
HER sabah yeni bir
perde açılır ömrümüze. Kozasını parçalayan bir ışık gibi doğar gün ruhumuzun
kırık pencerelerine. Ezan sesini duyan kuşlar, konar dünyanın hamalı olmuş bedenimize.
Onarmaya çalışır yaralarımızı, ayheka. Yamalı masalların kırbacı sırtımızda
kavrulan en ağır hece. Kandığımız ne varsa, kanadığımız da odur aslında.
Yanılmakla başlıyor kendi etrafımıza ördüğümüz teller. Sessiz ve uzak
kalışlarımıza hep bir çentik atıyor benzi sararmış içi boş saatler, hayâl
ölüsüyle dolu vaatler…
Dünya
yeri bir kitaplık mola… Altını çizdiğimiz cümleler arasında özümüzü okşayan
mamureyi adımlarız. Yüreğimizin eşiğinden geçen kelebekler hangi vadilere taşır
rüzgârımızı? İklimlerin sofrasında kat kat açılan zan, kaç parçaya böler
didarımızı? Bazen en dipte görürüz gerçeği, bazen de gökyüzü dahi kurak gelir.
Yaşanmışlıklar biriktikçe yeryüzü insana dar gelir. Binlerce ölü beden toprağı
zenginleştirirken, tabiattaki kurdun kuşun, börtü böceğin hakkı yakamıza
yapışıverir. Ruhumuza yüklediğimiz basmakalıp hayatlara, karalama defterine
dönmüş dimağımıza, paraların ve malların serbestçe dolaştığı küresel dünyada
tutsak oluşlarımıza biraz duygudaşlık gerek, değil mi?
İnsanın
ahsen-i takvîm sırrına mazhar bulunuşu; güzel ahlâk, güzel söz, güzel bilgi ve
güzel eylem ileydi. Serraya açılan tüm bahçeler bu erdem üzereydi.
Sahi,
biz nerede uyuttuk ahde vefa sözlerimizi, nerede unuttuk masumiyetle örülmüş kentlerin
adreslerini? Gönül gözümüzü hangi kör duygulara feda ettik? Bütün bu
dağılmışlık içerisinde ey kendim, yol sensin, yolcu da sen! Topla şimdi kırık
dökük işaretleri, yerleştir sırasıyla kalbine harfleri: İ-n-s-a-n.
Bir
zerre oluşumundan Â’lâ-yı İlliyyîne ulaşabilen, varlığı boş bir kutu iken
duasıyla kemâlâta erebilen kul, insan… İmanıyla içi dolu bir çömlek, inkârıyla esfel-i
sâfilînde çamur deryası… Nefretiyle yeryüzünü bozguna uğratan, merhametiyle
sahraları cennete çeviren, nezaketiyle posta güvercinlerine salık verdiğimiz ve
en güzel mesajları devşirdiğimiz, sevginin ocağında tüten, saygıyı katık eden,
nasibini hayra bağlayan, gayretini helâlde arayan, rızkımızın bir parçası olan yüreğinde
dem bulduğumuz; insan…
Yaşmağından
ekmek kokusu yayılan annelerimiz, terinin tuzunda asırlık çınar büyüten
babalarımız, türkülerden taç yaptığımız bebelerimiz, gökteki kuşlara şiir
yüzdüren şairlerimiz… Mukaddes yerlere yemin edilen, yeryüzüne halife kılınan,
varlık âleminin en derinliğine uzanan nihaî nokta; insan…
“Kusurları
örtün!” diyen dinimiz içerisinde kusurları gören, adaletin yenik düştüğü dargınlıklarda
atalete teslim olan, hafif sözlerin ve kan kırmızısı salâların arasında çiğnenmiş
bir gül gibi eğik ve mağrur, yine insan… Kalbini yarıp içine bakamadık, lâkin
muhabbete inancımız hep vardı.
Avucumuzda
birikecek yağmur damlaları için ellerimizi sabırla açtık gökyüzüne. İnsanlığı diriltecek
bir can suyuna talip olduk. İdrak edebilmenin sanatına gönül bağladık. Ve
sadece bekledik. Bir rüzgârgülünün esintiye kapılıp aynı yönde dönmesi gibi,
fırıldak bir hayat içerisinde zulme karşı buğz ettik, elimizle yapamadık,
dilimizle de yapamadık, bir kuş ağzı kadar küçük kalbimizle karşı durmaya çalıştık.
Distopik bir hikâyenin kaotik kahramanı gibi şaşkın şaşkın bekledik.
İnsan,
harekete geçtiği sürece insanlığı tam anlayandı oysa. İman ve salih amel
istikametinde yürüyebilenler ancak insan kalmayı tamamlayanlardı. Hayatın her
basamağında hak ve sabır libasına bürünenler asıl ziyan olmaktan kurtulanlardı.
Mevlâna
Mesnevî’sini, Yûnus Emre Risâletü’n-Nushiyye’sini, Mehmet Akif Safahat’ını
nasıl insan olunacağını öğretmek amacıyla yazmışlardı. Bugün, irfan erbabının
avlusundan su içmemişlerin ve bir kez dahi kapısından geçmemişlerin ayakları
altından kayıp gidiyor insan. Bu boşa kanat çırpışlar taşımıyor bizi Sevgilinin
diyarına. Oyunda ve oynaşta olacak yaşı çoktan geçmişken, Fatih olmak için neyi
bekliyoruz? Başıboş bırakılmadığımızı bildiğimiz hâlde neden hep işin kolayına
kaçıyoruz? Suya sabuna dokunmadan yaşamak için hangi gölgelere sakladık
kılıçlarımızı? Bilgisizliğin kör karanlıklarına terk edilmiş vicdanımız, bulmak
için daha kaç meşale yakmalı?