Havadaki düşmanlıktan masadaki dostluğa: Rusya’daki İdlib Zirvesi (1)

Davutoğlu’nun enkaz hükûmetinden geriye kalan Rus uçağının düşürülmesiyle savaşın eşiğine geldiğimiz Rusya, bizi domates ve turist ile vurmuş, ağır yaralamıştı. Ancak yürütülen ikili diplomasi meyvesini vermiş, Rusya ile yakınlaşmıştık. Tâ ki 27 Şubat gecesine kadar…

27 ŞBUAT gecesi, İdlib’de konuşlanan Türk askerlerine yönelik Rejim unsurları ve destekçilerince gerçekleştirilen hain hava saldırısında, ağır yaralanan kahramanlarımızın da hayatını kaybetmesiyle 37’ye ulaşan şehitlerimizin kederini yaşarken, “Ne olacak?” soruları sorulmaya başlandı.

Masadaki manevraların aksine İdlib cephesinde yaşananlar, bizi Rusya ile karşı karşıya getirmişti.

Şehitlerimizi ebediyete gönderirken, ABD üzerinden BM ve NATO yakınlaşmasına dair girişimlerimiz oldu. Bundan da evvel, Türkiye’de bulunan ve Avrupa’ya ulaşmak isteyen düzensiz göçmenlere sınır kapıları açıldı.

Tüm bunlar olurken, savaşın başlamasında yahut ateşkesin sağlanmasında önemli rol alan iki aktör, Erdoğan ve Putin’i yeniden masa başına çekmek için yoğun bir diplomasi hareketliliği başladı.

İki ülkenin hâriciyesine, liderlerin istihbarat ve strateji ekipleri de dâhil oldu ve kamuoyunda karşılık buldu.

Başlayan başka bir şey daha vardı: İHA ve SİHA’larla desteklenen “Bahar Kalkanı Harekâtı”…

Görüşme tarihi olarak 5-6 Mart tarihlerinin uygun olacağına karar verildi.

Herkesin gözü, Rusya’da gerçekleşecek olan ikili zirvedeydi. Erdoğan bu görüşmeye hazırlanırken, mültecilerle ilgili olarak Yunanistan, Bulgaristan ve Türkiye arasında Sofya’da yapılması düşünülen üçlü zirvenin kurulacağı masaya tekme atmıştı.

Sebebi açık ve netti: Yunanistan’ın göçmenlere uyguladığı ve ölümle sonuçlanan şiddet!

Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşmasını, askerî ve ticârî alandaki birlikteliğine rızâ göstermeyen ABD, görüşmeyi yakından takip ediyordu; Suriye’de Türkiye’nin desteklenmesi ve “Türkiye’nin yanındayız” mesajları bunun bir göstergesiydi.

Görüşmeden bir gün önce de Amerikalı iki önemli isim, ABD’nin BM Daimî Temsilcisi Kelly Craft ile Trump’un Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, Türkiye’ye gelmişti.

Ekip, başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Büyükelçi İbrahim Kalın olmak üzere bir dizi üst düzey görüşmeler gerçekleştirirken, Hatay’ın Reyhanlı ilçesi Cilvegözü Gümrük Sahası’nda da incelemelerde bulundu.

Görüşmeden bir gün önce  

Görüşmenin yapılmasına saatler kala, Suriye’de ve Türkiye’deki tablo şöyleydi:

İdlib’de bir tavuk çiftliğine sığınan sivilleri hedef alan Rus savaş uçakları, 16 sivilin ölümüne yol açmıştı.

Bahar Kalkanı Harekâtı’nda ise son 24 saatte 4 tank, 5 ÇNRA ve 3 tanksavar imha edilirken, 200’e yakın Rejim askeri etkisiz hâle getirilmişti.

Yurtiçinde ise muhalefetin izlediği yol dehşet veriyordu. CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç, TBMM’deki basın açıklamasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kişiliğine ve mâkâmına hakaret etmişti. Erdoğan, buna aldırış etmeden onu Allah’a ve Türk yargısına emanet ederek, 1 milyon liralık mânevî tazminat dâvâsı açarak Esenboğa yolunu tutmuştu.

TC-TUR isimli Cumhurbaşkanlığı uçağı ile Rusya’nın başkenti Moskova’ya hareket eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar, Hazîne ve Mâliye Bakanı Berat Albayrak, MİT Başkanı Hakan Fidan, İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik ve Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal eşlik etti.

İdlib neden yeni bir görüşme sebebi oldu?

Rusya’da gerçekleşen tarihî görüşmeden evvel, hatırlatmak amacıyla küçük bir gezintiye çıkalım…

4-5 Mayıs 2017 tarihinde, Türkiye, Rusya ve İran’ın katılımıyla gerçekleşen “Astana Toplantısı” ile İdlib, Lazkiye, Hama ve Halep vilâyetlerini kapsayan komşu illerin, Humus’un kuzeyi, başkent Şam’daki “Doğu Guta” ile ülkenin güneyinde yer alan Dera ve Kuneytra vilâyetleri olmak üzere “gerginliği azaltma bölgesi” adı altında toplamda 4 bölge oluşturuldu.
Toplantıda alınan kararların dışına çıkan Rejim ve İran destekli teröristler, ateşkesin kararlaştırıldığı bölgelerden üçünü Rusya’nın verdiği hava desteği sayesinde ele geçirdi ve gözünü İdlib’e çevirdi.

Bunun üzerine Türkiye ve Rusya, 17 Eylül 2018’de ateşkesi güçlendirmek için Soçi’de ek mutabakata imza attılar.

Saldırılara ara verilmişti ama 2019 Mayıs’ında bölgeyi tümüyle ele geçirme iştahını elinde bulunduran Rejim, hava destekli kara operasyonu düzenledi.

Ne olduysa, işte bundan sonra oldu!

Erdoğan’ın siyaseti

Beklenen gün gelip çattı ve Putin, Erdoğan’ı 5 Mart 2020 tarihinde Moskova’da ağırladı. Bir önceki buluşmalarında liderlerin yüzüne bambaşka bir ruh hâli çökmüştü. Bunu ilk fark edenler, heyetlerde yer alanlar ile basın mensupları oldu.
Dünya, Rusya’dan çıkacak “uzlaşıya” kilitlenmişken, nedense aklımıza başka bir şey geldi.

Belirtmeden edemeyeceğim; insan namusunu, sırrını, kasasını ve mâkâmını birine emanet ederken, en güvendiği ismi tercih eder. Erdoğan, Türkiye’nin alışık olmadığı koalisyonsuz iktidar döneminde iki isme çok güvendi: Gül ve Davutoğlu...

Cumhurbaşkanlığından önce Gül’e, Başbakanlığından sonra da Davutoğlu’na mâkâm bırakmıştı.

Erdoğan’ın yürüttüğü kararlı mücadelelerin tümüne baktığımızda “çift dikiş” gittiğini rahatlıkla görürüz. İçte ve dışta sürdürülen başarılı politikalar, zaman zaman eleştirilse de tamamen sonuç odaklıdır.

Rusya ve Türkiye, son iki asırlık zaman diliminde defaatle karşı karşıya gelmişti. Savaşlar, işgaller, yenilgiler ve zaferler… Ama en çok antlaşmalar…

Davutoğlu’nun enkaz hükûmetinden geriye kalan Rus uçağının düşürülmesiyle savaşın eşiğine geldiğimiz Rusya, bizi domates ve turist ile vurmuş, ağır yaralamıştı.

Ancak yürütülen ikili diplomasi meyvesini vermiş, Rusya ile yakınlaşmıştık. Tâ ki 27 Şubat gecesine kadar…

Bir kez daha “Savaş mı?” dediğimiz anda akla yine masa formülü gelmişti…

(Yarın, 5 Mart 2020’deki görüşme düğümü ile devam edeceğiz…)