Havlu ve manşet attıran millet

Türkiye müdâhil oldu; Ermenistan ile Azerbaycan’ın dünyası, biri kötü, biri de iyi yönde değişti. Yine üç operasyonla Suriye’nin ve Suriye’ye müdâhil olanların dünyaları değişti. Türk Devletleri Teşkilatı aracılığıyla üye ülkelerin dünyaları değişiyor. Balkanlar, Afrika ve Basra ülkelerinin de değişimi, gelişimi sırada. Buraların dünyaları olumlu değişiyor da buralara kene gibi yapışmış emperyalistlerin dünyaları değişmiyor mu?

FERTLERİN de, milletlerin de dönüm noktaları elbette vardır. O “nokta”dan öncesi ve sonrası birer merhaledir. 2023 Seçimleri de milletimiz ve ülkemiz için böyle bir özelliğe sahip görünüyor. Neye dayanarak söylüyorum bunu? Birçok ipucu var.

ABD Başkanı Joe Biden, daha kendi ülkesinde kendisi seçilmeden önce, muhalefeti birleştirip Erdoğan iktidarını devireceğini söyledi. İlgisi olup olmadığını resmen bilmediğimiz ve kendilerinin de açık seçik yalanlamadığı “Altılı Masa”, bu açıklamalardan sonra kuruldu. Her nasıl oluyorsa, ABD’nin Türkiye’ye karşı alenî bir şekilde desteklediği terör örgütleri bu ittifakın yanında yöresinde yer aldı. Anlaşıldı ki, saflar Türkiye’nin iktidarına, milletin seçtiği kişilere karşı sıklaşıyordu.

Seçimlerden aylar önce ABD’nin, Almanya’nın, İngiltere’nin, Fransa’nın, Yunanistan’ın, İsrail’in ve başka ülkelerde emellerini gerçekleştirmek üzere tetikçilik yapan medya kuruluşlarının da sıklaşan saflarda yerini aldıklarını gördük; o kuruluşların manşetleri, seçimler yaklaştıkça görülmeye başlandı.

Daha önceki “Biz Kedinin Faresi miyiz Allah Aşkına?” başlıklı yazımızda “subversion” kavramından bahsetmiştik. Kavram olarak “bir ülkeyi içten yıkmak, içeriyi karıştırarak ele geçirmek” diye izah edilebilecek bu operasyonla muhtemelen Osmanlı’nın yıkılışından bu yana bu kadar güçlü ve şiddetli bir şekilde ilk defa karşılaşıyoruz. Peki, sırf düşmanlık olsun diye yapmıyorlarsa, bunu dışarıdakiler niçin yapıyorlar?

Türkiye hâlihazırda çok ciddî bir kaynak, imkân, birikim ve şuurun üstünde oturuyor. Karadeniz’de bulduğumuz milyarlarca dolarlık doğalgaz, Gabar’daki 80 milyar dolarlık petrol, Mavi Vatan’daki karbon yatakları ve bor madenleri gibi tabiî zenginlikler, üzerinde oturduğumuz bu kaynaklardan. Havaalanları, köprüler, organize sanayiler, yollar, hızlı trenler, hastaneler, üniversiteler, okullar hep bizim meydana getirdiğimiz ve anamızın ak sütü gibi helâl olan imkânlarımız. Her sene yüz binlerce icat yapıp Teknofest’e veya Patent Enstitüsü’ne müracaat eden insanlarımız, uçaklarımız, helikopterlerimiz, İHA ve SİHA’larımız, tanklarımız, otomobillerimiz, beyaz ve kahverengi ürün sanayimiz ve milyarlarca dolarlık ihracat yapan tarım sektörümüz bizim enerjimizin son kalorisine kadar harcayıp edindiğimiz birikimimizdir.

Şuurumuza gelince… İşte bu şuur, Türkiye’nin ve dünyanın kaderini değiştirmeye muktedir bir şuurdur!

Herkesin dünyasını ayrı ayrı düşünürsek… Türkiye müdâhil oldu, Ermenistan ile Azerbaycan’ın dünyası, biri kötü, biri de iyi yönde değişti. Yine üç operasyonla Suriye’nin ve Suriye’ye müdâhil olanların dünyaları değişti. Türk Devletleri Teşkilatı aracılığıyla üye ülkelerin dünyaları değişiyor. Balkanlar, Afrika ve Basra ülkelerinin de değişimi, gelişimi sırada. Buraların dünyaları olumlu değişiyor da buralara kene gibi yapışmış emperyalistlerin dünyaları değişmiyor mu?

Dünyada ABD dolarıyla yapılan ticaret yüzde 50’den yüzde 25’e düştü. ABD’nin kendi kâğıt parçalarını değerli ürün gibi dünyaya kakalama, dünyayı sömürme sürecinin sonuna geliniyor. Kendileri yıkılmamak için bizi içten yıkmaya çalışıyorlar. PKK, YPG/PYD ve FETÖ gibi terör örgütlerini sırf bu yüzden desteklemiyorlar mı? Terör örgütlerinin silah ve maaş giderlerini Suriye ve Irak petrolleriyle karşılayıp silahlarını da kendileri satarak, ne acıdır ki her iki taraftan da ölen ve şehit olanın kendinden olmadığı bir tezgâh kurarak vatanımızı yıkmaya, dize getirmeye çalışmadılar mı? Elbette çalışıyorlar ve çalışmaya da devam edecekler. 2023 Seçimlerini de bunun için kullanacaklardı. Çünkü askerî darbe imkânları kalmamıştı. Halk ayaklanması çıkarma tezgâhlarına milletimiz gelmemişti. 

Nasıl ve neye dayanarak inandılar bilmiyorum, FETÖ üyeleri 15 Mayıs’a bilet almış ve valizlerini hazırlamaya başlamışlardı dediklerine göre. Beyanlarına göre yine teröristler, Türkiye cezaevlerinden kapılar kırılarak 15 Mayıs’ta serbest kalacaklardı. 14 Mayıs’ta da, 28 Mayıs’ta da aziz milletimiz sandıklara gitti. Sandıklar açıldı. Diyorlar ki, “Yeneriz sandık”. Emin olun, biz de bunların sanmalarından usandık.

Türkiye’de 15 Mayıs’ta güneş doğmuştu, 28 Mayıs’ta net şekilde yeniden doğdu. Gelin görün ki, ne gelen var, ne giden. Haber de yok cezaevlerinden. Anlaşılıyor ki, havluyu atmışlar.

14 Mayıs’ta da, 28 Mayıs’ta da sadece havlular atılmadı, valizler kapanmadı, biletler iptal olmadı. Batı emperyalistlerinin tetikçi medyasının manşetini de aziz milletimiz attırdı. Hele durun siz, bu millet size ne manşetler attıracak, ne haberler yaptıracak, ne çöplükler eşelettirecek! Bu süreçte tek kurtulacak olanlar, sahtekârlığı bırakıp alın teriyle kazandığıyla yetinenler, milletlerin saf ve temiz gençleriyle oynamayanlar, ahlâksızlıkla milletleri uyuşturmaya çalışmayanlar olacak.

Bize düşen, böyle bir yarına hazırlanmak için gereğini yapmaktır. Yarınlar bugünden hayırlı olsun. Rabbimize hamd olsun!

Günümüzdeki Türkiye muhalefeti anlamalı ki, aynayı kırarak da, aynadaki görüntüyü düzelterek de kendindeki yanlışı, dağınıklığı, düzensizliği ve özensizliği gideremez!

Siyasetçinin aynaya saldırması

“Siyasetçi” kelimesinin yanında “ayna” metaforu, günümüz için kullanımı en ihtiyaç olunan ve en uygun metafordur. Siz aynaya ne maksatla bakarsınız bilemiyorum, 11 yaşından beri hiç ayna kullanmayan biri olarak ben, aynaya şu niyetle bakıldığını tahmin ediyorum: “Yüzümde, saçımda, hâsılı gözümle kolay göremeyeceğim ve aynanın yardımıyla rahatlıkla görebileceğim bir yerimde her şey istediğim gibi mi? Yahut herhangi istemediğim, plânlamadığım, arzu etmediğim bir şey var mı?” sorusuna yanıt bulmak için kimi çantasında taşıdığı, kimi evden çıkarken kapının yanındaki veya asansördeki aynaya bakar. Eğer gördükleri plânladığı ve istediği gibiyse sorun yok. Peki, ya tersi ise?

Günümüzün Türkiye’sindeki muhalif siyasetçi, hemen başlıyor aynaya hakaret etmeye, vurmaya. Siyasetçinin aynada gördüğü eksiği, yanlışı, hatayı kendi üzerinde düzeltmesi, o yönde kendini geliştirmesi lâzım. Tabiî düzeltirken, gelişirken, Temel’in aynadaki görüntüsüne yaptığı gibi yapmamak lâzım.

Temel duvara çarpıyor. Yüzü fena… Aynaya bakıyor; kan, çizikler, sıyrıklar, kalkan deriler... Hemen ecza dolabından tentürdiyot, kolonya, krem, gazlı bez, bant falan alıp geliyor. Başlıyor yara bereyi temizlemeye, üstüne yapıştırmaya. İşlem yaparken acı hissetmemesini de erkek adamın dayanıklılığı olarak yorumluyor. Fadime gelip aynaya bakınca hakikat ortaya çıkıyor. Meğer Temel, aynadaki yüzü temizlemiş, ona yara bandı yapıştırmış.

Günümüzdeki Türkiye muhalefeti anlamalı ki, aynayı kırarak da, aynadaki görüntüyü düzelterek de kendindeki yanlışı, dağınıklığı, düzensizliği ve özensizliği gideremez!

Türkiye’deki muhalefet, 28’inci Dönem Milletvekilliği ve Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde aynaya iyi bakar ve şapkayı önüne alıp düşünürse kendini geliştirecek sonuçlarla karşılaşır. İktidardaki AK Parti’nin de eksikleri, hataları, hatta yanlışları yok değil. Ancak AK Parti’nin muhalefetten farkı şu: Her zaman bu değerlendirmeyi doğru ve usulüne uygun yapıyor. Bundan sonra da yapmaya devam edecektir.

Bizim Türkiye olarak sorunumuz; iyi, kaliteli ve doğru işleyen bir muhalefetimizin olmayışı. İster muhalefete, ister iktidara oy vermiş seçmene akıl vermek veya onları takdir etmek haddime değil. Niyetim, yalnız ve yalnız, “Ben illâ falan partide devam etmek istiyorum, onun iktidara gelmesi için ne yapabilirim?” gibi bir soru sorulduğunu varsayarak onu cevaplamaktır. Bunu da bir tecrübeyi hatırlatarak anlatmaya çalışayım.

1946’dan sonra hiçbir seçimi kazanamayan ve iktidara gelemeyen CHP, 1999’da daha kötü bir sonuçla karşılaştı. Kendi seçmeni, CHP’ye oy vermedi ve CHP yüzde 10 olan barajın altında kaldı. Yani TBMM’ye giremedi. Peki, sonra ne oldu? Seçmenden böyle bir sille yedikten sonra oyunu neredeyse 3 kat artırdı. O günden sonra en az yüzde 22 aldı.

Dolayısıyla muhalefet partilerinin ideolojilerine sahip vatandaşlarımız da benzer yöntemi kullanabilirler. Hiç oy vermezler ve onlar da kendilerini geliştirip daha güçlü iktidara gelmenin çaresini bulurlar. “Ne olursa olsun, terlik de olsa oy veririm” denmeye devam edilirse, siyasetteki tepe yöneticiler kendilerini geliştirmek zorunda hissetmez, hatta kendilerini iyi görmeye devam ederler.

Şimdi değişimin tam zamanı! Hem siyasetçilerin yaşları, hem de siyâsî sonuçlar itibarıyla güzel bir değişim fırsatı bulunuyor.

Sonuç olarak, daha iyiye gitmek için lâzım olan mekanizma, bisiklet pedalı gibidir. Sağ ayağınızla bastıktan sonra sol ayağınızla da basmanız gerek. 2019’daki yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara’nın yönetimlerini halkımız CHP’ye verdi. Olanlardan, daha doğrusu olmayanlardan ve yapılmayanlardan anlaşılıyor ki, belediyeler tekrar AK Parti’ye devredilecek. 2019 sonrası buralarda muhalefet olan AK Parti kendini geliştirdi ve beceriksiz belediye yönetimlerinden daha iyi hizmet verebileceğini göstermeye başladı. Aynı şekilde, eğer AK Parti hem merkezî idarede, hem de yerel idarede iyi hizmet vermezse, milletimiz onun elinden de iktidarı ilk seçimde alacaktır. Tabiî ki AK Parti, aynaya muhalefet gibi bakmayıp, eskiden beri yaptığı gibi eksiklerini tamamlayıp, yanlışlarını düzeltip hatalarını gidererek hizmete devam ederse…