F-16
Temmuz
F-16 uçakları Ankara
ve İstanbul semalarında "alçak" uçuş yaparlarken, pilotları da 16
Temmuz hayâlini gerçekleştireceklerinden emindiler. Neden? Emin olmasalar
uçmazlardı! Peki, emin oldukları ve gerçekleştirecekleri hayâlleri ne idi?
Hayâl,
doğası gereği kurgu-kompozisyon özelliği taşır. Kurgu-kompozisyon ise statik
değil, dinamiktir ve en etkili yönü de hayâl edileni gerçek gibi
yakınlaştırmasıdır. Bu "yakınlaştırma" tekniğine iki şey sahiptir: “Cesus” ahlâkı ve “casus” aklı...
Cesus,
yani “İsa” ahlâkı, mevcut Hıristiyanlığın savunduğu "İsevî ahlâk"tır
ve özünde iki şey taşır: Tanrı’nın yeryüzünde bedenine girdiği "seçilmiş
insan" ve kıyametten önce gelecek "kurtarıcı" anlayışı... Yani
"Tanrı’ya yakınlaştıran", Cesus ahlâkıdır söz konusu olan.
Casus
aklı ise, istihbarat teknikleri ile çalışan ve üst akla hizmet eden
"görevlendirilmişlik " rolüdür. Yani "sonuca yakınlaştıran
istihbarat"tır söz konusu olan.
Kuşkusuz
Gülenist hareket bir CIA projesidir ve Cesus ahlâkı ile casus aklı üzere
örgütlenmiş sapkın bir tarikattır. Bu bağlamda üstünde durulması gereken odak
nokta, Cesus ahlâkı ve casus aklı taşıyan bu örgütlenmenin nasıl olup da uzun
süre bir toplum ve devlet tarafından desteklenen büyük bir sivil örgüt olarak
görülmüş olmasıdır. Casus aklını ve Cesus ahlâkını devlet ve toplum neden fark
edememiştir?
Aslında
casus aklı ve Cesus ahlâkı zaten bir "gizlenme marifeti" taşır. Fark
edilmesi zordur; ancak devletin aslî görevlerinden biri güvenliktir ve
güvenliğin en önemli önkoşulu, gizli olanı deşifre edip adalete teslim
etmektir. Ancak devlet bu aslî görevi sırasında "vazife ihmâli"
içinde yakalanmıştır. Nitekim "paralel devlet" de bunu
betimlemektedir.
Peki,
Gülenist hareket uzun yıllar casus aklı ve Cesus ahlâkını nasıl işletti?
İşte
sızmanın kodları!
"Egemenist din" hedefi
İnsan
ve Tanrı ilişkisinde "özgürlükçü" ve "egemenist"
hesaplar/anlayışlar, çoğu zaman "Tanrı-Din-Devlet" etkileşiminde bir
yol ayrımıdır. Tarihsel bir gerçekliktir ki, dindarların tarih sahnesindeki
“aktif hâlleri”, “egemenist din” anlayışı ile örülüdür.
"Dünyaya
egemen olan din" ideali, "Tanrı adına egemen olacak seçilmiş
kadro" ile somutlaştırılır. Bu kadro her alana "egemen olmak
adanmışlığı" içinde teşkilatlanır. Bu teşkilatlanmanın iki yüzü vardır:
Misyonerler ve şövalyeler... Biri sivil, diğeri askerî aklı temsil eder. Sivil
ve askerî aklın arasındaki iletişimi ise piramit şablonunda örgütlenmiş
"atanmış kutsal kişiler" kurar. Gülenist hareket, işte tam da bu
zihniyeti temsil eder!
Kuşkusuz
CIA, Müslüman coğrafyada "egemenist din" anlayışını örgütleyerek,
daha sonra "kutsal ölümler" metaforu içinde Müslümanları şiddete
bulaştırmış ve "İslâmofobi" için algı zemini oluşturmuştur. CIA
Gülenist hareketteki "egemenist din" anlayışını keşfettiği zaman, çok
ilginçtir ki, "barışçıl ve özgürlükçü" maske ile bu yönü gizleyerek
Usame b. Ladin’i "şiddetçi profil" ve buna karşılık olarak da
Fetullah Gülen’i "gerçek İslâm örneği" etiketiyle aynı merkezden
yönetilen iki kukla gibi konuşlandırdı. Nitekim 15 Temmuz gecesinin sonrasında
küresel aklın Batı dünyasına şunu söyleme fırsatı doğdu: "Bunların en
barışçıl görüleni bile kendi insanına acımasızca saldıracak gaddarlıkta! Demek
ki İslâm’ın özünde şiddet var!"
"Politik dindarlık"
Herhangi
bir devletin kendi hitap ettiği toplumu rahat yönetebilmek için öngördükleri
"dindarlık tipi" ile devletin gücünden yararlanmak isteyen
dindarların devletin bu arayışına cevap verebilecekleri bir "din-iktidar
ortaklığı" kapsamındaki işbirliğidir politik dindarlık. Kuşkusuz bu, tüm
dinler ve tüm devletler için geçerli-yaygın bir uygulama şeklidir.
Gülenist
hareket, başından beri politik dindarlık hareketidir ve gelinen nokta,
taraflardan birinin sözleşmeyi iptal edip kendine küresel ölçekte ortak başka
devletler bulması ile ilgilidir. Bu bağlamda devletin "politik
dindarlık" yöntem ve projesinin sorunlu olduğu gerçeği ile yüzleşmesi
gerekmektedir. 15 Temmuz sonrası Diyanet İşleri Başkanlığı’nın düzenlediği şûra
sonrası yayınlanan sonuç bildirgesi, bu yüzleşme açısından önemli bir adımdır.
"Beklenen kahraman"
“Lider”,
kahraman sosyolojisi ve kitle psikolojisinde arayış eşikleri açısından çok net
bir tablo sunar bize: Toplum öncülerle konuşur ve susar…
Kuşkusuz
bu, oldukça risk barındıran bir anlayıştır. Çünkü tek bir insan, bir toplumun
"taşıyıcı yüzü" olamaz. Hatta toplumun iki yüzlü zaafının vurduğu
ikinci yüz olma riski bile yüksektir. Bu bağlamda "dinî lider" tabiri
veya fenomen olan "Mehdi" metaforu içinde saklı olan "beklenen kahraman"
tipolojisi, Cesus ahlâkı açısından "İsevî yüz", casus aklı açısından
da "üretilmiş kahraman" için oldukça kullanışlıdır.
Nitekim
Fetullah Gülen'in bireysel performansından çok, etrafında oluşan güç-rant-makam
örgüsünün oluşturduğu çekim merkezinin anaforuna takılan zaaflar bileşkesi
(geldiği nokta itibari ile) "çalınmış sorular", "entrikalı
atamalar" ve "satın alınan kariyerler" listesine dönüşmüş ve
ortaya “kaliteli ahlâksızlığı” övünç edinen topluluklar çıkarmıştır. "Dava
için yollar" etiketiyle tüm yollar yürünebilir ve tüm yoldaşlar da “ortak”
kabul edilebilmişlerdir. Dolayısıyla Gülen'i Mehdi sanan sapkın çekirdek
kadrodan çok, güç mıknatısına takılan "edilgen kişilik" furyası daha
tehlikelidir! Çünkü edilgen kişilik, güce göre maskelenen hastalıklı bir ruh
taşır. CIA için edilgen kişilik, “bedavaya çalışan gönüllü casus” demektir.
"Marka endüstrisi"
Marka
endüstrisi, özünde "star-tüketici" denklemine oturan bir
"metalaştırma" dünyasıdır. Artık "Tanrı" başta olmak üzere
her şey, markalaştırılabilir birer "ürün" değerindedir. Markalaşmış
her şeyin bir tarafı zengin eden, buna karşılık çok tarafı tüketici kılan
işlevi vardır.
Gülenist
hareketin azmanlaşmış ve azgınlaşmış olma sebeplerinden biri de markalaşmış
olmasıdır. Marka giyinmek ve/veya markalaşmış olandan alışveriş yapmak, sadece
malın kalitesine değil, imaj aidiyeti açısından da bir tüketici kompleksine
işaret eder. Bu bağlamda Fetullah Gülen bir marka satıcısıdır ve tezgâhçı
kökenlidir.
Kuşkusuz
eğitim ve medya alanında oluşturduğu "kalite" de marka stratejisinin
ürünüdür. Markaların “zenginleri” müşteri bellemesi nasıl klasik bir yöntemse,
bu, Gülenistlerin de tipik bir pazarlama stratejisidir.
CIA,
Gülenist hareketin markalaşma sürecinde aktif rol almış ve günü geldiğinde
aktif roller vermiştir. 15 Temmuz, bu rollerden sadece biridir.
Ve
bir ihtar
Gülenist
hareket, 15 Temmuz gecesinde havadan saldırdı, havalı saldırdı, ancak darbe
teşebbüsü havada kaldı! Ancak Gülenist hareketin ayakları yere basan saldırı
hazırlıkları da var. Bunların en ciddî olanı, onlarca ülkede, mevcut Hükûmet
aleyhinde ve hatta artık Türkiye'nin bağımsızlık gücüne karşı çalışacak olan
bulundukları ülke tarafından desteklenecek "paralel elçilikler"
projesidir. Gülen'in iadesi onlarca ülkedeki örgüt taraftarlarını motive
edecekse, ABD bunu organize etmekten keyif alacaktır. Ne de olsa artık Cesus
ahlâkına ve casus aklına sahip binlerce Gülen var!