Havuç, yumurta ve kahve

Bilge babanın oğlu, aldığı bu dersten tatmin olmuşa benziyordu, fakat “Asıl ders bu değil!” dedi baba. Oğlunun elinden tuttu, ocağın üzerinde bıraktığı kapların içinde kalan suları gösterdi: “Havuçlardan ve yumurtalardan arta kalan suya bak, ikisinde de bir tat yok!”

BABA, evlenmek üzere olan oğlunu bir kenara çekmiş mırıl mırıl konuşuyordu. Anlaşılan evlilikle ilgili olarak birtakım tavsiyelerde bulunuyordu. Konuşmasının bitiminde “Evlat!” dedi, “Sana son tavsiyemi mutfakta anlatmak istiyorum, olmaz mı?”.

Mutfağı tanımayan ve yemek yapmayı pek bilmeyen delikanlı merakla "Olur!" diye karşılık verince birlikte mutfağa geçtiler. Baba, konuşmadan önce ocağa aynı büyüklükte üç kap koydu. Kapların hepsini suyla doldurup üçünün de altını yaktı. Oğluna döndü, “Şimdi bana, istediğim her şeyden ikişer tane vermeni istiyorum” dedi. Oğlundan sırasıyla havuç, yumurta ve kavrulmamış kahve çekirdeği istedi. Oğlu hepsinden ikişer tane verdi babasına. Adam havuçları birinci kaba, yumurtaları ikinci kaba ve kavrulmamış kahve çekirdeklerini üçüncü kaba koydu. Her üçünü de bir süre kaynattı. Daha sonra kapların altını söndürdü. Dolaptan üç tabak alıp kaplardakini bunlara geçirdi ve masaya koydu. Ardından oğlunu sofraya buyur etti.

Yemek masasında üç tabak duruyordu. Baba, kaplarda kaynayan havuç, yumurta ve kahve çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara yerleştirmişti. Bilge baba, burada durup oğluna döndü ve sordu: "Ne görüyorsun evlat?" Oğlu gördüklerini nasıl anlatması gerektiğini düşünürken, baba açıklamaya başladı: “Gördüğün gibi havuçlar, haşlandıkça aslını kaybedip yumuşamışlar. Yumurtalar, görünüşte baştaki gibi sert duruyor ama içleri katılaşmış. Kahve taneleri ise olduğu gibi duruyorlar; başta neyse sonunda da öyle...”

Sonra asıl tavsiyesine sıra gelmiş babanın: "İşte evlat, durum böyle! Evlilikte aşk ve şefkat birlikte olmalıdır. Aşksız bir evlilikte her iki eş de şu gördüğün havuçlar gibi birbirlerini tüketir, pörsütürler. Şefkatsiz bir evlilikte ise eşler, birbirlerine ne kadar tahammül etseler de şu gördüğün yumurtalar gibi içten içe katılaşır, birbirlerinden uzaklaşırlar. Aşkın da, şefkatin de olduğu bir evlilikte ise, şartlar ne olursa olsun, eşler tıpkı şu kahve taneleri gibi birbirlerinin yanında aynı kalır, kendi kişiliklerini yitirmezler. Kahve tanelerinin tekrar kaynatılmaya hazır olmaları gibi, onlar da birbirleriyle baş başa uzun yıllar geçirmeye istekli olurlar.”

Bilge babanın oğlu, aldığı bu dersten tatmin olmuşa benziyordu, fakat “Asıl ders bu değil!” dedi baba. Oğlunun elinden tuttu, ocağın üzerinde bıraktığı kapların içinde kalan suları gösterdi: “Havuçlardan ve yumurtalardan arta kalan suya bak, ikisinde de bir tat yok!”

Ardından baba, kahve çekirdeklerini çıkardığı kaptaki suyu yavaşça bir fincana boşalttı. Mis gibi taze kahve kokusu mutfağa yayıldı. Baba fincanı oğluna uzattı, “İçmek ister misin?” diye sordu. Oğlu kahvesini yudumlarken, baba konuşmasını sürdürdü: “Evlat! Kahve çekirdekleri gibi eşlerin paylaştığı yuva da işte böyle olur! Mis gibi temiz ve huzûr verici… Herkesin fincanına koyup yudumlayacağı taze kahve gibi... Çünkü onlar birbirlerini harcamayarak, birbirlerine aşkla ve şefkatle davranarak hayata kendi tatlarını, kokularını ve renklerini katmayı başarırlar.”

Verdiği dersin ardından baba, oğlunun omzunu sıvadı ve son sözünü söyledi: “Kahve taneleri gibi olabileceğiniz bir hayat geçirmeniz dileklerimle...”