bir eğitim ortamı oluşturmayı başarmış. Bunun tüm okulu kapsayan bir sistem olabilmesi, ancak bir kültür oluşturmakla mümkün. Bu kültürü yakından tanımak için okulun Bilişim Teknolojileri öğretmenine kulak verelim:

“Geçen yıl bir öğrenci geldi. Çok sorunluydu. Annesi doğduğunda cami avlusuna bırakmış. Sonra evlâtlık almış birileri. Bir süre bakıp onlar da başka bir aileye vermişler. Oldukça gariban bir aile! Çocuk buraya geldiğinde ciddî anlamda sosyalleşme sorunu yaşıyordu. Ders başarısı zaten kötüydü. Böyle çocuklar okula genellikle ‘Bir an önce kurtulalım’ gözüyle bakarlar. İlkokulda da sanırım öyle yapmışlar. Bizde ise ‘Tam kadro gelişim için ne yapabiliriz?’ diye düşünürüz. Bu seferki fikir benim aklıma geldi. Öğretmen arkadaşlarımla paylaştım, mantıklı buldular. ‘Çocuğa kısa film hazırlatalım’ dedik.

Çağırdık, söyledik. Şaşırdı ve tabiî biraz da heyecanlandı. Öğretmenlerle bir araya gelip senaryo düşündük. Çocuğun kendi hayat hikâyesinden bir kesit almayı önerdik. Çocuğun da hoşuna gitti. Oyunculuğunu ve yönetmenliğini kendisine bıraktık. Bütün öğretmenler ise tam kadro destek olduk. Düşünün, meselâ ben filmde oynadım ve filmin bütün çekimi tek bir günde bitti. İnanmazsınız, ertesi gün o çocuk, başka bir çocuktu.

Filmi Konya’ya, kısa film yarışmasına gönderdik. Birincilik aldı. Çocuğun hayatı değişti. Biz burada bunlarla ilgileniyoruz. Türkiye gündemini takip edemiyoruz doğru dürüst. Bizim gündemimiz de, dünyamız da bu çocuklar! Akşam eve gittiğimde, şöyle vücudumda, çene kaslarımda ağrı hissediyorsam, o zaman rahat uyuyorum…”

İmkânsızlıkların ve şartların iyi işler çıkarmaya engel olmadığına, her koşulda en güzele talip olmanın mümkün olduğuna güzel bir örnek bu. Sadece söz konusu çocuğun hayatına katkıda bulunmak bile çok kıymetli ki, böyle bir çalışma ahlâkı içinde kim bilir daha nice gencin hayatı değişecek, eğilimlerinin belirginleştiği bu önemli yaşlarında ilerideki tercihleri olumlu yönde etkilenecektir.

Şartlar ne kadar kötü olursa olsun, yapılacak iyi bir şey mutlaka vardır. Bazen zorluklar, işine daha sıkı sarılmak konusunda daha sağlam da yapabilir insanı. Önemli olan, bir hoş sedâ ile buralardan göçüp gitmeden güzel işlerin sayısını arttırmak, iyiliğe öncülük etmek, diğerkâmlığı yaygınlaştırmak!

Çıkarların söz konusu olduğu yerde, insan canının kıymeti yok kimi zaman. Kimi yerde refahın içinde ahlâkî çöküş söz konusu. Bir yerde açlıktan ölüyor insanlar, başka bir yerde boğazını tutamadığı içinse dert sahibi olarak...

Maalesef, dünyayı esas mekân kabul etmenin sonucunda insanlığın geldiği nokta bu! Neyse ki, küçücük çabaların bile Allah tarafından en güzel şekilde desteklendiğine şahit oluyoruz. Bu örnekleri görmek umudumuzu arttırıyor.

Belki iyiliği, yardımlaşmayı, “biz” bilincini toplumsal bir kültür hâline getirmek çok zor ama en azından bu yolda azimli ve gayretli insan toplulukları oluşturmak mümkün.

Nerede olursak olalım, Rabbimizin “Yüzünüzü bana dönün!” sözüne uyalım. Allah’a yönelmek; uyaranlara, popüler kültürün gevşek ve savsak telkinlerine rağmen dünyada olma sebebini insana hatırlatır. Her şeyiyle Allah’a yönelen insanlar olmaya talip olmak ve böyle insanların sayısını arttırmak için elinden geleni yapmak, bu hayatı daha yaşanır hâle getirmez mi?

Yalnızca tek bir insanın dahi bu yola girmesine vesile olmak, kim bilir kaç insanı peşinden getirecek, kaç hayatı değiştirecek. O insan neden kendimiz olmayalım?

 

*Ivan Illıch/Okulsuz Toplum

**Bu örnek ve daha fazlası için;

Ömer Antalyalı/Türkiye’de Küresel Dijital Marka Hazırlamak Voscreen Örneği