Havada kalan işgal

Gülenist hareketin ayakları yere basan saldırı hazırlıkları da var. Bunların en ciddî olanı, onlarca ülkede, mevcut Hükûmet aleyhinde ve hatta artık Türkiye'nin bağımsızlık gücüne karşı çalışacak olan bulundukları ülke tarafından desteklenecek "paralel elçilikler" projesidir. Gülen'in iadesi onlarca ülkedeki örgüt taraftarlarını motive edecekse, ABD bunu organize etmekten keyif alacaktır. Ne de olsa artık Cesus ahlâkına ve casus aklına sahip binlerce Gülen var!

F-16 Temmuz

F-16 uçakları Ankara ve İstanbul semalarında "alçak" uçuş yaparlarken, pilotları da 16 Temmuz hayâlini gerçekleştireceklerinden emindiler. Neden? Emin olmasalar uçmazlardı! Peki, emin oldukları ve gerçekleştirecekleri hayâlleri ne idi?

Hayâl, doğası gereği kurgu-kompozisyon özelliği taşır. Kurgu-kompozisyon ise statik değil, dinamiktir ve en etkili yönü de hayâl edileni gerçek gibi yakınlaştırmasıdır. Bu "yakınlaştırma" tekniğine iki şey sahiptir: “Cesus” ahlâkı ve “casus” aklı...

Cesus, yani “İsa” ahlâkı, mevcut Hıristiyanlığın savunduğu "İsevî ahlâk"tır ve özünde iki şey taşır: Tanrı’nın yeryüzünde bedenine girdiği "seçilmiş insan" ve kıyametten önce gelecek "kurtarıcı" anlayışı... Yani "Tanrı’ya yakınlaştıran", Cesus ahlâkıdır söz konusu olan.

Casus aklı ise, istihbarat teknikleri ile çalışan ve üst akla hizmet eden "görevlendirilmişlik " rolüdür. Yani "sonuca yakınlaştıran istihbarat"tır söz konusu olan.

Kuşkusuz Gülenist hareket bir CIA projesidir ve Cesus ahlâkı ile casus aklı üzere örgütlenmiş sapkın bir tarikattır. Bu bağlamda üstünde durulması gereken odak nokta, Cesus ahlâkı ve casus aklı taşıyan bu örgütlenmenin nasıl olup da uzun süre bir toplum ve devlet tarafından desteklenen büyük bir sivil örgüt olarak görülmüş olmasıdır. Casus aklını ve Cesus ahlâkını devlet ve toplum neden fark edememiştir? 

Aslında casus aklı ve Cesus ahlâkı zaten bir "gizlenme marifeti" taşır. Fark edilmesi zordur; ancak devletin aslî görevlerinden biri güvenliktir ve güvenliğin en önemli önkoşulu, gizli olanı deşifre edip adalete teslim etmektir. Ancak devlet bu aslî görevi sırasında "vazife ihmâli" içinde yakalanmıştır. Nitekim "paralel devlet" de bunu betimlemektedir.

Peki, Gülenist hareket uzun yıllar casus aklı ve Cesus ahlâkını nasıl işletti?

İşte sızmanın kodları!

"Egemenist din" hedefi

İnsan ve Tanrı ilişkisinde "özgürlükçü" ve "egemenist" hesaplar/anlayışlar, çoğu zaman "Tanrı-Din-Devlet" etkileşiminde bir yol ayrımıdır. Tarihsel bir gerçekliktir ki, dindarların tarih sahnesindeki “aktif hâlleri”, “egemenist din” anlayışı ile örülüdür.

"Dünyaya egemen olan din" ideali, "Tanrı adına egemen olacak seçilmiş kadro" ile somutlaştırılır. Bu kadro her alana "egemen olmak adanmışlığı" içinde teşkilatlanır. Bu teşkilatlanmanın iki yüzü vardır: Misyonerler ve şövalyeler... Biri sivil, diğeri askerî aklı temsil eder. Sivil ve askerî aklın arasındaki iletişimi ise piramit şablonunda örgütlenmiş "atanmış kutsal kişiler" kurar. Gülenist hareket, işte tam da bu zihniyeti temsil eder!

Kuşkusuz CIA, Müslüman coğrafyada "egemenist din" anlayışını örgütleyerek, daha sonra "kutsal ölümler" metaforu içinde Müslümanları şiddete bulaştırmış ve "İslâmofobi" için algı zemini oluşturmuştur. CIA Gülenist hareketteki "egemenist din" anlayışını keşfettiği zaman, çok ilginçtir ki, "barışçıl ve özgürlükçü" maske ile bu yönü gizleyerek Usame b. Ladin’i "şiddetçi profil" ve buna karşılık olarak da Fetullah Gülen’i "gerçek İslâm örneği" etiketiyle aynı merkezden yönetilen iki kukla gibi konuşlandırdı. Nitekim 15 Temmuz gecesinin sonrasında küresel aklın Batı dünyasına şunu söyleme fırsatı doğdu: "Bunların en barışçıl görüleni bile kendi insanına acımasızca saldıracak gaddarlıkta! Demek ki İslâm’ın özünde şiddet var!"

"Politik dindarlık"

Herhangi bir devletin kendi hitap ettiği toplumu rahat yönetebilmek için öngördükleri "dindarlık tipi" ile devletin gücünden yararlanmak isteyen dindarların devletin bu arayışına cevap verebilecekleri bir "din-iktidar ortaklığı" kapsamındaki işbirliğidir politik dindarlık. Kuşkusuz bu, tüm dinler ve tüm devletler için geçerli-yaygın bir uygulama şeklidir.

Gülenist hareket, başından beri politik dindarlık hareketidir ve gelinen nokta, taraflardan birinin sözleşmeyi iptal edip kendine küresel ölçekte ortak başka devletler bulması ile ilgilidir. Bu bağlamda devletin "politik dindarlık" yöntem ve projesinin sorunlu olduğu gerçeği ile yüzleşmesi gerekmektedir. 15 Temmuz sonrası Diyanet İşleri Başkanlığı’nın düzenlediği şûra sonrası yayınlanan sonuç bildirgesi, bu yüzleşme açısından önemli bir adımdır.

"Beklenen kahraman"

“Lider”, kahraman sosyolojisi ve kitle psikolojisinde arayış eşikleri açısından çok net bir tablo sunar bize: Toplum öncülerle konuşur ve susar…

Kuşkusuz bu, oldukça risk barındıran bir anlayıştır. Çünkü tek bir insan, bir toplumun "taşıyıcı yüzü" olamaz. Hatta toplumun iki yüzlü zaafının vurduğu ikinci yüz olma riski bile yüksektir. Bu bağlamda "dinî lider" tabiri veya fenomen olan "Mehdi" metaforu içinde saklı olan "beklenen kahraman" tipolojisi, Cesus ahlâkı açısından "İsevî yüz", casus aklı açısından da "üretilmiş kahraman" için oldukça kullanışlıdır.

Nitekim Fetullah Gülen'in bireysel performansından çok, etrafında oluşan güç-rant-makam örgüsünün oluşturduğu çekim merkezinin anaforuna takılan zaaflar bileşkesi (geldiği nokta itibari ile) "çalınmış sorular", "entrikalı atamalar" ve "satın alınan kariyerler" listesine dönüşmüş ve ortaya “kaliteli ahlâksızlığı” övünç edinen topluluklar çıkarmıştır. "Dava için yollar" etiketiyle tüm yollar yürünebilir ve tüm yoldaşlar da “ortak” kabul edilebilmişlerdir. Dolayısıyla Gülen'i Mehdi sanan sapkın çekirdek kadrodan çok, güç mıknatısına takılan "edilgen kişilik" furyası daha tehlikelidir! Çünkü edilgen kişilik, güce göre maskelenen hastalıklı bir ruh taşır. CIA için edilgen kişilik, “bedavaya çalışan gönüllü casus” demektir.

"Marka endüstrisi"

Marka endüstrisi, özünde "star-tüketici" denklemine oturan bir "metalaştırma" dünyasıdır. Artık "Tanrı" başta olmak üzere her şey, markalaştırılabilir birer "ürün" değerindedir. Markalaşmış her şeyin bir tarafı zengin eden, buna karşılık çok tarafı tüketici kılan işlevi vardır.

Gülenist hareketin azmanlaşmış ve azgınlaşmış olma sebeplerinden biri de markalaşmış olmasıdır. Marka giyinmek ve/veya markalaşmış olandan alışveriş yapmak, sadece malın kalitesine değil, imaj aidiyeti açısından da bir tüketici kompleksine işaret eder. Bu bağlamda Fetullah Gülen bir marka satıcısıdır ve tezgâhçı kökenlidir.

Kuşkusuz eğitim ve medya alanında oluşturduğu "kalite" de marka stratejisinin ürünüdür. Markaların “zenginleri” müşteri bellemesi nasıl klasik bir yöntemse, bu, Gülenistlerin de tipik bir pazarlama stratejisidir.

CIA, Gülenist hareketin markalaşma sürecinde aktif rol almış ve günü geldiğinde aktif roller vermiştir. 15 Temmuz, bu rollerden sadece biridir.

Ve bir ihtar

Gülenist hareket, 15 Temmuz gecesinde havadan saldırdı, havalı saldırdı, ancak darbe teşebbüsü havada kaldı! Ancak Gülenist hareketin ayakları yere basan saldırı hazırlıkları da var. Bunların en ciddî olanı, onlarca ülkede, mevcut Hükûmet aleyhinde ve hatta artık Türkiye'nin bağımsızlık gücüne karşı çalışacak olan bulundukları ülke tarafından desteklenecek "paralel elçilikler" projesidir. Gülen'in iadesi onlarca ülkedeki örgüt taraftarlarını motive edecekse, ABD bunu organize etmekten keyif alacaktır. Ne de olsa artık Cesus ahlâkına ve casus aklına sahip binlerce Gülen var!