Hayâl mi?

Güldane Berk, bir masal annesi… Ankara’da, Kızılay’da bir daire “Masal Ankara”… Oraya gidiyorsunuz ve masal dinlemiyorsunuz sadece, masalı yaşıyorsunuz aynı zamanda. İçine girdiğiniz bu yer, şehrin göbeğinde bir yer değil, Kafdağı’nın ötesinde âdeta... Masalcı ise ipeksi ve nakış nakış işlenmiş sesi ile elinizden tutup sizi önce içinizdeki çocukla buluşturuyor, sonra el ele masal masal, diyâr diyâr geziyorsunuz.

MASAL, çocuklarımızın karşılaştığı ilk edebî türdür. Onunla uzun ve kaliteli birliktelikler geçirmiş çocukların hayâl gücü bakımından oldukça zengin oldukları, yaşamlarında içsel ve dışsal dengeyi daha rahat yakalayabildikleri görülmektedir. Anlatıma dayalı ve kendine has bir mantığı olan masal, bütün kültürlerde çocuk edebiyatının ilk ve en önemli kaynağı olarak kabul edilmektedir.

Masal, çocuğun hayâl gücünün emrindedir, yanındadır, içindedir ve onun malıdır. Çocuk için bir alışkanlık değil, ihtiyaçtır. Çocuğumuza bu dünyada verebileceğimiz en güzel rüyadır. Çocuklarına bu hediyeyi bilinçli olarak sunan aileler, kendilerine, çocuklarına ve ortak bir geleceğe değer verenlerdir. Böyle bir değeri sosyal medya ve çizgi filmler ile takas etmek o kadar üzücü ki…

Masalların çocuk gelişimine birçok önemli ve değerli katkısı vardır. Masal anlatımı esnasında, bir yandan anlatan kişi ile çocuk arasında bir iletişim bağı kurulurken, diğer yandan da çocuğun bütün zihinsel faaliyetleri harekete geçer. Okuduğu veya dinlediği masallardaki karakterler hakkında hayâller kuran çocuk, olayların gelişimine göre iyiyi ve kötüyü, doğruyu ve yanlışı ayırt etmeyi öğrenir. Hayâl gücü, aslında günümüzde bile değeri tam olarak anlaşılamamış inanılmaz bir zihin faaliyetidir ki hem gelişimimize, hem yeteneklerimize faydası tartışılmazdır.

Dilin renkleriyle zenginleştirilmiş masal, çocukların anadilinin ve hayâl gücünün gelişimini sağlayan bir sanat ve öğretim unsurudur. Okul öncesi okuma yazma bilmeyen çocukların başlıca fikir ve duygu besinini masallar oluşturur. Masal sayesinde insan tiplerini ve çeşitli karakterleri de tanır.

Büyükler açısından bakıldığında da çok değerli mesajlar verir masallar. Masallarda insanoğlunun asırlardan beri yaşarken bıraktığı izler ve şifreler vardır. Bu izleri takip etmek ve şifreleri çözmek, bireyin kendini keşfetmesi, yaratıcı düşünce geliştirmesi, olgu ve olaylara farklı açılardan bakabilmeyi öğrenmesi, çocukluğuna dönmesi gibi çok önemli özellikleri ortaya çıkarır. Şunu açık açık ifade etmekte fayda görüyorum: Ortada bir masal var binlerce yıldır süregelen… Bu masalda kötü zamanlar ve kötü karakterler de var tabiî. “Masal” dediğiniz de böyle olur zaten. Masalın yaşamakta olduğu dönemi biraz farklı ve oldukça da önemlidir.

Şöyle ki… Masallarda genellikle kötü karakterler ve yapagelecekleri kötülükler bellidir. Bizler öyle bir zamana geldik ki, evimizin başköşesine koyduğumuz, sürekli yanımızda taşıdığımız karakterlere “kötü” deseniz olmuyor, “iyi” deseniz olmuyor. Kendimiz teslim olduğumuz yetmezmiş gibi kendi ellerimizle çocuklarımızı da teslim ediyoruz: “Haydi çocuğum, sen çizgi filmini seyret! Benim biraz işim var…”

Dinozorlar ve ejderhalarla, tek gözlü devlerle mücadele edebilir, kontrol altına alabiliriz. Televizyonu, cep telefonunu, tableti ve bilgisayarı ise yenemeyiz (en azından bu anlayışlarla). O kara kutu evlerimizin başköşesine kuruldu kurulalı ne çok değiştik, ne çok şeyimizi kaybettik. Bugün cep telefonuna olan inanılmaz bağımlılığımızın tohumlarını eken televizyon, aynı zamanda birçok değerimizin kaybolmasına da yol açtı. Sanırım insanlık tarihi hiçbir evresinde böyle sessiz, böyle yıkıcı ve böylesi kitlesel bir işgale bir daha tanık olamayacak. Aile içi sohbetler, dostlara ayrılan vakitler, birçok şey ve tabiî ki masal zamanları… Yavaş yavaş ve sessizce kaybetmeye başladık hepsini.

Talih mi, afet mi?

Hayâl gücü o kadar önemli ki, tarihi değiştiren, insanlığın gelişimine basamak atlatan büyük keşiflerin tohumudur hayâl gücü. Sağlam oturmuş karakterlerin, araştırmacı ruhların çekirdeğidir. Rengârenk bir dünya, insanlığın değerler üzerine gelişime dayalı şen bir düzen, ancak çocuk ruhlu hayâller ile mümkündür.

Teknoloji ve sosyal medya çok güçlü, çok farklı karakterler. Âdeta dünyayı avuçlarımızın içine sığdırıyorlar. Etki altında kalmamak o kadar zor ki… İyi hoş da, onunla ne yapacağımızı bilmiyorsak, biraz sorun vardır ortada. Büyük bir güce ve büyük bir miktarda paraya içsel anlamda ve karakter olarak hazır değilken, ona kavuşup da dağılan insanlar gibidir olay. Örneğin hiç hazırlıksızken para yönetimi, kontrolü, kullanımı hakkında oturmuş bir altyapı ve karaktere sahip değilken piyango ile milyonlar kazanmak talih değil, afettir!

Taze çocuk zihninin televizyon mesajlarına açık olmalarının getirdiği önemli bir sorun vardır: Gördüklerini “gerçeklik” olarak algılamaları, gerçek yaşamda karşılığını aramaya çalışmaları ve ekranda gördüklerinin kurgu olduğunun ayrımını yapamamaları...

Gözleri önünde olup bitenin bir hayâl veya görüntü değil de televizyon kutusu içine girmiş gerçek insanlar olduğuna inanır çocuklar. Gördüklerine öykünür, Superman, Batman, Örümcek Adam ya da ismini bilmediğimiz onlarca kahraman kimliği altında karakterle eşleşmeye çalışır, kavga sahnelerini arkadaşları üzerinde denemeye kalkışırlar. Masallarda karakterler ile hayâl gücü aktif olurken, televizyonda ekrandan gelen ışık bombardımanı ile direkt davranışlar etkilenir.

Televizyon, en önemli ifade aracı olan dil üzerinde de oldukça olumsuz sonuçlara yol açmaktadır. Dilin kaybının ne denli büyük bir zarar olduğunu anlatmamama gerek yok sanırım. Bu etki iki biçimde gerçekleşmektedir: Birincisi, televizyonda kullanılan sözcük sayısının azlığı nedeni ile çocukların kelime dağarcığının azalma ve bozulmaya gitmesi, ikincisi ise çocuklarda anadilin yozlaşmasına yol açması...

Bu iki etki, yabancı kaynaklı programların yanı sıra yerli programlarda sıkça rastlanılan Türkçenin yanlış, kötü, yabancı özentili ve kısır bir şekilde kullanılmasından kaynaklanmaktadır. TV karşısında uzun süre (günde birkaç saatin üzerinde) kalan 0-6 yaş arasındaki çocuklar, aileleri ve çevreleri ile iletişim kuramamaktadır. Bunun sonucunda da anlamlı heceleme, ses çıkarma, konuşma, cümle kurabilme gibi dil becerilerinde yetersizlikler görülmektedir.

Ailelerin, çocukların izledikleri programların içeriklerini ve sürelerini kontrol edebilmeleri önemlidir. Kendimizi kontrol edemezsek, çocuklarımıza yönelen saldırıları da kontrol edemeyiz. Bu yönde bir farkındalığa sahip olamadığımız sürece kaybedeceğimiz geleceklerin ve değerlerin telâfisi zor olacaktır.

Çocuklara yönelik hazırlanan programlar, çizgi filmler, animasyonlar ve reklâmlar, çocuğu sadece ekrana bağımlı hâle getirmekle kalmıyor, aynı zamanda onu tüketim toplumunun bir bireyi hâline getiriyorlar.

Çizgi film ve çocuk arasındaki bağ ve teknolojinin hızla gelişmesi, çocukların televizyon, telefon ve bilgisayar gibi kitle iletişim araçlarıyla daha erken yaşta tanışmasına yol açmaktadır. Kitle iletişim araçları içerisinde çocuğun en erken yaşta tanıştığı araç ise televizyondur. “Çocuk, ekrandaki renklere ve hareketlere, adlarını bilmeden baktığı bu görüntülere çok hassastır ve bunları çok sever; göz alışkın olmadan bile çok hızlı bir şekilde içgüdüsel olarak bunları algılar ve keşfeder.”

Çocuğun hareket eden nesnelere, seslere ve renklere karşı içgüdüsel duyarlılığı, onu doğal olarak çok küçük yaşlarda ekrana bağlamaktadır. Çizgi filmlerin çocukları ekrana bağlayan en önemli eğlence aracı oldukları kabul edilmektedir. Bu yüzden çocuklar mümkün olduğunca ekrandan uzak tutulmalı ve oyuncaklara, oyunlara yönlendirilmelidir.

Teknoloji, yetersizliklerimizi, unuttuğumuz içsel keşif ve ilerleme süreçlerinin doğurduğu derin kuyuyu ve boşluğu en hızlı dolduran araçtır. Çocuklarımıza kaliteli zaman sunma aralığı sınırımız her geçen gün azalırken, ekranın ve tabletin kucağına yarınlarımızı teslim etmek, sanal bir hapishanede onları eğleniyor gibi görmek ve aslında neler olup bittiğini, yarınlarımıza ne kadar zarar verdiğimizi idrak edememek gerçekten çok acı!

Bir masal annesi

Büyükler olarak şöyle bir düşünelim: Şu âna kadar yaptıklarımızı, bildiklerimizi bir kenara bırakarak, dünyayı yeni tanımaya başlamış olan çocuklarımıza nasıl bir tanıtım yapmak daha uygun olurdu?

Allah aşkına, etrafınızdaki yapılaşmaya, apartmanlara uzun uzun bakın… Bir teleferiğe, bir uçağa binip gökyüzünden şehre bakın… İç içe geçmiş bir şehir, doğadan kopmuş betonlar ve içinde birbirinden kopmuş insanlık... Bir apartmanda birbirine yabancı onlarca aile… Sokaklarda sanattan yoksun dükkân görüntüleri, bozuk yol ve kaldırımlar… Sağlıklı bir rüya bile göremez olduk!

Evet, teknoloji tam gaz! Diğer tarafta ise bize ağlayan varlık âlemi…

İnsanın çizgi filmler ve teknoloji hakkında bazı düşünceleri olabiliyor, lâkin şunu gördüm ki, masalı bir de masalcıdan dinlemek gerek…

Güldane Berk, bir masal annesi… Ankara’da, Kızılay’da bir daire “Masal Ankara”… Oraya gidiyorsunuz ve masal dinlemiyorsunuz sadece, masalı yaşıyorsunuz aynı zamanda. İçine girdiğiniz bu yer, şehrin göbeğinde bir yer değil, Kafdağı’nın ötesinde âdeta... Masalcı ise ipeksi ve nakış nakış işlenmiş sesi ile elinizden tutup sizi önce içinizdeki çocukla buluşturuyor, sonra el ele masal masal, diyâr diyâr geziyorsunuz. Kalbiniz size teşekkür ediyor, “Ne iyi ettin de kısa bir süreliğine büyük olmaktan vazgeçtin!” diyor. İçinizde Keloğlanların, devlerin, sihirli fasulyelerin olduğu bir dünyada dinleniyorsunuz. Hayat bir anlığına masal oluyor…

Masal bu ya, sonu o kadar güzel bitiyor ki hoplayıp zıplamak ve kahkahalar atmak istiyorsunuz. İyileşmek istiyorsunuz… Bitmeyen günlük meşgalelerin yıprattığı, tozlandırdığı, hastalandırdığı benliği tedavi ettiğine şâhit oluyorsunuz…

Masalcı, “Masalsız olmaz” diyor ve ekliyor: “Masal, sembolik bir dildir. Sesle, mimiklerle, hareketle, dinleyenleri masala dâhil etmekle, dilimizin zenginlikleriyle süsleyerek oluşturulan en güzel iletişim şekli… Masalda bir yolculuk vardır… Yalınayak başıkabak Keloğlan, annesinin isteği üzerine sabahın erken saatinde yola çıkar. Nasihatler vardır ama dinlemez. Girmemesi gereken yola girer, açmaması gereken kapıları açar, sormaması gereken soruları sorar. Türlü türlü tehlikeler atlatır… Masal, evden çıkmayla başlar. Keloğlanın yanında onu koruyacak kimse yoktur, önündeki engelleri onunla beraber aşacak, onu koruyacak, onu yoldan vazgeçirecek kimse yoktur. Masal yolculuğu, hayat yolculuğudur aslında. Azim ve cesaret ile mücadeleden vazgeçmeden ilerlediğinizde, yolunuz padişahın sarayında bitiyor. Burada en büyük mükâfatı yani kendinizi kazanıyorsunuz…”

Yolculuk bir değişim ve dönüşüm yolculuğu ama biraz sihirli… Masal, usulca ve hoş bir tınıda size şu mesajı veriyor: “Sihir sensin, mucize sensin!”

Sihir senin cesaretin, azmin ve vazgeçmeyişin… Kendine inan, engellerden korkma! O engeller seni olgunlaştıracak, zenginleştirecek ve yaşamında dengeyi bulacaksın. Vazgeçmediğinde kazanacağın hediyeler, dünyalara bedel olacak. Hem insan kazanacak, hem toplum.

Masalı yaşayan çocuk, “Artık yola çıkabilir ve sıkıntılarla karşılaştığımda onlarla mücadele edip ne olursa olsun başarabilirim” diyebilecektir. Çocuklarımızın özgüvenlerini kazanmalarından daha büyük bir sevinç ve kazanç olabilir mi? Masalda, özgüven yanında zekâ gelişimi, Türkçenin kullanımı, kendini ifade etme, kaliteli ve faydalı zaman geçirme, kelime dağarcığının artması, sosyal bir aktivite olarak yeni arkadaşlıklar kurma gibi birçok kazanç da sağlanıyor. İşte tüm bunları masal ile başarabiliriz!

Masalı acilen yaşantımıza dâhil etmemiz gerekiyor. Güldane Berk, bizi masal hakkında bilgilendirirken ve yaşadıklarını anlatırken yine masalı kullanıyor. Kendimizi bu büyülü dünyadan koparmakta zorlanıyoruz. Bu yolculuk, bu masal hiç bitmesin istiyoruz…

Bütün büyüklere ve hayatın çiçekleri bütün çocuklara sesleniyorum: Kendinize bir hediye verin ve masal dinleyin. Masal okuyun, imkânınız varsa masal anlatmayı öğrenin!

Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim: Büyük küçük demeden, istisnasız hepimizin masallara o kadar çok ihtiyacı var ki… Etrafa saçılmış minderler üstünde masaldan masala, uçan karakterlerin peşinde koşmaya, neşeyle, deli dolu bir kalple başka bir boyutta çocuk olup sağa sola savrularak can suyu içmeye o kadar çok ihtiyacımız var ki… Kendimize itiraf edemediğimiz bu ihtiyacı, doldurulamayacak bu boşluğu, farkında olmadan kaçtığımız bu hakikatin yerini nasıl mı dolduruyoruz? Sosyal medya, TV, teknoloji ile… Hiç bitmeyen işlerimizle… Peki, bu uğraşlardan içimize, kalbimize kalan ne? Bütün bu uğraşlarımızdan bize kalan dünya, nasıl bir dünya?

Masalcı Güldane Berk ile bunu da konuştuk. Günümüz insanlığının masalar ile büyümediği aşikâr. Eğer biraz hayâl gücümüz olsaydı, okyanusların, denizlerin, göllerin karşısına, ormanların etrafına, dağların yamacına, çocukların önüne böyle mi şehirler inşâ ederdik? Biraz daha çocuk kalsaydık, böyle mi kavga ederdik? Bu kadar akıllanmasaydık, savaşlar ve savaş araçları mı üretirdik?

Etrafımıza baktık, bu solgun ve keskin hatlı yapılaşmayı, doğadan uzaklaşan bir yerleşim sistemini inşâ eden insanlar, masal dinlemeden büyümüş çocuklar sanki… Hayâl gücü o kadar önemli ki, hayâl edebilseydik, hayâl gibi bir dünya inşâ ederdik. Masallarla büyüseydik, masal gibi bir yaşamımız olurdu. Siz ne dersiniz?