ÇOCUKLUĞUMDAN beri insanların,
“Bunlar yapabilseler insana havayı bile parayla satarlar” şeklindeki kızgınlıklarını
duyarım. Demek ki, insan doğasında ücretsiz olan bir şeyi bile parayla satma
temayülünde; hem de fırsat bulur bulmaz onu bile yapacak. O şey hayatın,
yaşamanın en temel ihtiyacı bile olsa fark etmiyor bu.
Böyle
bir durumda insan derin bir nefes alıp uzun uzun düşünüyor: Doğada zaten mevcût,
insanın yaşaması için en temel ihtiyaç olan bir şeyi insanoğlu yine insanların
istifadesinden alıkoyuyor da, bu insanlığa hayır getiriyor mu?
Kimsenin
olmadığı ıssız bir adada veya dağ başında yürüyorsunuz… Bir tane alıç ağacı
gördünüz, meyveleri de harika. Tam da acıkmıştınız, aldınız ve yediniz… Yahut
yolunuz bir dereyle kesişiyordu ve dereye yaklaşırken acıktığınızı hissettiniz.
Dereden bir iki balık tutup hemen oracıkta ateş yakarak şehirdekilerin ağzının
suyunu akıtacak kadar güzel bir ziyafet çektiniz kendinize. Bunlar için kime
para ödeyeceksiniz? Elbette kimseye değil. “Elhamdülillah” der, yolunuza devam
edersiniz.
Diyelim
ki, başka bir zaman da canınız dağdaki o alıçtan ve deredeki o balıktan çekti. İki
kişi çağırdınız ve birine, “Filanca dağdan alıç, filanca dereden de balık
getirir misin? Yol paranı ve yevmiyeni vereyim”, diğerine de, “Şu pazara gidip
bana biraz alıçla, dereden tutulan balık alır mısın? Emeğin dâhil, masrafı
neyse ödeyeyim” dediniz. Size göre acaba hangisinin masrafı daha fazla olmalı?
Hadi onu bırakalım, şunu soralım: Günümüzde yiyeceklerin ve içeceklerin
fiyatları acaba neye göre belirlenmeli?
Tarım
ve Orman Bakanlığı’mız, uzun süreden beri gıdada hîle yapanların listesini
yayınlıyor. Daha açık ifade edelim: Acıkınca yemek ve içmek yahut
misafirlerinize ikram etmek için markete gidiyorsunuz ve oradaki gıdalardan
alıyorsunuz. Size varana kadar o gıdayı satma zincirindeki üretici,
paketleyici, nakliyeci, marketçi para kazanıyor, evini geçindiriyor, çoluğuna
çocuğuna bakıyor; Bakanlığın sitesine girip baktığınızda bir de ne göresiniz, geçen
gün aldığınız gıdaları satan firma ve ürünü, o listede! Sizin o hîleli gıdayla
zehirlenmeyi hak edecek ne suçunuz vardı da böyle yaptılar acaba? Karnınızı
doyurup hayatınızı sürdürmek istemeniz mi suç? Misafirlerinize insanlık olsun
diye bir şeyler ikram etmeye kalkışmanız mı suç? Yoksa o markete, o ürünü
üretenlere güvenmek mi zehirlenmeyi hak ettiğiniz suçunuz?
Kimseyi
zan altında bırakmak istemem. Belki de arkadaşımın kendi beceriksizliğidir,
bilemiyorum, ama inanarak söylediği şu sözü aktarmam lâzım: “Gıda işinde hîle
yapmazsanız, batarsınız. Nitekim biz de battık!”
Bu
arkadaşıma, sadece gıda işinde değil, başka meşguliyetlerde de hatır için hîle
yaptıramayacağınız gibi, silah zoruyla da yaptıramazsınız. Emînim, sizin de
kafanıza takılmıştır; biz mi akılsızız, yoksa dünyanın en akıllısıyız da bu
yüzden mi en temel ihtiyaçlarımızdan olan yeme-içme meselesini saçma sapan bir
hâle getirdik? Öyle ya, en gelişmiş ülkelerin insanları yeme-içme meselesinden
dolayı işkence çekiyor, âdeta sürünüyorlar. Hem hîleli gıdalar, hem de obezite
yüzünden kanser, kalp damar, şeker, tansiyon hastalıkları başta olmak üzere her
türlü hastalığa duçar oluyorlar. Bu yeme-içme sistemi bunca sıkıntıya, bunca
eziyete, bunca acıya değer mi?
Cevabım
net: Değmez!
“Ne
yani, hepimiz dağa gidip alıç mı toplayalım, dereye gidip balık mı tutalım?” diye
sorulabileceğini tabiî ki tahmin ediyoruz. Aslında atla deve bir şeyden bahsetmiyoruz.
Bunlar geçmişte Müslümanların yaptığı, uyguladığı şeyler. Zannedilmesin ki,
Osmanlı bunları yaptığı için yıkıldı veya Hulefâ-i Râşidîn dönemi, Emevîler,
Abbasîler, Büyük ve Anadolu Selçuklu dönemleri bu yüzden bitti.
Kervansaraylarda, tabhânelerde, imarethânelerde yemekler hep ücretsizdi. Köye
bir misafir gelince, “Misafire şu yemeği kaça satsak da çok para kazansak?”
diye bir düşünce hiç kimsenin aklına gelmezdi...
Memleketim
Başköy’e gittiğimde, kahvehânede oturan köylülerimin köye gelen herhangi bir
yabancıyı masalarına davet etmek için nasıl yarıştıklarına şâhit oldukça acayip
mest oluyorum. Bir Müslüman ülkeye gidildiğinde dini, ırkı yahut herhangi bir
özelliği her ne olursa olsun, hiç kimse aç kalmazdı. Şunu da zannetmeyelim ki,
çiftçiler ürettiği buğdayı, beslediği sığırı, davarı bedavaya verirlerdi.
Zincirin çiftçiden sonraki halkaları, “Bu işten köşeyi nasıl döneriz?”
yaklaşımına kapalılardı. Bir başka ifadeyle, sizin sağlıklı olmanızla size
yiyecek-içecek temin eden zincir halkalarının menfaatleri örtüşüyordu.
Farkındayız ki, şu anda gündeme acayip ters bir şey söylüyoruz. Bununla beraber, şunun da farkındayız: İnsanlık bugün bir doğruyu çok çok hızlı bir şekilde öğrenme ve uygulama kapasitesine sahip. Meselâ dünyanın herhangi bir yerinde yazılmış olan Zoom uygulaması, bir anda dünyanın her ülkesinde kullanılır hâle gelebiliyor. “İyileştirme” anlamına gelen güncellemelerin yayılması ise dakikalar içinde gerçekleşebiliyor. Hele insanların hayatları için son derece kritik bir meselenin hayata geçmesi hiç de zor değil. Yapılacak şey çok basit: Alışkanlıklarımızdan kurtulmak ve ücretsiz yeme-içme sisteminin uygulamasının basit ve kolaylaştırılmış bir yol haritası veya eylem plânının sunulması…